RÖPORTAJLAR
13 Kasım 2015 Cuma

Nasıl Uğur Yüce oldu?

Hanzade Ünuz, “Duayenler Anlatıyor” adlı yazı dizisinin ilk konuğu olan Uğur Yüce ile bilinmeyen Uğur Yüce’yi konuştu…

Nasıl Uğur Yüce oldu?

Paris’in göbeğinde, 1960’lı yılların başında sokakta önünde biriken kalabalığa en iyi krebi pişiren o genç delikanlı kimdi diye sorsam?

Çocukken muhtar Sururi Bey’den bisiklet kiralayıp, parktaki arkadaşlarını parayla bindiren hangi İzmirli işadamıdır desem?

Mahalleye cambaz geldiğinde heyecanla eve koşup teyzesine un kurabiyesi pişirtip satan girişimci çocuk kimdi tahmin edebilir misiniz?

O yakından tanıdığımızı düşündüğümüz İzmirli bir duayen.

Uğur Yüce.

Bir duayeni, Uğur Yüce’yi hakkını vererek anlatmak kesinlikle çok zor.

Anlatmak değil, olsa olsa anlamaya çalışmak olabilir belki.

Muhabirlik yıllarımdan bu yana tanıştığım sevgili Uğur Yüce her zaman öğretici, her zaman destekleyen ve anlayışlı bir ağabey oldu.

Sadece benim için değil şüphesiz…

Uğur Yüce iş dünyasındaki yenilikçi ve üretken yapısıyla çevresindeki kişilerin öğrenmesi, ilerlemesi ve kendini kanıtlaması için katkı koydu, yol gösterdi.

Paris’te ekonomi, uluslararası ilişkiler ve gazetecilik alanlarında lisans eğitimi aldığı yıllarda sokakta krep yapıp, halde kasa taşıyarak kendi parasını kazandı.

1967 yılından bu yana kurduğu şirketleri, vakıf ve dernekleri, görev aldığı sivil toplum kuruluşlarını sıralamaya kalksak yerimiz yetmez.

Gönlümüzün ‘Akil Adamı’ Uğur Yüce hayatını İzmir’i, Ege’yi ve Türkiye’yi kalkındıracak projelere adadı.

Uğur Yüce’yi kısaca anlatmak mümkün değilse de…

PETKİM Yönetim Kurulu Başkanlığı, EBSO Başkanlığı, EGEV Başkanlığı, EGİAD Danışma Kurulu Başkanlığı, Türkiye Bilgisayar Derneği Kurucu Başkanlığı, Türk Teknoloji Geliştirme Vakfı kurucusu, İZFAŞ kurucusu, Teknopark kurucusu, Türk – Fransız İş Konseyi Başkanlığı gibi çok sayıda şapkası oldu.

İlgi alanı okyanus gibi geniş duayen işadamı, son zamanlarda “Korkunç bir denge var. Anlamaya çalışıyorum” dediği kainatın gizemine merak saldı.

Uğur Yüce, çetin hayat mücadelesini tüm açık kalpliliğiyle Ege’de Sonsöz’e anlattı.

 
Uğur Yüce, nasıl Uğur Yüce oldu?

YÜCE:
İşin genetiğini inkar etmemek lazım. Mutlaka hem anne hem baba tarafından, birtakım şeyler alıyor insan. Annemin babası, anne-dedem çok akıllı, yetenekli ve kendi çapında da çok başarılı bir insandı. Yugoslavya komünizme geçmeden önce ilk kurulan Yugoslavya parlamentosunda üç Türk’ten bir tanesi. İslam Cemiyeti Başkanı. Yenipazar Belediye Reisi…Çok akıllı bir adamdı. Ben ne olursa olsun kendisinden bir iki tane gen aldığımı zannediyorum.

İMKANSIZ YILLAR

Türkiye’ye nasıl geliyorlar?

