Fotoğrafı neden blurladım?

Sabah saatlerinde işe yetişme uğruna adeta bir savaş veriliyor. Yoğun trafik, tık basa dolu İZBAN vagonları, otobüsler, dolmuşlar…

Adı konulmamış bir savaş var sokakta.

İnsanın insanla savaşı…

Çehov’un “insanın insanla savaşı, söyleyecek sözü kalmadığı zaman başlar” sözü sadece savaşlar için değil gündelik yaşam için de yazılmış gibi…

Gün geceye evrilmeye başladığında “gelirken eve ekmek al” cümlesi ile hayatın tam da gerçekliği ile yüz yüze kalıyoruz.

Her şey bir topan ekmek uğruna…

Bu fotoğrafı blurlamasam şu an aynı mesleği yaptığım basından sorumlu bir arkadaşım belki de işsiz kalacaktı.

Ekmek ile oynanmaz, erinde-gecinde mutlaka öcünü alır.

*

Konumuza dönelim.

İzmir’de bir belediye binası… Her odada belediye başkanının fotoğrafı…

Dünyadan kopuk sanki başka bir evrendeymiş hissiyatı…

Üçüncü sınıf distopik bir film gibi…

Dünya, Türkiye ve hatta İzmir için ütopyaları olan ancak gündelik hayatın distopik halinden kurtulamayan insan bazen bir buton arar kendine. Her şeyi susturabilecek belki de her şeyi alt üst edecek ve yeniden kuracak bir buton…

O bile bir ütopya…

Odaları gezdikçe ve aynı resmi gördükçe “çirkin bir dünyada güzel var mıdır ki?” sorusunu soruyor insan kendine.

İşimiz gerçekten çok zor.

Biraz da empati kuralım.

Altı üstü bir belediye başkanısın ve 5 yıllık hizmet faaliyeti sonrası muhtemelen yoksun.

Sabah aynaya bakıyorsun, sen varsın.

Odaya giriyorsun, duvarda sen varsın.

Çalışma arkadaşını odada ziyaret ediyorsun, duvarda sen varsın.

Narsist ya da megaloman değilsen kafayı yersin.

Ve 10 ay içinde hala kafayı yememişsen mutlaka tedavi olmalısın.

Her odaya kendi fotoğrafını astırtan belediye başkanına duyurulur.