Tarımda nereye sürükleniyoruz?

Abone Ol

Türkiye ekonomisi 2025’in üçüncü çeyreğinde büyüdü; rakamlar öyle söylüyor. Ama aynı tabloda, tarımın yüzde 12,7 oranında küçüldüğünü görüyoruz. Yani beton yükselirken, toprak geri çekiliyor. İnşaatın yüzde 13,9 gibi yüksek bir büyüme göstermesi kimilerini sevindirebilir. Ancak aynı anda tarımın tarihsel ölçekte bile ciddi bir daralma yaşaması, asıl üzerinde durmamız gereken gerçek.

Tarım ve Orman Bakanı, tarımdaki küçülmeyi “mevsimsel” ve “geçici” olarak tanımlıyor. Olağanüstü iklim koşullarının etkisini vurguluyor. Elbette küresel iklim krizi gerçek ve etkilerini her yıl daha sert hissediyoruz. Ama şu soruyu sormak zorundayız: Eğer etkiler bu kadar “geçici” ise, neden bitkisel üretimde bu kadar yaygın ve derin bir düşüşle karşı karşıyayız?

TÜİK’in yayımladığı Bitkisel Üretim İstatistiklerine baktığımızda manzara daha da netleşiyor. Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde üretim yüzde 9 gerilemiş. Sebzelerde daha sınırlı bir düşüş var, yüzde 0,9. Ama meyveler, içecek ve baharat bitkilerinde kayıp yüzde 30,9’a ulaşıyor. Toplam rakamlar ise soğukkanlı bir gerçeklik sunuyor: Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde 68,1 milyon ton, sebzede 33,3 milyon ton, meyve grubunda ise 19,6 milyon ton üretim… Sayılar kuru görünebilir. Ama bu sayılar, soframızdaki ekmeği, bardaktaki zeytinyağını, çocukların yediği meyveyi anlatıyor.

Tahıl üretiminde tablo daha da çarpıcı. Bir yılda yüzde 12,3’lük bir düşüşten söz ediyoruz. Buğday yüzde 13,7 azalarak 17,9 milyon tona gerilemiş. Arpa ise adeta çakılmış: Yüzde 25,9 düşüşle 6 milyon ton. Çavdar ve yulaf da benzer şekilde ciddi kayıplar yaşamış. Sadece mısırın yüzde 4,9 artışla yükseliş gösterdiğini görüyoruz. Patateste bile yüzde 7,2’lik düşüş var.

Yağlı tohumlarda tablo yine iç açıcı değil. Soya yüzde 17,4, ayçiçeği yüzde 11,8 gerilemiş. Şeker pancarı üretimi bile yüzde 2 oranında azalmış.

Sebze üretiminde kayıp daha sınırlı gibi görünse de, bu tabloyu rahatlatıcı görmek mümkün değil. Karpuz ve kuru soğanda artış var; ama domates, kapya biber ve hıyar üretimi düşmüş. Hepimizin mutfağında yeri olan ürünler bunlar. Yani mesele sadece tarımsal üretim değil, yaşamın doğrudan kendisi.

Asıl büyük gerileme ise meyve grubunda. Yüzde 30’u aşan bir düşüş… Elmada yüzde 48, şeftalide yüzde 46, kirazda yüzde 70’e varan kayıplar… Üzümde bile yüzde 27,5 azalma var. Narenciye grubunda mandalina artmış ama portakal ve limonda ciddi düşüşler söz konusu. Fındık, ceviz, Antep fıstığı gibi ihracat değeri olan ürünlerde de sert gerilemeler yaşanmış. Zeytin üretimindeki düşüş ise yüzde 34,7. Yani yalnızca soframız değil, kültürümüzün bel kemiği olan ürünler de tehdit altında.

Süs bitkilerinde bile küçülme var; bu, tarımsal üretimin bütünüyle bir baskı altında olduğunun göstergesi.

Bütün bu tabloya bakınca insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Tarımda nereye sürükleniyoruz?

Evet, iklim krizi var. Evet, yağış rejimleri değişiyor, kuraklık kapımızda. Ama biz bu gerçeğe nasıl yanıt veriyoruz? Tarımı stratejik bir alan olarak mı görüyoruz, yoksa “dönemsel dalgalanma” diye geçiştiriyor muyuz? Toprakla bağı zayıflayan bir toplum, geleceğini nasıl garanti altına alabilir?

Türkiye gibi tarım geleneği güçlü bir ülkede, kırsalda üretici zaten yıllardır yüksek maliyet, düşük gelir, belirsiz destek politikaları ve pazarlama sorunlarıyla boğuşuyordu. Şimdi buna bir de iklim kaynaklı riskler eklendi. Girdi fiyatları yükselirken, üretici çoğu zaman maliyetini bile çıkaramıyor. Gençler köyden kente göç ediyor, yaşlanan çiftçi nüfusu tarlayı terk ediyor. Sonuçta üretim düşüyor, dışa bağımlılık artıyor, sofradaki her lokmanın değeri yükseliyor.

Tarım sadece ekonomik bir sektör değildir. Bir ülkenin gıda egemenliği, kültürü, hatta siyasi bağımsızlığı tarımla yakından bağlantılıdır. Eğer toprak üretmeyi bırakırsa, şehirlerin ışıkları sönmeden önce sofralarımız boşalır. Ve biz bunun adını “ekonomik dalgalanma” koyamayız.

Şimdi tam da bu yüzden sormamız gerekiyor: Beton yükselirken, tarım gerilerse; üretici toprağını bırakırsa; meyve bahçeleri sökülür, zeytinlikler kurursa… Tarımda nereye sürükleniyoruz?

Belki de bu sorunun cevabını rakamlarda değil, vicdanımızda aramamız gerekiyor. Çünkü tarımın daralması sadece istatistik değildir. O, bir ülkenin geleceğinin daralmasıdır.