Gıda, sadece karnımızı doyurduğumuz bir ihtiyaç değil; aynı zamanda siyasetle, ekonomiyle ve insanlık onuruyla doğrudan bağlantılı bir mesele… Dünya genelinde çok uluslu tarım şirketlerinin tohumdan toprağa, çiftçiden sofraya kadar tüm zinciri ele geçirmesi, sadece açlığı değil, bağımlılığı da derinleştiriyor.
Bu tablo karşısında, Slow Food hareketinin dünya lideri Edward Mukiibi önemli bir uyarı kaleme aldı. Türkiye’deki Slow Food kurucu liderlerinden biri ve çok sayıda birliğin kurucu koordinatörü sorumluluğu ile aktarıyorum bu uyarıyı… Sömürgeleşen tarım sistemlerine; agroekolojiden kolektif direniş yollarına kadar geniş bir perspektifle kaleme alınan bu yazı, geleceğimizi belirleyecek mücadeleye ışık tutuyor. Sizleri bu yazıyla baş başa bırakıyorum.
Gıda, İktidar ve Geleceğimiz İçin Mücadele
Birkaç ay önce, savaşın yıkıcı etkilerini ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2018 tarihli bir kararında da belirtildiği gibi, gıdanın düşmanları yok etmek için bir silah olarak kullanılmasının ahlaki açıdan ne denli kabul edilemez olduğunu burada dile getirmiştim. O zamandan bu yana, savaş bölgelerindeki durum daha da kötüleşti. Bu durum, açlık ve gıda güvencesizliğiyle yüzleşen halklara duyulan derin üzüntü ve empatiye ek olarak, gıda ile iktidar arasındaki ilişki üzerine daha derinlemesine düşünmeyi zorunlu kılıyor.
Küresel tarım-endüstri sistemi içinde veya çatışma ortamlarında gıda üretimini ve tedarikini kontrol edebilenler, milyarlarca insanın yaşamını –doğrudan ya da dolaylı olarak– ellerinde tutuyor.
Güç Yoğunlaşması
ETC Group ve GRAIN tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre, tarımın temelini oluşturan altı sektörde (ticari tohumlar, pestisitler, sentetik gübreler, tarım makineleri, hayvan ilaçları ve hayvancılık genetiği) ciddi bir güç yoğunlaşması söz konusu. Bu alanların çoğunda şirket birleşmeleri artarken; tohum, pestisit, tarım makineleri ve hayvan ilaçları sektörleri artık açıkça birer oligopol durumuna gelmiş durumda yani dört büyük şirket, pazarın yüzde 40’ından fazlasını kontrol ediyor.
Tarım devleri, Ukrayna savaşı ve COVID-19 pandemisi gibi krizleri fiyatları şişirmek için kullandı. Örneğin, gübre şirketlerinin gelirleri 2020’den 2023’e yüzde 57 oranında arttı; bazıları ise kârlarını ahlaki sınırların ötesine geçerek maksimize etmekle suçlanıyor.
Bu, sadece son birkaç yıla dair bir tablo. Ancak geriye dönüp baktığımızda, tarım endüstrisinin tekelci aktörlerinin onlarca yıldır Küresel Güney ülkelerindeki zayıf yönetişim yapılarından faydalanarak doğal kaynaklara el koyduğu ve bu ülkeleri kendi girdilerine ve gıda tedarik zincirlerine bağımlı hale getirerek sömürgeci modeli her açıdan sürdürdükleri görülüyor.
Yanıltıcı Bir Anlatı
Aynı tarım tekelleri, aslında kendi çıkarlarını gözeten bir anlatıyı dünya kamuoyuna sunuyor ve bu anlatı, etkileri altındaki hükümetler ve kurumlar nezdinde inandırıcılık kazanıyor: “Mevcut üretim sistemimizle devam etmeli ve teknolojik/kimyasal araçların kullanımını daha da artırmalıyız; yoksa 9 milyar insanı doyuracak kadar gıda üretemeyiz.” Bu, onların kârlarını ve dolayısıyla güçlerini artırmaya yönelik bir yalandır.