YÜCE:
Yugoslavya komünizme geçip Tito gelince anne-dedem her şeyi bırakmış. Toplamış ailesini Türkiye’ye göçmüş, ben böyle bir rejim altında yaşamam diye. Her şeyini sıfırlamış ve sıfırdan başlamış. Ben onu hatırladığımda Mamak’taki maske fabrikasında satın alma müdürü. Annem de çok cabbar bir kadındı. Hukukçuydu ama aynı zamanda Türkiye’nin ilk kadın noteriydi. Ben 6 yaşındayken annemle babam bir karar verip, Ankara’dan İzmir’e göçmüşler. Dolayısıyla ilk önce hazine avukatı sonra da noter oldu. Türkiye’ye Kadınlar Birliği’ni ve Anneler Günü’nü ilk defa getiren… 1955 senesinde annem Mazlume Yüce, Tepecik merkezli Ülküspor Futbol Kulübü’nün yönetim kurulu başkanıydı. Dolayısıyla Türkiye’de bir futbol kulübünün belki de ilk kadın Başkanı.

Baba tarafı?

YÜCE:
Babamın baba tarafı asker kökenli. Büyük babamız Ziya Paşa, onun erkek kardeşi Arnavutluk isyanını çıkartan Mehmet Ali Paşa vs. Bunlar paşa çocukları, belediye reisi çocukları filan derken, bizim dünyaya geldiğimiz 1940’lı yıllarda Ankara’da aslında her iki aile de müthiş bir yokluk, fakr-u zaruret içinde. Şunu hiç unutmam rahmetli babaannem, “O zeytini ağzınıza lap diye atmayın, günahtır katık edin. Zeytin ısırılarak yenir” derdi. Tamamen ev ekonomisine göre bir düzen. Babam ailenin imkansızlıklarından dolayı 16 yaşında Devlet Demiryolları’na “makas memuru” diyebileceğimiz bir statü ile girmiş, 49 yıl Devlet Demiryolları’nda çalıştı, 65 yaşına kadar. Ama azimkar bir insan çünkü bir taraftan çalışırken, açıktan liseyi bitirdi. Mekteb-i Mülkiye’yi bitirdi, mesleğinde yükseldi.

Anneniz?

YÜCE:
Hukuk fakültesini annemle beraber bitirdik. Çünkü annem 3. sınıfta Ankara hukuktayken ben doğdum. Dolayısıyla beni karşısına oturtur, okurmuş. Annemle birlikte okuduğumuzu söyleyebilirim.
Babamın babası asker kökenli biri. Dolayısıyla çok ciddi bir disiplin var. Hepimiz aynı evde oturuyoruz, büyük amcam küçük amcam, halamlar… O yapı içinde kendine özgü birtakım kültürel incelikler vardı. Ankara’nın kışı çok uzundu. Dolayısıyla akşam yemek yedikten sonra soba yakılır. Herkes sobanın etrafında oturur, en güzel sesli babam olduğu için babam yüksek sesle kitap okur ve herkes dinler. Genellikle büyük babam tarafından seçilmiş olan kitaplar okunur. Rus edebiyatı, Fransız edebiyatı… Ama çok iyi hatırlıyorum Refik Halit Karay’ın romanları da okunur.
Ailede okumak çok önemli. Eğitim korkunç önemli bir şey. Ben ilk torunlar arasındayım. Şöyle bir olay anlatılır: büyük amcam evlenmeye karar veriyor ve evlenmek için ciddi olarak düşündüğü sevgili yengemi ilk defa tanıştırmak üzere bizim eve getiriyor. Ben 5 yaşındayım. Yengem benimle diyalog kuracak, “Uğur ben duydum sen okuma yazma biliyormuşsun. Ne okuyorsun sen?” diyor. Ben koşturup içerden bir kitap getiriyorum. Onu okuyor muydum emin olun bilmiyorum. “Mareşal Fevzi Çakmak’ın Hayat Hikayesi” getirdiğim kitap. 5 yaşında ne okuyorsun: Mareşal Fevzi Çakmak…  



