Haiti, bir zamanlar dünyanın en zengin bölgelerinden biriydi. Fransa bu zenginliğin üstüne medenice(!) atlayıp, Haiti’’yi sömürgelerinin arasına kattı. 1789’’da dünyada üretilen şekerin %75’’i Haiti’’den geliyordu. Sanayi devriminin erken döneminde, petrolün yerini tutan pamuk yağı için ekilen pamuk üretiminde Haiti başı çekiyordu. Zamanla, sömürgeci güçlerin politikaları ve köleliğe dayalı ekonomiyle birlikte tarıma elverişli araziler ve ormanlar yok edildi. Adaya köle getiren Fransız gemileri Haiti kerestelerini yüklenip Avrupa’’ya döndüler. Fransızların ormanları yok etmesi yoksulluğa, erozyona ve sonrada yıkıma yol açtı’…

Amerikan destekli Fransız ve İngiliz ordularına karşı verdiği mücadeleden sonra Haiti 1804’’de bağımsızlığını ilan etti. ABD 1862 yılına kadar Haiti’’yi tanımadı.(Lozan’’ı tanımadığı gibi) Fransa Haiti’’nin bağımsızlık ilan etmesini hiçbir zaman hazmetmedi ve bunun bedelini ödetmeye kararlıydı.

1915 yılında Woodrow Wilson’’ın işgaliyle kölelik fiilen geri döndü. Binlerce insanın öldürüldüğü bu dönemde Haiti, Amerikan işletmelerine açıldı. Amerika tarafından eğitilmiş Ulusal Muhafızlar, yalnızca Haitili zengin tabakayı ve beyazları korudu(Amerika’’da eğitilip Kuzey Irak’’a yerleştirilen peşmergeler gibi). Amerika’’nın dayattığı bir anayasa kabul edildi ve Amerika Haiti’’yi resmen devralmış oldu.(Irak Anayasası gibi)
Terör, baskı ve yolsuzluk Ulusal Muhafızlar ve François Duvalier’’in diktatörlüğü sırasında iyice arttı. Elit kesim daha da zenginleşerek toplumdan soyutlandı(Barzani ailesi gibi). Reagan’’ın başkanlığı sırasında Haiti’’de demokrasinin gelişmesi adına(!) Washington lehine yasalar çıkartıldı. Dünya Bankası sözde rekabet avantajı ilkesine bağlı kalarak, Haiti’’yi Karayipler’’in Tayvan’’ına dönüştürmeyi amaçlayan ihracata yönelik programlar hazırladı. Dünya Bankası desteğini kamu giderlerine ayırmaktansa özel işletmelere vermeyi tercih ediyordu. Haiti’’nin Amerika’’dan gıda ve diğer malları ithal etmesi gerekirken çoğunlukla kadın Haitili işçiler Amerikan kökenli tesislerde berbat koşullarda çalışarak ömür tüketiyorlardı.

1990’’da Amerika’’nın desteklediği değil de Haiti halkının seçtiği adayın başkan oluşu, uluslararası finans örgütleriyle ABD Hükümetini şaşırttı. Ülkenin demokrasiye yönelip Amerikan yörüngesinden çıkması, Amerikan yandaşlarının değil de yoksul çoğunluğun ihtiyaçlarına yönelik bir siyaset benimsenmesini Washington tehdit olarak algıladı. Amerika’’nın desteklediği bir diktatörlük rejimi ile değil de demokratik bir hükümetle yönetilmeye başlayan ülkeye mülteciler geri gelmeye başladı.

1991’’de CIA destekli askeri darbe sonrasında başa gelen askeri cunta yönetiminin yarattığı terör hükümranlığına Baba Bush ve Bill Clinton arka çıktılar. Haiti yeniden zenginlere hizmet eden bir diktatörlüğe dönüştürüldü. 1994’’te Bill Clinton ’“uygarlaştırdıkları’” eski başkan Jean-Bertrand Aristide’’in neoliberal rejimi kabul etmek kaydıyla yeniden başa getirilmesine karar verdi.

Sonunda en zengin sömürgesini soyup mahvederek zenginleşen Fransa, ABD ile bir olup, 2004 yılında demokratik yollarla seçilmiş Haiti Hükümetini indirdi. Yeni kurulan terör hükümranlığında emniyet güçleri ve adli kurumlarca körüklenen amansız bir şiddetin egemen olduğu yozlaşmış bir toplum oluştu. 2010 yılında yaşanan deprem dahil birbirini izleyen çoğu insan eliyle yapılmış felaketler ve bu siyasi kararların sonucunda Haiti mahvoldu’….

Yılbaşından bir gün evvel bunları niye mi yazdım?
Ha Haiti, ha Türkiye, ha Irak Modern soyguncular için değişen hiçbir şey yok. Varsa yoksa önce onların menfaatleri. İnsanlık, barış, hakça paylaşım ve özgürlük onlar için sadece güzel laflar. Barzani niçin Kuzey Irak’’ın başında tutuluyor, Talabani niçin Irak Cumhurbaşkanı yapıldı ve Amerika bizim bölgemizde ne yapmak istiyor?
BOP Eşbaşkanı Başbakan Erdoğan’’ın partisine oy vermeyi düşünenler okusun istedim. Niçin ABD, AKP Hükümetini destekliyor anlaşılsın istedim’…