Neşe ÖNEN
In Bruges: Bu bir film analizi değil!
15 Mayıs 2021 Cumartesi

2008 İngiliz yapımı bir film. Yönetmen Martin McDonagh. Türü: Dram komedi. Öncelikle ben bir film analisti değilim. Hatta bu konuda çok cahilim. Amacım, dünyaya bakış açımı sıradan bir birey olarak yansıtabilmek. Dolayısı ile bu film hakkındaki görüşlerim de bu perspektiften olacak.

Film, yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Hakkında yüzde seksene yakın oranda olumlu eleştiriler almış. Hatta bir çok izleyici tarafından yönetmenin şimdiye kadar çektiği üç uzun metrajlı filmleri arasından en iyisi olarak değerlendirilmiş. Filmin konusu; Londra'daki mafya lideri Harry tarafından, işledikleri suçlardan ötürü saklanmaları için Bruges'e gönderilen iki tetikçinin, Belçika'da, Ortaçağ mimarisinin ve görkeminin hüküm sürdüğü bu şehirdeki maceralarına ve iç hesaplaşmalarına dayanıyor.

Filmi izlemeden önce, hakkındaki övgü dolu bazı değerlendirmelere göz gezdirdiğim için, gerçekten izlenmeye değer nitelikte bir film izleyeceğimi umuyordum. Gelin görün ki filmi çok itici buldum.

Nedenlerine gelince;

Vakit geçirmek gibi bir niyetle film seyretmeyi sevmem. Vakit ayırdığım film benim yaşantıma bir anlam katmalıdır. Bu; filmin verdiği bir mesaj olabilir; film gerçek bir hayat hikayesini anlatıyor olabilir; film bir kitaptan uyarlama olabilir; film iyi bir komedi olabilir. Eğer seyrettiğim film bu niteliklerin hiç birini barındırmıyorsa, o film benim için gerçek bir vakit kaybıdır. Bu film, bir tür dram komedi niteliğinde de olsa, benim için gerçek bir vakit kaybıydı. Zira filmin, beni gülümseten tek bir karesi dahi yoktu. Filmin sonunda verilen mesaj ise filmi seyretmeye değecek tutarlı bir mana taşımıyordu.

Filmde silahlı yaralama, adam dövme, cinayet, kadının seks figürü olarak sömürülmesi, kan dökülmesi, uyuşturucu kullanımı, masum bir çocuğun katli, hırsızlık gibi sahneler bol miktarda mevcuttu. Bu da sinirlerimi zıplatmaya yetti de arttı bile! Kadının seks figürü olarak sömürülmediği, uyuşturucu, silah, kan ve şiddetin olmadığı bir film seyredemiyecek miyim diye düşünmeden edemedim...

Zaten neredeyse bütün dünya; kadının seks objesi olarak sömürüsü, çocuk istismarı, uyuşturucu ve silah ticareti, kan, şiddet, terör ve mafya tetikçilerinden besleniyor. Bütün bu unsurların, sanatın yedinci kolu dediğimiz, güya sinema sanatının içinde de, ziyadesiyle gözümüzün içine sokulmasına tahammül edemiyorum...

Haberleri okuyor ya da izliyoruz; kan, terör, uyuşturucu, kadın ve çocuk tecavüzleri, şiddet, savaşlar, ölümler, hırsızlık, cinayetler...  Medyayı takip eden bir kent insanı, günde ortalama kaç defa bu türden haberlere maruz kalıyor kimbilir? İletişim teknolojisinin en küçük yerleşim birimlerine kadar ulaşabildiği günümüzde, bireyler, psikolojik dengeleri yıkıcı haber bombardımanından kurtulamıyorlar. Şiddet, gerginlik, kabalık, ahlak düşkünlüğü zaten her yerde karşımıza çıkıyor.

Oysa, negatif frekanslarla yüklü bireylerin, hayata tutunabilmek için bir kaçışa; sanatsal yaratıcılığın ruha huzur verici güzelliklerine ve pozitif atmosferiyle temasa ihtiyacı var. Beynimizin olumsuz koşullar tarafından sürekli taciz edilme hali olan "çılgınlığı" aşmak adına; hayallerimizi sarıp sarmalayacak, ümitlerimizi yeşertecek ve herkesle barışık yaşamanın mümkün olduğunu gösterecek çağrışımlara, görselliğe, yazılara, şiirlere, melodi ve tınılara, kısacası sanatın insan ruhunu onaracak gücüne fazlasıyla muhtaçken... En az bir saat ayırdığımız zaman diliminde, şiddet çağrıştıran ve içeren görsel unsurlarla dolu filmler seyretmenin adı olsa olsa mazoistliktir...  