FAO’nun (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) yayımladığı son Gıda Görünümü raporuna göre, 2025’te temel ürünlerin üretiminde artış bekleniyor. Tahıllarda rekor üretim olasılığı var; et, süt ürünleri ve deniz ürünlerinde de üretim artışı öngörülüyor. FAO, aynı zamanda, küresel gıda üretiminin hava koşullarına duyarlı olmaya devam ettiğini ve bu nedenle iklim krizine uyum ve onunla mücadele için acil önlemlerin gerekliliğini vurguluyor. Ayrıca artan çatışmalar, jeopolitik gerilimler, ticaret politikalarındaki belirsizlikler ve ekonomik gerilemeler, küresel gıda ticaretini olumsuz etkileyebilir.
Elbette savaş bölgelerinde gıda temini ciddi risk altında. Tüm insani yardım kuruluşlarının raporlarına göre, Gazze Şeridi halkı “kritik düzeyde kıtlık riski”yle karşı karşıya. Ukrayna’ya yönelik Rus bombardımanı ülkenin gıda üretim kapasitesini büyük ölçüde sekteye uğrattı. Mayınlar nedeniyle birçok Ukraynalı çiftçi toprağına ulaşamıyor; üretim yapacak maddi güce sahip değiller. Sudan’ın bazı bölgelerinde kıtlık çoktan başladı: 600.000’den fazla kişi “felaket düzeyinde açlık” yaşıyor; toplamda yaklaşık 25 milyon insan ise akut gıda güvencesizliği içinde.
Bireysel olarak mevcut düzeni değiştirmek neredeyse imkânsız. Günlük seçimlerimizle doğru yöne katkı sunabiliriz ama esas sorumluluk siyaset ve piyasalara aittir. Bu nedenle tekrar kolektif eyleme yönelmeliyiz.
Bu bağlamda agroekolojiyi yaygınlaştırmak büyük önem taşıyor. Agroekoloji, gıda sistemlerinde gücün adil bir şekilde yeniden dağılmasını ve uygulamaların sürdürülebilir hale gelmesini hedefleyen kolektif bir harekettir. Bu; toprak, su ve biyolojik çeşitliliğin yönetiminde agroekolojik ilkeleri uygulamaya koymak, çiftçiler arasında bilgi paylaşımını teşvik etmek, toplulukları güçlendirmek, politika ve piyasaları etkilemek anlamına gelir. Böylece daha sürdürülebilir, adil ve dirençli gıda sistemlerine doğru yaygın bir dönüşüm sağlanabilir.
Slow Food Çiftlikleri tam da bu amacı taşıyor: iyi, temiz ve adil gıdayı agroekolojik prensiplere uygun şekilde üreten çiftliklerden oluşan küresel bir ağ kurmak. Bu kolektif yapı, tarım devlerine karşı etkili bir şekilde mücadele edebilir; onların tekelini kırarak tohumdan sofraya kadar tüm gıda zincirinin yeniden halkın kontrolüne geçmesini sağlayabilir. Ancak birlikte hareket edersek etkili olabiliriz.
Gıda sistemlerini bu şekilde dönüştürmek, çevresel felaketleri önlemenin, biyolojik çeşitliliği geri kazanmanın, iklim krizine karşı mücadele etmenin ve herkes için yeterli gıda sağlamanın tek gerçekçi yoludur. Ne var ki hükümetler bu gerçeği göz ardı etmeye devam ediyor.
Biz sesimizi yükseltip daha aydınlatıcı politikalar talep etmedikçe, hükümetler ve kurumlar endüstriyel gıda üretimini öncelemeyi sürdürecek. Daha fazla arazi, tohum ve doğal kaynak tehdit altına girecek; daha fazla insan gerçek gıdaya erişmekte zorlanacak.
