Anayasamıza göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel ilkelerinden biri, 'Hukuk Devleti' ilkesidir. Bu ilke, aynı zamanda demokrasi ile idare edildiği bilinen ülkelerin olmazsa olmaz şartıdır.
Sizce Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu ilkeyi koruyabiliyor mu? Bu ülkede yaşayan vatandaşlar olarak, 'Ben huzur içindeyim. Türk Adaletine güveniyorum. Başıma yasalara aykırı bir işlem gelemez, keyfi ve haksız bir muamele ile karşılaşırsam, Türk Adaleti beni korur' diyebiliyor musunuz?
Türkiye'deki en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi tarafından, Demokratik Cumhuriyetin başka bir önemli direği olan 'Laiklik' ilkesini çiğnediği için 'mahkûm' edilen AKP'nin Türk Yargısı üzerindeki 'Ali Dibo' oyunları sonucunda Türk Yargısına olan güven büyük ölçüde sarsılmıştır. Maalesef ben bugünkü adalet sistemimize güvenemiyorum…
Bugün sizlerle tamamen hayali, gerçek kişi ve kurumlarla hiç ilgisi olmayan bir senaryo yazalım. Senaryoyu bitirince herkes dilediği karakteri, istediği kişiyle eşleştirir;
'Kara Boğa' Kızılderililerin yaşadığı ülkenin Reisidir. Kendisi melez olmasına rağmen bu göreve 'gizli güçler' tarafından getirilmiştir. Reis, uzak diyarlardaki bir bölgenin çok zengin 'yanan kara su' kaynaklarına sahip olduğunu iyi bilmektedir. Oradaki kabilelerin biri hariç hepsini birbirine düşürerek ele geçirmek mümkündür. Gökteki ay ve yıldızı çok seven, ata çok iyi binebilen, çok güçlü ve çok inatçı olan bu kabileyi yıkmak için tek şart, içlerinden kendi kabilesine ihanet edebilecek birini, başlarına Reis yapmaktan geçiyordu. Arandı, araştırıldı ve aklında karanlık çağlardaki rejimin özlemi olan, parayı ve gösterişi çok seven biri bulundu. Kara Boğa, kabilesinin geleneklerine ters olmasına rağmen, henüz Reis olmadan, adı Avarel olan bu kişiyi çadırında kabul etti. Kara Boğa'nın büyücüleri her şeyi bilirdi. Avarel'in kendi kabilesinin bir büyük köyünden arakladığı altınların yerini de biliyorlardı. Kara Boğa, bunlarla Avarel'i tehdit ederek kafasındaki planı ona zorla kabul ettirdi.
Avarel'in kabilesi önce para sıkıntısına sokuldu. Sonra 'Derviş' namıyla tanınan büyücü kurtarıcı olarak (!) gönderildi. Kabilenin ekonomik ve siyasi yapısı alt üst oldu. Kabileye yeni ve cesur savaşçı olarak tanıtılan Avarel, Reis seçildi.
Avarel, Büyük Reis Kara Boğa'dan aldığı emirle hemen işe başladı. Hükmetmesi gereken iki kuvvet vardı; Kabilenin iç düzenini sağlayan güvenlikçiler ve anlaşmazlıkları çözen adaletçi büyücüler…
Öncelikle, güvenlikçilerin en hassas birimlerini, Patronu Kara Boğanın yanında esir tutulan Baş Büyücünün adamlarının emrine verdi. Adaletçi Büyücülerin başına da, kendisinin emrinden çıkmayan ve kendi kabilesindeki tüm alım-satımları adamlarına aktarmakla suçlanan 'Kara Karga' denilen birini getirdi.
Kara Karga da, kendi atına aldığı yemlerin parasını ödemeyen ve ödemediği için yemci tarafından tüm kabilenin gözü önünde rehin alınan ve aşağılanan bir büyücüye yetki verdi.
