Yeşil aklamada yeni boyutlar…

Abone Ol

Brezilya’nın Amazonlar’la çevrili Belem kentinde devam eden COP30 İklim Konferansı, gezegenin geleceği için umutla beklenirken, kulislerde en çok konuşulan kelime “yeşil aklama” oldu. Belem’dekiİklim Konferansı üzerine yazarımız Neşe Önen kıymetli bilgi ve yorumları aktarıyor. Ben de bugün konferansta sıklıkla dile getirilen “yeşil aklama” üzerine “yeni bilgileri” paylaşmak istiyorum. Çünkü görünen o ki, “yeşil aklama ile sözde dönüşüm” sadece bizim coğrafyamızda değil, dünyanın dört bir yanında şirketlerin ve hükümetlerin vicdan temizleme operasyonuna dönüşmüş durumda

.

Cop30’da yankılanan gerçek; yeşil aklama mı, yeşil gelecek mi?Şirketlerin ve hatta bazı devletlerin çevreci görünüp aslında iklim krizine katkılarını gizledikleri bu kavram, COP30’un da vicdan muhasebesine dönmesine yol açtı.

“Greenwashing”, yani yeşil aklama, çevreye zarar veren bir faaliyeti ya da politikayı, “sürdürülebilirlik” etiketiyle pazarlama çabasıdır. Karbon salımını azaltmadığı halde “net sıfır” hedefiyle reklam yapan enerji şirketlerinden, doğayı tahrip eden yatırımları “yeşil dönüşüm” olarak sunan hükümetlere kadar uzanır. Yani bir tür çevresel makyajdır bu, kirli yüzü kapatır ama havaya, suya, toprağa makyaj yapılamaz ki...

Belem’deki tartışmalar, bu sahte çevreciliğin artık dünya kamuoyu tarafından kolayca fark edildiğini gösteriyor. Çünkü insanlar artık “yeşil vaat” değil, yeşil eylem görmek istiyor. Amazon’un kalbinde düzenlenen bu zirvede, yerli topluluk temsilcileri, çevre hareketleri ve genç aktivistler, “gezegenin reklamını değil, onarımını yapın” çağrısıyla hükümetlerin samimiyetini sorguluyor.

Yeşil aklama, sadece etik bir sorun değil; ekonomik ve siyasal bir manipülasyon biçimi. Çünkü fosil yakıt yatırımlarını sürdürüp bir yandan “yenilenebilir enerjiye geçiyoruz” diyen şirketler, hem piyasalarda hem kamuoyunda sahte bir güven oluşturuyor. Bu da gerçek dönüşümün önünü tıkıyor. Tıpkı dev bir geminin makyajlanıp limanda “modernize edildi” diye tanıtılması ama motorunun hâlâ mazotla çalışması gibi.

COP30’un anlamı, tam da burada beliriyor. İklim adaleti, ancak samimiyetle mümkün. Sadece karbonu değil, çifte standardı da azaltmak gerekiyor.Belem, bu açıdan bir sınav kenti. Amazon ormanlarının ortasında, gezegenin akciğerlerinin arasında yapılan bir zirvede, “yeşil aklama”nın değil, gerçek yeşil politikanın konuşulması gerekiyor.

Dünya artık sabırsız. İnsanlık, kelimelerden çok eylem, hedeflerden çok yol haritası görmek istiyor. Çünkü iklim krizi, basın açıklamalarıyla değil, politik cesaretle aşılacak.

Belki de COP30’un en büyük başarısı, bu “yeşil yalanları” yüksek sesle dile getirmek olacak. O zaman Belem, yalnızca bir toplantı kenti değil, iklim hareketinin yeni vicdanı olarak da tarihe geçebilir.

Şimdi biraz da örnekler üzerinden konuşalım. İngiltere hükümeti, dünyanın en büyük şirketlerini “net sıfır” hedefine ulaştırmak için 200 milyon sterlinlik bir plan yürütüyor. Ne güzel, değil mi? Kulağa çevreci geliyor. Ama bizzat yetkililer bu projelerin “yeşil aklama” olarak görülebileceğini kabul etmiş durumda.Projenin en büyük ayağı Brezilya’nın Para eyaletinde. 180 milyon dolarlık bir karbon kredisi anlaşması. Ancak Brezilya savcıları bu anlaşmanın yerli halkların onayı olmadan yapıldığını ve yasaları ihlal ettiğini söylüyor. Dava açılmış durumda. Yani ormanlar üzerinden “yeşil” para kazanmak isteyenlerin eli, hem hukuken hem vicdanen kirli.

Üstelik bu programlar içinde öyle örnekler var ki, “yeşil” kavramının içi çoktan boşaltılmış. Amazon ormanlarının ortasından geçen 52 milyon sterlinlik bir yol projesi…Dünyanın en zengin otel zincirlerinden birine verilen güneş paneli hibeleri…Uganda’da çiftçileri açlığa sürükleyen bataklık “yeniden yabanlaştırma” çalışmaları…Ve denize kıyısı olmayan Afrika ülkelerinde “okyanus plastik kirliliğiyle mücadele” programları!

Adına iklim yardımı denilen bu garabet, bir çevre politikası değil; bir itibarsızlık projesi.
“Uluslararası İklim Finansmanı” (ICF) adıyla yürütülen bu sistemin 11,6 milyar sterlinlik bütçesi var. Paralar akıyor, şirketler kendilerini “karbonsuz” ilan ediyor. Kağıt üzerinde herkes “yeşil.”Gerçekteyse Amazon’un kalbine asfalt dökülüyor, yerli halklar topraklarından ediliyor.
İngiltere Enerji Bakanlığı kendi belgelerinde itiraf ediyor:“Karbon piyasalarına güven azaldı. Bu işin itibarsızlık riski var.”

Ama yine de projeyi onaylıyorlar.Neden mi? Çünkü “yeşil aklama” işliyor.Sistemin özü bu: Kirleten öder, ama doğaya değil, başka bir kirleticiye!LEAF Koalisyonu adı altında kurulan bu sözde çevre girişimi, hükümetlerin ve büyük şirketlerin desteğiyle karbon piyasası yaratıyor. Yani kısacası, bazı şirketler para verip vicdan satın alıyor.Kârlarını aklıyorlar, doğayı değil.

Amazon Watch’ın dediği gibi, bu sistem “kirlet, sonra parayla temizlenmiş gibi görün” mantığının ta kendisi. Gerçek çevreciler, bu türden karbon ticaretinin iklim kriziyle mücadeleyi geciktirdiğini biliyor. Ama politikacılar için önemli olan COP zirvelerinde kürsüye çıkıp “liderlik” pozlarında konuşmak.

COP30’da bir kez daha ortaya atılan bu iddialar, aslında dünyanın iklim politikalarının riyakârlığını bir kez daha gözler önüne seriyor.Bir yanda ormanları yok eden yollar, diğer yanda “yeşil finans” tabelaları.

Bu bir dönüşüm değil, bir aldatmacadır.Dünya, karbon kredisi alım satımıyla değil, kirletenin gerçekten durdurulmasıyla kurtulacak.

COP30’da yüzlerce bilim insanı biyoyakıt kullanımının yaygınlaşmasının durdurulması çağrısında bulundu. Üretimleri İtalya’nın yüzölçümüne eşit 32 milyon hektar tarım arazisi gerektiriyor ve ulaşım yakıtının sadece yüzde 4’ünü oluşturuyor.Biyoyakıt insanlığı aç bırakabilir. Bu konuyu ayrıca yazacağım.