Ekmek kuyruğu…
Kemal ANADOL

Tarih bilimi, geçmişe bakarken elimizde iki gözlük olduğunu söylüyor. Biri retrospektif diğeri de prospektif gözlük. Gözümüze ikincisini yani prospektif gözlüğü takarsak, yıllar hatta yüzyıllar önce meydana gelen olayları, o dönemin ekonomik, sosyolojik, teknolojik koşulları ve olanaklarıyla değerlendiririz.

***

Somut örnek verelim. Fatih Sultan Mehmet, Konstantinopolis’i 6 Nisan 1453 günü kuşattı. O günün teknolojisini sonuna kadar kullandı. Macar Urban’a döktürdüğü etkisi çok yüksek topları Edirne’den İstanbul’a mandalara çektirerek getirtti. Mancılıklar, toplar, uzun menzilli oklar ve yeniçerilerin donanımı mükemmeldi. Lağımcı birlikleri surların altında tünel kazıyorlardı. Gemiler karadan yürütülerek Haliç’e indirilmişti. Ama kuşatma uzadıkça uzuyordu. Sultan İkinci Mehmet’in sabrı taşmıştı. 27 Mayıs günü komutanlarla yaptığı toplantıdan sonra askerlere, fetih gerçekleştiğinde üç gün üç gece kenti yağmalama sözü verdi. Bu vaat etkisini göstermiş ve iki gün sonra, 29 Mayıs 1453’te Yeniçeriler surları aşarak şehre girmişlerdi. Artık Konstantinopolis Osmanlının başkenti olmuştu. İmparatorluk, bu ismi yıkılıncaya dek kullanacak ve kenti İstanbul adına Cumhuriyet yönetimi ve Atatürk kavuşturacaktı.

***

Şimdi olaya bir de retrospektif yani bugünün gözlüğüyle bakalım. 2021 yılının anlayışına göre yağma insan haklarına aykırıdır. Galip ordunun askerleri, girdikleri eve el koyacaklar, yaşlı, genç, erkek, kadın kim varsa esir alacak ve onları köle pazarından satacaklar… Bu kabul edilebilir bir uygulama olamaz. Günümüzde bunu ancak IŞİD gibi ilkel terör örgütleri tekrarlıyorlar. Sonuçta Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı iş vandallıktır!

Görüyor musunuz çıkan sonucu? Oysa M.S. 1453 yılında gerçekleşen savaşlarda yağma yaygın ve olağandı. İnsan Hakları diye bir kavram yoktu. İnsanlık bu kavramla tam 336 yıl sonra 1789 Fransız burjuva devrimiyle tanışacaktı. 1453 yılında makineli tüfek, uçak, telsiz, telefon yoktu. Uluslararası hukuk söz konusu bile değildi.

***

Bu uzun örneği iki bakış arasındaki farkı somutlaştırmak için verdim. Doğrusu ve bilimsel olanı elbette prospektif görüştür. Yani olayları dönemin koşullarına göre yorumlamaktır. Tersine, dünkü olaylara bugünün gözlüğüyle bakmak ise, bizi yanlış ve tehlikeli sonuçlara götürür. Günümüzde bunun ilginç bir örneği var. TBMM Darbeleri İnceleme ve Araştırma Komisyonu yıllar sonra, dönemi sona eren eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ifadesine başvurduğunda şu yanıtı almıştır: “Bugünün güneşiyle dünün çamaşırını kurutamazsınız!”

Geçmişe bugünün gözüyle bakmak bilimsel değildir, yanıltıcıdır, toplum için de sağlıklı değildir. Ancak bu yöntem, ülkemizdeki siyasi tartışmalarda sorumsuzca ve hoyratça kullanılmaktadır. Geçmişte olup bitenler sanki bir gün önce meydana gelmiş gibi polemik konusu yapılmaktadır. Buna en çok başvuran da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Elinde 1940’ların nüfus cüzdanı seçim kürsülerinde ve televizyon ekranlarında bağırmaktadır. “Görüyor musunuz bu ce ha peyi! Bir metre çaputu, yarım ekmeği bile karne ile vermişler!” Oy uğruna başvurulan bu üslup yanıltıcı ve ürkütücüdür maalesef.