ALTIN KAŞIKLA DOĞMADIM

Ağzında altın kaşıkla doğanlardan değilsiniz…

YÜCE:
O kadar değilim ki... Şöyle bir örnek anlatayım, şimdi benim çocukluğumda cambaz diye bir şey vardı. Cambaz geldiği zaman bütün çocuklar büyük bir heyecanla, ‘Anne baba ver 25 kuruş, cambaz geldi’ diye eve koşardı. Ben de heyecanla eve koşardım. Annemin bizle yaşayan teyzesi Gonca teyzeye ‘Gonca teyze Gonca teyze… Bir tepsi un kurabiyesi yap, cambaz geldi’ derdim. Çünkü onu işte üç kuruştan satacağım. Dolayısıyla güzel bir para kazanacağım. Cambaz benim için tam bir ‘business opportunity’ (iş imkanı) yani.

BİSİKLET KİRALAMA

Para kazanmaya çocuklukta mı başladınız?

YÜCE:
Tabii tabii. Muhtar Sururi Bey vardı. Muhtar Sururi Bey’e kim akıl verdiyse, bir bisiklet almış. Bisikleti saati 25 kuruştan kiraya veriyor. Bayraklı parkı var. Ben bisikleti Muhtar Sururi Bey’den saati 25 kuruşa kiralıyorum. Parkın içinde çocuklara 15 dakikası 10 kuruştan veriyorum.

Ne yapıyordunuz peki kazandığınız parayı?

YÜCE:
Onu hakikaten çok samimiyetle söylüyorum, hayatımda boyunca hiçbir zaman o parayı ne yapacağım, ne yaparım diye bir şeyim olmadı. Belki para kazanma cazibesiydi. Çünkü o parayı ne yapacağım dedim zaman iş çok değişiyor. Bütün hayatım boyunca, hep onu söylemişimdir. İzmir’de yaşamayıp İstanbul’a göçseydim bugün neyse toplam varlığım dört kat olurdu. New York’ta yaşasaydım 10 katı olurdu.

SORBONNE NEDEN OLMADI?

İzmir’de çocukluk yıllarınız nasıl geçti?

YÜCE:
İzmir’de büyüdüm, çok keyifli bir çocukluğum oldu. Yani ilk mektep öyle, orta mektebi Saint Joseph’te okudum. Alsancak’ta oturuyorduk. İstanbul’da Moda’da yine Saint Joseph’te okudum. Türkiye’nin en güzel yılları.

Saint Josep’e gitmeyi siz mi istediniz?

YÜCE:
Babam. Babamın hayatı boyunca en büyük ideallerinden bir tanesi, oğlunun Sorbonne’dan mezun olmasıydı. Fakat hayatında da yaşadığı en büyük hayal kırıklığı. Çünkü biz 60 yılında gittik Sorbonne’a kaydolduk. Sorbonne o zaman üniversiteydi. 62 yılında Fransa bir karar aldı. Sorbonne tarihi bir binadır, üniversite değildir. Ben mektup yazdım, ‘Baba Sorbonne’u kapattılar. Biz Paris Üniversitesi olduk’ diye. İnanmadı trene bindi, üç günde Paris’e geldi. Bizim talebe müfettişliğine gitti. Ondan sonra yıkılmış bir şekilde çıktı. Oğlu Sorbonne’dan mezun olamadı diye. 17 sene sonra Fransızlar tekrar Sorbonne’u açtılar. Ama Sorbonne diploması bize nasip olmadı.

Sizi tekrar İzmir’e çeken ne oldu?

YÜCE:
Hep şöyle düşündüm. Ben yurtdışında okurken, neye aşerdim? Devamlı kavun, beyaz peynir, rakı falan bunları sayıklamışım. Çok şey sayabilirim ama bir şey daha var bence o çok çok önemli: Çocukluktan gelen bir yokluk ve yoksulluk içinde büyümenin veya çeşitli imkansızlıklar içinde büyümenin getirdiği bir aşırı hırs da olabilir, bir kanaatkarlık da olabilir. Hayatın boyunca bir pantolonun, bir pabucun olmuş. Şimdi üç pantolon, üç pabuca kavuştuğun zaman yeterli görebiliyorsun.