Sistem şöyle işliyordu;
Avarel, kimi ya da kabilenin hangi kurumu beğenmiyor, kendisi için tehlikeli görüyorsa, Kara Boğanın esiri olan Baş Büyücünün güvenlikçileri, bu kişi ve kurumları suçlayacak delilleri önce yaratıyor, sonra da o delilleri bulup, atının yem parasını ödemeyip üstüne yatan büyücüye götürüyorlardı. O da hemen hapse atılmaları için, hepsi seçilmiş kişilerden oluşan üç kişilik büyücüler heyetine gönderiyordu. Hapse atılan kişi yıllarca orada kalıyordu. Bu arada bazıları hapiste ölüyor veya sakat kalıyordu. Bu sistem yıllarca böyle devam etti. Kendi başlarına dert gelmeyenler, yapılan haksızlıkları görmezden geliyorlar ve 'bana ne kardeşim, ben avantaya, yolumu bulmaya bakarım' diyerek, Avarel ile iyi geçinmeye gayret ediyorlardı. Kabile içindeki haberleşmeyi sağlayan 'dumancılar' hapse atılmaya başlayınca bazıları, 'neler oluyor yahu' diye işkillenmeye başladılar.
Bu arada kabilenin en derin ilim sahibi yaşlıları, düşman kabilelere karşı kahramanca savaşmış komutanları ve günahsız kişiler hapiste çürüyorlardı.
Topu topu üç beş tane kötü kalpli adam, bu ahlaksız yöntemle kabilenin tüm yönetimini teslim almışlar, insanların kalplerine korku sarmışlar ve 'astıkları astık, kestikleri kestik' hale gelmişlerdi.
Avarel'in çevresindeki kabileler teker teker 'Kara Boğa'nın' çeşitli entrikalarıyla ya teslim oluyorlar, ya da Kara Boğa'nın dediği kişileri kendilerine Reis seçiyorlardı. Direnen eziliyordu. Avarel yavaş yavaş sıranın kendisine geldiğini anlamaya başlamıştı!.. Canı çok sıkkındı. Sıkıntıdan, çöldeki Bedevi Kabileleriyle dostluk kurmaya çalıştı fakat onu da başaramadı, onlar da dertliydiler. Çünkü Bedevi kabileleri daha önceden kendi kabilelerini satmışlar ve şimdi birbirlerine düşmüşlerdi…
Avarel, kendinden geçtiği ve uykuya daldığı an korkunç bir rüya gördü; Rüyasında, elinde kırbacıyla sarı saçlı, mavi gözlü dev gibi bir adam hem Avarel'e vuruyor, hem soruyordu; 'Değer mi çocuk, insan kendi kabilesine, kendi insanına kötülük yapar mı? Bizler bunun için mi öldük? Eninde sonunda buraya geleceksin. Bak ellerinde gürz ve tokmaklarla, geçmişteki tüm Reisler seni bekliyorlar. Aklını başına al, kendi kabilenin insanlarından özür dile, defol git.'
Avarel ter içinde uyandı, yavaş yavaş aklı başına geliyordu. Komşu kabilelerden çok ciddi tepkiler gelmeye başlamıştı. Kendisini devamlı olarak destekleyenler de yavaş yavaş aleyhine dönmeye başlamışlardı.
Kabilenin seçim sisteminden yararlanıp önce kabilenin Adalet sisteminin içine eden Kara Karga'yı görevinden uzaklaştırdı. Sonra atının yem parasını ödemeyen büyücüyü terfi ettirip, esas görevinden aldı.
Şimdi de kendi adamları ve Kara Boğa'nın esiri olan Baş Büyücünün adamları Avarel'i dinlememeye ve kendi başlarına hareket etmeye başlamışlardı. Avarel bitik bir haldeydi. Artık sesi bile kısılmış ve fısıltı halinde çıkar olmuştu. Avarel kendi sonunu bilemez hale gelmişti…
Senaryo şimdilik bu. Başta da söylediğim gibi bu senaryonun gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur.
Yazının başlığına gelince; Binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip ve bölgesinde lider bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en zor döneminden geçmektedir. Cumhuriyetin tüm kurumları yapılan hukuksuzlukları 'Beyin Felci' olmuş gibi uzaktan izlemektedirler. Türk Milleti de, üzerlerine titrediği, kendi kıt olanaklarına rağmen, sıkıntılarla yaratıp yetiştirdiği bu kurumların mensuplarını üzüntüyle ve acıyla seyretmektedir.
Ne dersiniz, sizce Devlet teslim alındı mı?