Bu nedenle siyasete müdahil olmalıyız. Zaten olmaya da başladık. Örneğin Uganda’da, hükümet altı farklı örgütten temsilcilerle bir merkez komite oluşturdu. Bu yapı, ulusal düzeyde agroekoloji stratejisine teknik destek sağlıyor. Ben de bu stratejide görev alıyorum. Stratejinin temel amacı, sürdürülebilir tarım-gıda sistemlerinin sunduğu fırsatları değerlendirmek, agroekolojik uygulamaları artırmak ve bu yönde piyasaları, değer zincirlerini ve tüketici talebini dönüştürmek.
Bu komitede yer almak, hükümetin kararlarını doğrudan etkileme imkânı sundu. Sürdürülebilir tarım uygulamalarını benimseyen çiftçilere teşvikler verilmesini sağlayacak politikaların şekillendirilmesine katkıda bulunduk. Stratejide yer alan örgütlerin görünürlüğü ve itibarı arttı; Uganda’nın agroekolojik dönüşümünün öncüleri haline geldiler. Stratejinin onaylanması, uluslararası kurumlar tarafından sağlanabilecek fonlara erişimi artırdı. Ayrıca kamu kurumları, STK’lar, üniversiteler ve gıda sektörü aktörleriyle stratejik ittifaklar kurulmasını kolaylaştırdı.
Brezilya’da ise Slow Food, Brezilya Sağlıklı ve Uygun Beslenme İttifakının yürüttüğü kampanyaya katıldı. Bu kampanya çerçevesinde, kamuoyuna daha sağlıklı bir vergi düzenlemesinin gerekliliği anlatıldı. Aralık 2024’te kabul edilen vergi reformuyla, şekerli içecekler tütün ve alkollü ürünlerle aynı kategoriye alındı ve seçici vergiye tabi tutuldu. Aynı zamanda, sağlıklı ve sürdürülebilir temel gıdalardan oluşan bir sepet belirlenerek bu ürünlerin vergiden muaf tutulması sağlandı.
Çabalarımız küçük görünebilir, ama çok uluslu şirketlerin gücünü sarsmakta etkili oluyor. Yıllardır bireysel davranışlara odaklandık, siyasetin sorumluluğunu geri planda bıraktık. Artık büyük bir sıçrama zamanı. Gıda sistemleri üzerindeki denetimi geri kazanmak için kolektif eylemi yeniden ön plana almalıyız. Çünkü bu mücadele, sadece karnımızı doyurmak değil, geleceğimizi kurtarmak meselesidir. (Edward Mukiibi)
***
Edward Mukiibi’nin yazısında söz ettiği kurumlar hakkında kısa bilgi notları vermeliyim:
ETC Group (Action Group on Erosion, Technology and Concentration), çevre, tarım, biyoteknoloji ve şirket gücü konularında çalışan uluslararası bir sivil toplum örgütüdür. Merkezi Kanada’da bulunan grup, özellikle küresel tarım sisteminde şirket tekelleşmesi, biyolojik çeşitlilik kaybı, genetik kaynakların ticari sömürüsü ve teknolojik gelişmelerin sosyo-ekonomik etkileri üzerine araştırmalar yapar ve raporlar yayınlar.ETC Group’un temel çalışma alanları:Tohum ve genetik kaynakların korunması, Tarımda biyoteknoloji ve genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar), Tarım-gıda sektöründe şirket birleşmeleri ve tekel eğilimleri, Yeni teknolojilerin (örneğin sentetik biyoloji, yapay zekâ,
GRAIN: Gelişmekte olan ülkelerdeki küçük çiftçileri, yerel toplulukları ve gıda egemenliğini savunan uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. İsmi İngilizce “Genetic Resources Action International” ifadesinin kısaltması olarak ortaya çıkmış olsa da bugün sadece GRAIN adıyla anılmaktadır.GRAIN’in temel amacı, küresel gıda sisteminin şirketlerin eline geçmesine karşı çıkarak, çiftçilerin, yerli toplulukların ve halkların tohum, toprak ve gıda üretimi üzerindeki kontrolünü korumak ve güçlendirmek.