Ancak, iyi ve dürüst insanların, doğayla ve çevresindeki diğer bireylerle uyum ve barış içinde kurduğu mutlu yaşamlar da var. Ne yazık ki çocuklarımız bunun ne kadar farkında, emin değilim. Onları "çılgınlığa" boyun eğmeden, naif hayatların da var olduğuna ve asıl bu türden hayatların "normal", bunun dışında kalanların "anormal" olduğuna inandırmak için; iyiliği öven, doğa ve insan sevgisi aşılayan, şiddet unsuru barındırmayan filmlerin daha çok üretilmesi gerekmez mi?

Kendi adıma, şiddeti ve kötülüğü, adeta normalleştiren ve yozlaşmış ahlaki ve kültürel değerleri pompalayan filmler için harcanan emeğe saygı duymuyorum. Hatta "yetti artık" diye avaz avaz bağırmak istiyorum. "Yetti artık!" sürekli yumruk, cinayet, kavga dövüş, ihanet, porno ayarındak seks, taciz, psikolojik şiddet, kan, terör, mafya sahneleriyle dolu filmlere ya da dizilere! Çocuklarımızın masum dünyalarına sokulan ve kötülük mesajı veren imgelemelerden de mesajlardan da, abuk subuk senaryolardan da bıktık artık. Sinema sanatı yeteri kadar sömürü aracı haline getirildi. Vicdan ve merhamet, aşk gibi duygular yeteri kadar sömürüldü. 

Bireylerin morale ihtiyacı var... Sağlam bir etik anlayışını empoze eden hikayelere ihtiyacı var... Doğayı korumanın yollarını öğrenmeye ihtiyacı var... Ben bu içerikte filmler seyretmek istiyorum. Şiddet içeren, din, sevgi vb. duyguları sömüren, porno ayarında seks ya da öpüşme sahnelerinin ve ticari kaygıların ön planda olduğu filmlere katlanamıyorum.

Dediğim gibi, bu bir film analizi değil. Ben de film analizi yapacak bilgi ve tecrübeye sahip değilim. Ama “In Bruges” gibi filmlerin ruhumuzda ve zihinlerimizde nasıl onarılması zor hasarlar bıraktığının pekala farkındayım. Bu nedenle; kötülüğü ve bozulmuş ahlaki normları normalleştirmeye vesile olan filmlere isyan etme hakkımı kullanarak, umut ve sevgiyi yücelten filmlerin çoğalmasını talep ediyorum…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Lombak 26 Haziran 2021 Cumartesi 18:30

Epey kızdırmış sizi bu film. Ben 5 defa izledim. Hayata gerçekçi bakış açısıyla yaklaşan anlatımı çok hoşuma gitmişti. Dram ve komedi, takıntı ve onun dışarıdan aslında ne kadar gülünç göründüğü. Gangsterlerin bile suçluluk duygusu içinde olabilecekleri. Engelli kategorisindeki insanın elindeki biricik hayatı birazcıkta olsa keyifli kılabilmek için at sakinleştiricisi kullanması. Kaza ile öldürülen çocuğa karşılık hamile kadının anne karnındaki bebeğine duyulan merhamet. Bunlarin hepsi yaşamın tezatlıkları. Bir insan hakları hukuku hocası yaşamın gerçeklerini bizlere anlatamaz. O olması gerekenlerden bahseder durur. Oysa yaşam yaşadığımız gibi. Yönetmen de bizi bir yaşam kesitinin içinde gezdirmiş. Bence siz filmi anlamamak için izlemişsiniz. Bu arada benim aklıma kazınan sahne, belçika polisinin o kötü ingilizcesiyle sorduğu soru: "You heed(hit demek istiyor) the Canadian?" :)))

Yorumu oyla      2      3  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Fenerbahçe ne istiyor?
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Yarattı... Veda ederken ağlattı!
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Memleketin birinde insan manzaraları(!)
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Tükeniş!
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Kara kaplı defter!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Nereden nereye?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Çanakkale artık barışın merkezidir!
Kemal ARI
Kemal ARI
'Cehennem savaşı'nda ne yediler ne içtiler?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bölgecilik, mezhepçilik ve inşaatçılık...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Unutulmazlar...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva