Filiz SEZER
Büyük Kapatılma
3 Eylül 2021 Cuma

Çile
Bizim hiçbir hürriyetimiz yok,
Hiçbir hürriyetimiz,
Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek,
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
Ben burda en büyük çileyi doldurayım,
Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.
(A. Kadir)

Adalet ile hukuk arasındaki farkın gittikçe büyüdüğü bir ortamda dualarla açılan Adalet Saraylarının dışında sessiz sedasız ama büyük bir hızla inşa edilmekte olan başka kurumlar da var: Cezaevleri. Geçtiğimiz günlerde ulusal basında yer alan bir habere göre 2021’de yeni cezaevleri yapımı için imzalanan sözleşmelerin toplam tutarı 1,5 milyar liraya yaklaşmış durumda. Avrupa Konseyi verilerine göre nüfusuna oranla en fazla vatandaşı hapishanede olan ülkeler ise sırasıyla Rusya ve Türkiye. Vicdanlarımızı yaralayan pek çok suçtan yargılanması gerekenler dışarıda elini kolunu sallayarak dolaşırken bu kadar kişinin nasıl olup da içeride olduğu sorusunun cevabını tartışmayı şimdilik bir yana bırakıyorum.

Geçen yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olan Michel Foucault, bu yazıya başlığını da veren Büyük Kapatılma çalışmasında tarihsel bir süreçte, değişen iktidar ve ekonomik altyapı biçimin cezaevi gibi kurumları nasıl değiştirip işlevselleştirdiğini anlatır. Bildiğimiz anlamdaki cezaevlerinin temeli, çok büyük değişimlerin yaşandığı 17.yy Avrupası’nda 1656 yılında Paris’te evsizlerin, çalışmak istemeyenlerin, delilerin, eşcinsellerin kapatılması amacıyla kurulan Genel Hastane adlı kurumla atılır. Bu kurum sanki devletin fakir halka yönelttiği bir yardım eliymiş gibi görünse de asıl amacı ekonomik krize karşı halkın ayaklanmasını önlemek ve devletin kendisine iş gücü yaratmak gibi nedenlerdir. Bu dönemden önce cezalandırma yöntemleri olarak işkence gibi bedensel acı çektirmek ve hatta idam gibi seçenekler mevcuttu. Dönem filmleri veya romanlarında tasvirlerini canlandırabildiğimiz idam cezalarının halkın önünde olması özellikle önemliydi. Ancak ibret veya eğlence olsun diye kamusal alanda yapılan bu uygulamalar zaten az sonra ölecek olan kişinin durumu kendi lehine çevirecek şekilde -Cesur Yürek filmindeki William Wallace’ın Özgürlük diye bağırması misali- konuşma yapması gibi sebeplerle kamudan uzak bir mekâna taşınır.

Genel Hastane prototipi ileride hastane, akıl hastanesi, ıslah evi, hapishane gibi farklı şekillerde ayrılarak varlığını devam ettirecektir.

İngiliz felsefeci Jeremy Bentham, Panoptikon adını verdiği ideal bir hapishane modeli tasarlar. Bu modele göre hapishane binası bir daire şeklindedir (ve siz bu çemberin dışında olmayı becerememişseniz içinde yer almak zorundasınızdır). Bu dairede dizilenen hücreler karanlık hiçbir yanı olmayacak şekilde hem içeriye hem dışarıya bakarken ortada bulunan kuledeki gözetmenler tarafından gözlenir. Kimse tarafından görülmeyen gözetmenin kimi ne zaman göreceği belli olmadığı için otokontrol mekanizması güçlü bir şekilde devreye girer. Yani bildiğimiz şekliyle zindan tamamen ters bir anlam kazanır, koruyucu karanlığından uzaklaştırılarak aydınlık bir hal alır. Buna belli bir iktidar türünün ütopyası da demek mümkündür. Daire şeklinde bir hücrede yaşamıyor olsak da kişisel her türlü verimizin mesela İletişim Başkanlığına sınırsız olarak erişime açık olduğu gibi güncel bazı ayrıntılar da serbest çağrışımla aklımıza gelebilir, biz şimdilik bunu da bir kenara bırakalım.

Ünlü İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni John Berger de Küresel Hapishane isimli yazısında günümüzdeki hapishane duvarlarının amacının mahkumları içeride tutmak veya ıslah etmek değil hariç tutmak ve dışlamak olduğunu söyler. Sanayi sermayesinin değil finans sermayesinin egemenliği altındaki küreselleşen dünyada suçlu=köle-işçi denkleminin işçi=gizli suçlu şekline dönüştüğünü belirterek göç hareketlerine de bir açıklama getirir. Hayatta kalabilmek için ne gerekirse yapmakla suçlanan göçmenlerin de yasadışı şekilde köle-işçiymişçesine çalıştırıldığını söyler. Berger bu konuya ilişkin olarak ABD’deki kayıt dışı çalışan Meksikalı işçilerle Meksika-ABD arasında inşa edilen duvara gösterir. Berger’in sözlerinin güncelliğini koruduğunu ülkemizdeki Suriyeli çalışanlar ve sınırlara kurulan duvarlar örneği ile söylemek mümkün. Elbette bunu da şimdilik bir kenara koyalım ve aynı yazıda duvarsız hapishane diyebileceğimiz bir yaşam formunu anlattığı sözlerine kulak verelim.:

“Yasal olarak istihdam edilenler ve yoksul olmayanlar, kendilerine giderek daha az seçenek sunan ­–birbirine bağlı iki seçenek olan itaat ve itaatsizlik haricinde– ziyadesiyle daralmış hayat alanlarında yaşıyorlar. Çalışma saatleri, ikametgâhları, geçmişte edindikleri becerileri ve tecrübeleri, sağlıkları, çocuklarının geleceği, ezcümle işlevlerinin dışındaki her şey, likit kârın devasa ve öngörülemeyen taleplerinin yanında tâli, önemsiz bir yer tutuyor. Dahası, bu katı kurallara “esneklik” deniyor. (…) Öyle deniyor ücretli çalışanlara. Başka seçenek yok. Buyrun asansöre. Asansör küçük bir hücre.

Sözümüzü bir tabloyla noktalayalım: Gustave Dore’ nin yaşamı bir hapishane avlusu ortasında kapalı bir çember olarak betimleyen Tutuklular Çemberi isimli tablosunu 1890’da yeniden yorumlayan Van Gogh resmin merkezine kendisini koyar. Sayfalarca anlatılanların bir tabloyla betimlenmesi şu hayatı katlanılır kılan en güzel hoşluklardan biri değil midir?

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Kemal ARI
Kemal ARI
Şirince’de Manoli’nin izinde (1)
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Doğarken ağladı insan!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Şimdi ne olacak?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Siyasette yumuşama devrimi mi başlıyor?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
İtiraz seven kadınların kenti: İzmir
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
'İzmirlilik nedir?'
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Türkçem benim
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe büyüledi!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Eğitim ve yeni müfredat
Hanzade ÜNUZ
Hanzade ÜNUZ
Fırtınam, felaketim, hasretim...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva