Ülkede muhalefetin başına gelenler ve getirilenler elbet de kabul edilemez.
Mahkeme atadı diye CHP’de yönetime gelmeyi içine sindirenlerin tutumu elbet de siyaset etiğiyle bağdaşmaz.
CHP yönetimini eleştiren muhaliflerin karşısına, “AKP’ye mi hizmet ediyorsun!” argümanıyla karşı çıkanların ucuz tutumu hakeza kabul edilemez.
Fakat bütün bu olan bitenin ötesinde, siyasal partilerde siyasete katılmanın ahvali üzerine söyleyecek çok şey olduğunu düşünüyorum.
Her şey “siyasetin finansmanı” ile başladı. Bütün değerlerin piyasaya düştüğü, metalaştığı liberal dönemde, siyasetin finansmanı olağanlaştı. Siyasetçiler de bu lanetli dönüşümü benimsedi. Ve siyaset tıpkı sağlıkta, eğitimde olduğu gibi paralı hale getirilince, paranın açtığı kapılardan birine dönüştü. Bugün, parası olmayanlar siyasette sadece kalabalık yapabiliyor.
Acı gerçek; Paranın açtığı kapı olarak siyasetin yalanla buluşması fazla zaman almadı. Öncelikle, yalan söylerken yüzü kızaranlar siyasal alandan uzaklaştırıldı. Örgütler, yöneticiler “Zıpla!” dedikçe zıplayan, diğer zamanlarda işe girmek için sırasını bekleyen kalabalıklara dönüştü. Örgütlerde entelektüel seviye, futbol taraftarlığıyla eşitlendi. Gol atınca zıpla, gol yediğinde yuh çek kafası.
Yoksulluk ekip yoksunluk biçen muktedirler, halkları sözde demokrasilerle zapturapt altına alıyor. Seçme ve seçilme hakkı tam olarak bir kafa kol ilişkisi...
Hepimiz biliyoruz ki seçilmek demokratik hak olarak gösterilmekle birlikte, o hakkı kullanmak için efendilerin icazeti gerekiyor. Şöyle ki seçimlerde halkın önüne koyulan aday listeleri, kapalı kapıların ardında belirleniyor. Dahası, adaylık elde etmek için harcanacak para, duruma göre, küçük bir servet olabiliyor.
Seçme hakkına gelince, oy veren kişinin seçtikleri zaten seçilmiş kişilerdir. Seçmenin görevi, muktedirlerin tercihlerini oy vererek onaylamaktır. Noter gibi…
Durum böyle iken, siyasal partilerde siyaset yapmak kimin harcı olabilir, siz karar verin.