Un ve kan

Abone Ol

Sebastiao Salgado dünyanın en ünlü fotoğraf sanatçılarındandı.

Brezilyalı belgesel fotoğrafçısı tüm büyük ustaların yaptığı gibi…

Tarihe not düşen, aklımızı, kalbimizi delip geçen eserler bıraktı arkasında.

30 yıl önce Salgado ile tanıştığım ilk fotoğraf kareleri…

Brezilya’daki Serra Pelada altın madenine ait görüntülerdi.

Dev fotoğraf albümünde hiç unutmadığım o siyah beyaz fotoğraflarda sadece…

Çamur ve insan vardı.

Karınca yuvası gibi çamurdan dev bir delik…

Kaygan çamur basamaklara tırmanarak sırtlarındaki küfelerde dışarıya toprak taşıyan…

Çıplak vücutları çamurla kaplı karıncalaşmış binlerce insan.

İnsan varlığının, onurunun çürüdüğü…

İnsanlıktan çıkılmış bir dehşet havuzu.

Sebastiao Salgado 100 bin işçinin çalıştığı bu altın madenini ilk gördüğü anı…

“Tüylerim diken diken oldu, zamanın başlangıcına seyahat ettim” diye anlatmıştı.

Zamanın başlangıcını andıran o fotoğraflar, insanın insana zulmünün gerçeküstü belgeseliydi adeta.

Salgado’nun objektifinden anlatılan o zulüm madeni, karıncalaşmış çamurdan insanlarla zihinlere kazındı.

***

2025 yılında insanlık, İsrail eliyle yine zamanın başlangıcına seyahat ediyor.

Gazze’de paraşütle yere ağır ağır süzülerek inen yardım paketleri…

Bulutlu gökyüzüne ellerini açmış koşan Filistinliler…

Gazze’de Sebastiao Salgado’nun dahi hayal edemeyeceği kötülük ve çaresizlik yaşanıyor.

Aylardır açlığa mahkum edilen Filistinliler’e toprağa karışmış un ayıklatılıyor.

Yere düşen yiyecek paketlerinden yere saçılan beyaz un torbaları…

Toprağa karışmış unu avuçlarıyla ayıklayıp tenceresine koymaya çalışan çocuklar, kadınlar, erkekler.

Esmer tenleri, siyah saçları, vücutları bembeyaz una bulanmış insanlar.

Yıkık, tozlu bir şehirde yürüyen un kaplı aç çocuklar.

Yiyemedikleri ekmek saçlarında un olmuş…

Yüzleri avuçları bembeyaz un kaplı aç ve susuz insanlar.

Bu çırılçıplak açlığı, alçak zulmü çok yazık ki, Salgado’nun siyah beyaz belgeseli gibi izliyoruz.

Keyfen bombalanmış bina yığınları arasında gezen körkütük bir açlık.

Sanki dünyadan uzakta, deniz ortasında bir adada mahsur kalmış…

İşkencenin en beterlerine maruz bırakılan bir halk…

Çırılçıplak bir açlık, çırılçıplak bir acı...

Gözümüzde sanal gözlük varmış gibi evimizin salonunda izlettiriliyor hepimize.

***

Gazze’de 61 bin Filistinli’yi öldürüp, 152 bin kişiyi yaralan İsrail Devleti’nin Başkanı Netanyahu…

Fox News’e yaptığı yüzsüz açıklamada, “Eğer Gazze’de soykırım işliyorsak çok kötü bir iş çıkarıyoruz demektir. Çünkü Gazze’nin tüm nüfusunu ortadan kaldırabilirdik, biz tersini yaptık” demiş.

Oysa biz, açlıktan karnı sırtına değmiş Yahudilerin acılarını anlatan filmlerle büyüdük.

Nazi Almanya’sında gaz odalarında ölen çocuklara ağladık.

Saçı kesilen, fırınlarda yakılan çaresiz kadınlara üzüldük.

Zulmün kralını Hitler Yahudilere yaptı diye öğrendik.

Göğüs kafesindeki kemikler sayılan, çizgili mavi yırtık giysiler içinde eziyet çeken tutsak görüntüleri gözümüzün önünde hala.

Biz Schindler’s List’in listesini alkışladık.

Piyanist’in açlıktan ölmek üzereyken tavan arasında bulduğu konserve kutusu bile aklımızda.

İnsan onuruna yapılacak en büyük hakareti ve haksızlığı tatmış bir toplum…

Gazze’de beyaz una bulanmış, aç biilaç koşuşturan Filistinliler’in acısına nasıl göz yumuyor…

İsrail Devlet mekanizması alçak bir soykırım için nasıl bu kadar iştahlı olabiliyor…

Anlamak imkansız.

***

Geçmiş yıllarda Berlin’e yaptığım bir seyahatte kentin her köşesinde karşıma çıkan Yahudiler’e yapılan zulmü anlatan anıt eserlerin, müzelerin, sergilerin çokluğuna şaşırmıştım.

Bu nasıl bir hayat diye düşünmüştüm Almanlar için…

2. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından öldürülen 6 milyon Yahudi’nin anısı…

Berlin’in göbeğinde her sokakta, her an insanın karşısına çıkarken…

Utanç dolu hatıralarla her gün yüzleşmek nasıl bir şey diye düşünmüştüm.

Göreceğiz bakalım belki de yarın bir gün…

Gazze’ye zamanın başlangıcını yaşatan…

Kana bulanmış Netanyahu yeryüzünden silinmişken…

Tel Aviv sokaklarında her köşede…

Una bulanmış Gazzeliler’in heykelleri görülecektir.