Cumhuriyetin Türkiye’de ilanı, ülke sınırlarımızı aşan bir anlam taşıyor kuşkusuz. Çünkü Cumhuriyetin kuruluşu sadece yeni bir rejime geçişi ifade etmiyor.
Cumhuriyetin ilanı aynı zamanda; işgalci emperyalist güçlere karşı verilen haklı bir Kurtuluş Savaşı ile taçlanan, Ortaçağ’ın teokratik ve monarşik hilafet ve saltanat kurumlarını reddederek yerine tüm Müslüman ülkeler arasında ilk laik rejimi ikame eden bir yönetim biçimini simgeliyor.
Cumhuriyet, kadınları erkeklerle, insan hakları ve özgürlükleri/toplumsal statü bakımından eşitleyen tüm çağdaş yasaları, kurumları, devrim ve ilkeleri birer birer hayata geçirerek Türkiye’nin yüzyıllardır kötüye giden makus gidişatını da hızla değiştirmiştir. Cumhuriyet kadına toplumda hak ettiği yerin, Batı toplumlarındaki gibi ileride olduğunu göstermiştir.
Cumhuriyet gençlere ve çocuklara, köylülere, öğretmenlere, sanatçı ve aydınlara da kucak açmış, bütün kesimleriyle, bir halkı padişahın kulluğundan “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler ve yurttaşlar olma mertebesine çıkarmıştır.
100. yılını kutladığımız Cumhuriyetin faziletleri bu sayfaya sığdırılamaz elbette. Bu bağlamda; Cumhuriyetin kuruluşunda emeği geçen, mücadeleleri ve fedakarlıklarını asla unutmayacağımız, başta Mustafa Kemal Atatürk ve tüm yol arkadaşlarını şükranla ve minnetle anmak boynumuzun borcudur...
Ancak, Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu Atatürk’ün özlemini duyduğu ve hedef gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak şöyle dursun, Cumhuriyetin demokratik rejim niteliğinden dahi oldukça sapmış bir vaziyettedir.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin yerle bir edildiği, güçler ayrılığını içeren bağımsız yargı, yasama ve yürütme erklerinin siyasal iktidarın kontrolüne girdiği, laiklik ilkesinin tamamen kağıt üzerinde kaldığı, Siyasal İslamcı tarikat ve cemaatlerin devletin tüm yapılanmasını ele geçirdiği, eğitim birliği ilkesinin fiilen ortadan kaldırıldığı, insan hakları ve özgürlüklerinin erozyona uğratıldığı, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, çete ve mafyaların yargı, siyaset ve diğer bürokratik kurumları rüşvet/tehdit/yolsuzluk üçgeninde çevrelediği, kamu kuruluşlarının ve devlet ihalelerinin oligarşik yönetimi besleyen çıkar gruplarına peşkeş çekildiği bir ülkede “Halkın halk tarafından halk adına idaresi anlamında kullanılan” Cumhuriyet rejiminden söz edilebilir mi?
6 Şubat 2023 Kahraman Maraş depreminde, resmi verilere göre elli binin üzerinde yurttaşımızı yitirdik. Sorumluları bulundu mu, cezalandırıldı mı? Olası yeni depremlerde aynı acılar yaşanmasın diye önlemler alındı mı? Deprem mağdurları kış mevsimine girerken, insanca yaşayabilecekleri barınma ve yaşam imkanlarına kavuşturuldular mı? Ya depremin çocukları... Yaşlıları, hastaları, engellileri...
“GSMH’nın yüzde doksanının yüzde 1’lik kesimin cebine gitttiği ülkemde 850 bin kişi yanlış ekonomik politikalar yüzünden zenginleşip semirirken ve geriye kalan 84 milyon yoksullukla ve ekonomik sıkıntılarla boğuşuyorken...
Çocuklar okula beslenme sepetleri boş ve karınları aç gidiyorken...
Ayda ortalama en az kırk, elli kadın cinayeti sıradan hale gelmişken...
Can Atalay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Selçuk Kozağaçlı ve ismini sayamadığım daha nice aydın, iş insanı, siyasetçi ve gazeteci haksız/hukuksuz yere hala tutukluyken...
Gazze’de masum çocuklar, kadınlar, yaşlılar tüm dünyanın gözleri önünde soykırıma uğruyorken....”
Ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına bu duygularla girerken, arzuladığmız coşku ve gururu da gereği gibi yaşayamıyoruz maalesef.
İşte tam da bundan ötürü, Cumhuriyet’in 2.yüzyılında aydınlık günlere olan inanç ve umuda her zamankinden daha çok ihtiyacımız var diyorum.
İkinci yüzyılımız; toplumsal dayanışma bilincimizin/hak/özgürlük/eşitlik/adil/insanca yaşama taleplerimizin yükseldiği ve “Demokratik Cumhuriyet” niteliklerini haiz bir yüzyıl olsun dilerim.