***

1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı orman yangını gibi çevreye yayılıyordu. Önce Avrupa, sonra Asya, daha sonra da Afrika’da insanlık tarihinin en dramatik acıları yaşanıyordu. Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış genç Türkiye Cumhuriyeti bu felâketin dışında kalmalıydı. Ordumuz çağdaş donanıma sahip değildi. Çanakkale’den Galiçya’ya, Yemen’den Kafkasya’ya uzanan topraklar boşu boşuna Mehmetçiğin kanıyla sulanmıştı. Dört yıl süren harp erkek sayımızı azaltmıştı! Savaşın dehşetini ve sonuçlarını çok iyi bilen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, diplomasinin ustalıklarını kullanıyor, ülkesini bu ateş çemberinin dışında tutmaya çalışıyordu. Oysa Yunanistan ve Bulgaristan’a giren Hitler ordularıyla komşu olmuştuk. Türkiye’nin nüfusu o yıllarda 17 milyondu. Önce 500 bin sonra da bir milyona ulaşan 18-40 yaş arası yurttaş askere alındı. Ülkenin yüzde 80’i köyde, yüzde 20’si de kentlerde

oturuyor, ekonomi büyük ölçekte tarıma dayanıyordu. Devlet erkekleri tarladan çekip almış, orduya asker yazmıştı. Bu ülke nüfusunun büyük ölçüde üretimden uzaklaşması demekti.

Sıkıntılar başlamıştı artık. Oktay Akbal öykü kitabına koyduğu adla o dönemi yansıtıyordu: Önce Ekmekler Bozuldu. Zorunlu olarak karne dönemi başladı. Kişi başına ekmek, pamuklu kumaş gibi zorunlu tüketim maddeleri vesikayla veriliyordu. Ben 1941 doğumluyum. Eskiden nüfus cüzdanları pasaport gibi büyüktü ve birkaç sayfaydı. Verilen ekmek ve Sümerbank mamulleri bu cüzdanlara basılan damgalarla belirleniyor, kanıtlanıyordu. Sonraki yıllarda nüfus cüzdanını alıp yerine tek bir karttan ibaret kimlik verdiler. Kimliği alırken cüzdanımı saklamıştım. Çünkü o damgalar yaşam ve varlık nedenimdi. Türkiye savaşa girse büyük olasılıkla bizim kuşak dünyaya gelmeyecekti! Halâ koruduğum nüfus cüzdanımın üstündeki damgaları büyütüp, çerçeveleyip duvara astım. Çünkü o damgalara bugünün değil o günün gözlüğüyle bakıyordum. İsmet Paşa bizim kuşağı aç bırakmıştı belki, ama babasız bırakmamıştı! Uzun yıllar siyasetin içinde bulunmuş bir kişi olarak doğruların ters yüz edilmesinden büyük üzüntü duyuyorum. Tarihi olaylar eğilip bükülmemeli, siyasal gündemin değiştirilmesine alet edilmemelidir.

Siyaset adamları bir türlü devlet adamı kimliğine bu nedenle dönüşemiyorlar her halde! Bilirsiniz, “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme” diye bir atasözümüz var. 31 Mart 2019 İstanbul Belediye seçimlerinde soğan, patates kıtlığı başlamış, iktidar telâşla tanzim satış merkezleri kurmuştu. Soğan depoları basılmış, üreticiler ve tüccarlar terörist ilân edilmişti. Uzun kuyruklarda bekleşen seçmenler de öçlerini seçim sandıklarında almışlardı.

***

1940’larda ekmeği ve çaputu karneyle veren devlet mazeret uydurmuyordu. Gerekçe olarak sınırlarımıza ulaşan savaş ateşini gösteriyordu. Oysa 2021’de dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasındayız. Sayın Erdoğan’a göre ülkeler arasında ön sıralardayız. Kapanan işyeri filân yok! Yandaş medyaya göre Avrupa bizi kıskanıyor. O zaman iktidarın dayanağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı askıda ekmek kampanyasının anlamı nedir?

***

Dibe vuran ekonominin üstüne korona binince savaş döneminin görüntülerine tanık oluyoruz. Açlık ve sefalet kim ne derse desin üstü örtülemez hale geldi. Resmi rakamlar kapanan işyerlerinin her geçen gün arttığını söylüyor. Yandaş olmayan televizyon ekranları, pazaryerinde sebze artıklarını toplayan insanları gösteriyor.

Bir yanda Halk Ekmek büfelerinin önünde uzayan ucuz ekmek kuyrukları, öte yanda “Ekmek yiyebiliyorlarsa aç değiller” diyen AKP’li milletvekili…

Tarihin gerçekleri ortaya çıkarmak ve yalancılardan intikam almak gibi bir özelliği var; kimse unutmasın!



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/ekmek-kuyrugu-/15585