Şiddete bulanmış hayatlar
Filiz SEZER

Hepimiz, olağanüstü ölçüde şiddete bulanmış hayatlar yaşıyoruz"(1). Şiddet Kavramı kitabının yazarı Mark Vorobej’e ait olan bu cümle tam da bugünlerdeki halimizi tanımlıyor gibi görünüyor. Psikolojik veya sosyal şiddet bir yana kendinden farklı olan ırklara, erkekten kadına, büyükten küçüğe, belli meslek gruplarına, insandan hayvana yönelen acımasız ve fütursuz bir şekilde işlenen fiziksel şiddet haberleriyle sarsılıyoruz günbegün.

Dehşet içinde birbirimize bu işlerin nasıl bu noktaya gelebildiğini sorarken çareyi vicdanımızı çoktan yara bere içinde bırakmış adalet sisteminden “alemlere ibret olacak” cezaları vermesiyle bulacağımızı düşünmek de konuyu oldukça hafife almak olur. Çünkü tam bu noktada kendimi şunu sormaktan alamıyorum: Herhangi biri tarafından gözetlenmediğinizden emin olsanız, yapacağınız davranışa ilişkin en ufak bir yaptırım uygulanmayacağını bilseniz bile bir köpeği kürekle öldürmeniz veya yavru bir kedinin dört patisini birden tek tek kesmeniz mümkün olur mu? Aynı şehirde yaşadığınız belki de aynı otobüste, metroda yolculuk ettiğiniz, aynı markette sıra beklediğiniz, aynı hastanede yarenlik ettiğiniz insanlara acımasızca fişek atma isteğinizi sadece alacağınız muhtemel ceza mı köreltir?

Şiddet elbette sadece bugünün sorunu değil. Yapılan çalışmalar şiddetin tarihini 10 bin yıl öncesine kadar dayandırıyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından “kişinin kendisine, başka bir kişiye ya da bir grup veya topluluğa karşı, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişme geriliği veya mahrumiyetle sonuçlanabilen, fiziksel kuvvet veya iktidarın kasıtlı bir biçimde fiili veya bir tehdit unsuru olarak kullanımı” şeklinde tanımlanıyor. Bir kavram olarak felsefenin, davranış biçimi olarak psikolojinin ve toplumsal bir olgu olarak sosyolojinin konusu olan şiddete olan eğilimin hangi mekanizmalar sonucunda ortaya çıktığını nörobiyoloji alanında yapılan çalışmalar da araştırıyor.

Francisco Goya, Madrid’de 3 Mayıs 1808

Şiddet üzerine düşünürken şiddetin ne şekilde ortaya çıktığının ayrımını iyi yapmak gerekiyor. En genel anlamıyla algılanan bir tehdide karşı ani verilen öfkeli bir tepkiyi (dürtüsel saldırganlık) belirli bir amaca veya hedefe yönelik önceden planlanmış eylemlerden (araçsal saldırganlık) ayırmak gerekiyor. Bu ayrımın çok keskin olmadığı, iki unsuru da içeren saldırganlık da gözlemlenebiliyor.

Ünlü filozof, psikanalist ve sosyolog Erich Fromm, “İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” isimli kitabında hayvanlarda da görülen yaşamsal çıkarlar tehdit altındayken ortaya çıkan ve tehlike bittiğinde ortadan kaybolan saldırganlık türlerinin dışında sadece insana özgür bir tür olan “yıkıcı saldırganlıktan” bahseder. Herhangi bir yaşamsal nedene dayanmayan, öldürmeye ve acı vermeye yönelik bu saldırganlığından haz duyan yegâne hayvandır insan.

Erich Fromm bu yıkıcılığın nedenini insanların yaşamsal alanlarının daralması ve toplumsal yapının bozulması ile açıklıyor. Benzer şekilde hayvanat bahçesine kapatılan primatlarda da şiddet içeren davranışların arttığına da dikkat çekiliyor. İnsanlar da devlet ve toplum eliyle okullara, hastanelere, hapishanelere ve toplumsal rollerine hapsedilen insanın bir nevi tutsaklık koşullarında yaşadığını düşünen filozoflar da var.

Bir bebeğin hayatına sevgi ve güven ile başladığını aktaran Fromm, ebeveynleri eliyle tesis edilen bu güvenin daha çocuk yaşlarda yıkıldığından bahseder. Burada yıkılan aslında çocuğun annesine veya babasına duyduğu güven değil hayata karşı yitirilen inançtır. Zaman içinde küçük küçük pek çok olumsuz deneyimin birikmesiyle oluşan bu inançsızlık farklı kişilerde farklı tepkiler doğurabilir. Artık yaşamın da insanların da kendisinin de kötü olduğuna inanan bir insan yıkıcı bir şiddete sürüklenebilir. Bu durumda bu yıkıcılığın hayattan nefret etme şekline dönüşen bir umutsuzluktan kaynaklandığını söyler Fromm.

Pablo Picasso, Guernica

Şiddet farklı sosyal disiplinlerde araştırılmaya devam edecek olsa da bugün artık içinden çıkamadığımız şiddet sarmalında konunun politik tarafını göz ardı edemeyiz. En temel ihtiyaçlarının bile giderilmediği, derin yoksulluğun nesilden nesile aktarıldığı, umutsuzluğun kol gezdiği ve gelecek kaygısının en üst düzeyde yaşandığı günümüzde şiddet eğilimlerinin bu kadar çokça su üstüne çıkması öngörülebilir bir sonuç olsa gerek.

 

 



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/siddete-bulanmis-hayatlar/17929