SARTRE’LI YILLAR

Peki İzmir’i seçmekten pişman oldunuz mu hiç?

YÜCE:
Hiç olmadım. Tam tersine. İzmir’de kalmaktan hiç mutsuz olmadım. Hiç pişman olmadım. İnsan hayatında önemli şeyler var. Benim okuduğum yıllar ve Fransa. Yani 1960’lı yıllar egzistansiyalizmin zirve yaptığı yıllar. Yani sokakta, kafelerde Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir var, biz onları görüyoruz. Karşılaşıyoruz, kanıksıyoruz. Dolayısıyla sanki maddiyattan daha çok manevi değerler o dönemin gençliği üzerinde hakimdi. Onların da mutlaka etkisi olmuştur. Hiçbir zaman parayı birinci planda tutmamışımdır.

Yurtdışında okuyan çoğu genç gibi siz de mutlaka çalışmışsınızdır. Ne tür işler yaptınız?

YÜCE:
Ben çok şanslıydım çünkü liseden mezun olduğumun ikinci haftasında annem bana dedi ki, ‘Ee ne yapacaksın Uğur?’ Ne yapacağım, İnciraltı’na gidip üç ay yatacağım. ‘Tamam da nasıl geçineceksin’ diye sordu. Dedim, ‘Sen ne tavsiye ediyorsun?’. ‘Herhalde bir iş bulman lazım’ dedi. Ben de çalışmak için Ankara’yı tercih ettim. Balin Oteli yeni açılıyordu. Annem hukuka git diyor, babam mülkiyeye git diyor. Dolayısıyla ikisine de müracaat edeceğiz. Ben bir karar vereceğim ama çalışmak lazım. Balin hoteline girdim. Allah da yardım etti Fransız bir müşterimiz Ankara’ya iş için gelmiş. Çok hatırı sayılır bir müşteriydi otel idaresiyle de konuştu herhalde. Dolayısıyla ben üç gün kızına arkadaşlık ettim Ankara’da. 


DİŞ MACUNU TÜPÜNDE 200 DOLAR

Paris yolu göründü…

YÜCE:
Adam bana sordu, ‘Ne istersin benden’ diye… ‘Bana Paris’te bir otelde iş bulursan minnettar olurum, o zaman atlar gelirim’ dedim. Bir ay sonra adam bana mektup yazdı, ‘Gel yerin hazır’ diye. Gidiş o gidiş. Tabii gidiş o kadar kolay olmuyor, yine cebimizde üç beş kuruş lazım. Annemden para almak mümkün değil. Babam annemin korkusundan zaten veremez. O zaman döviz yok, bir şey yok. Burada 1. Kordon’da Şan Pavyon diye bir yer vardı. Şan pavyonun sahibi bana 200 dolar verdi. Onu bir diş macunu tüpünün içine sakladık falan… Burada üçüncü mevki vapura bindik Marsilya’ya, oradan üçüncü mevki trene bindik Paris’e… Ama ben üç gün sonra otelde görev başındaydım.

HALDE KASA TAŞIDIM

Ne istediğini bilen, kararlı bir karakter. Savrulmuyorsunuz…

YÜCE:
Tabii tabii. Ben gece ve gündüz bekçisinin izin günlerinde onların yerine çalışıyordum. Yetmedi bir başka otel daha buldum 150 metre ötede. Otel bana mesela iki günlük çalışma karşılığında tavan arasında küçücük bir oda verdi. Burada bedava kalabilirsin dedi. Ama yemek içmek lazım. Okuyacağız. E bir de genciz eğlenmek lazım. Günde 8 saat bulaşıkçılık yaparsın 20 frank kazanırsın ama sıkışık saatler öğlen saatleridir. O saatlerde fincan vs. yetmiyor. Dolayısıyla o bir saat bulaşıkçılığa 8 saat bulaşıkçı kadar para veriyorlar. 20 frank almıyorsun 10 frank alıyorsun ama bir saat çalışıyorsun. Bulaşıkçılığı öyle yaptık.
Hallere gidiyorduk akşam. Hal Paris’in tam göbeğindeydi o zaman. Kamyonlar geliyor, kamyonlar boşaltılıyor. Hamallar saat 12’den itibaren başlıyordu. Biz bekliyorduk. Ne zaman böyle saat 4’e doğru kamyonlar yığılıyor adam onu hızla boşaltmak istiyor, kaçacak. 5’e 5 kala çıkması lazım. Yoksa çıkamıyor bir gün kalıyor kamyon içerde. Biz orada meyve kasaları taşıdık. Yazları İngiltere’ye gittik. Talebe kamplarında çalışıp, toplamadığım şey kalmadı. Yani en çok ve ağırlıklı çilek olmak üzere ki en zoru çilektir. Patatesten tut, ahududuya. Aklına gelen her şey.

KREP KUYRUĞU

Bugün “Ne yapsam acaba” diye düşünen gençlere ne önerirsiniz?

YÜCE:
Benim mentoru olduğum çok genç var ama bir kuralım vardır. Çocuğu tanımadan, kişiliğini analiz etmeden hiçbir tavsiye veremezsin. Çocuğa da kötülük olur, sonra onun ezikliğini hisseder. Her çocuğun kendi karakterine göre, kabiliyetine göre biraz da isteklerine göre… Keyifle yapmadığı zaman kıymeti yok. Mesela ben 3. sınıfa geldiğimde her zaman devam ettiğimiz kafenin patronunu ikna ettim. Dedim ki, “Şunun önüne bir stand kuralım. Ben krepleri yapayım akşamdan sen hamuru hazırla. Önce masrafı çıkartalım, kalan karı elli elli bölüşelim.’’ Ben Quartier-la-Tente’nin ilk krepçisiyim. Çok da güzel krep yaptığımız için hakikaten kuyruk olurdu. Bu işlerde müthiş para var.

Krep yapmanın tiyosu nedir?

YÜCE:
Hadi biraz tüyo vereyim… Ben süt ve bira da koyardım, biraz şeker biraz tuz.

35 YAŞIMDA YEMİN ETTİM

Bu girişimci ruh Türkiye’de şirket kurdu mu?

YÜCE:
38 tane ticari şirket kurmuşum. Tam 38 tane. Yapmadığımız iş kalmadı. Bilişim sektöründe sonunda 8 şirkete kadar çıkmıştık.

En çok sevdiğiniz iş dalları neler oldu?

YÜCE:
Çok zor bir sual çünkü hayatım boyunca prensiplerim oldu. Çok düşünmeden kolay kolay hedef koymam. Her 5 yılda bir 5 yıllık bir plan yaparım. Yani önümüzdeki 5 yıl içinde neler yapacağım. Bunun içinde sosyali de vardır, hobileri işi de. 35 yaşında yemin ettim, “Hayatta bir daha kimsenin emri altına girmeyeceğim” diye. “Ne yaparsam kendim yapacağım, ya yönetim kurulu başkanı olacağım, ya patron olacağım… Zamanımı ben planlayacağım, kimse müdahale edemeyecek.” Bunun bir bedeli, parası yok. 35 yaşından beri kimsenin emri altına girmedim. Beni emri altına almaya çalışanlar oldu, bıraktım.




SİYASETTEN NEFRET ETTİM

Buna siyaset de dahil mi?

YÜCE:
Tabii tabii. Siyaset başta. Ben çok siyasi bir aileden geliyorum. Benim annem noter olduğu için altını imzalamadı ama Adalet Partisi’nin tüzüğünü annem yazdı. Ragıp Gümüşpala ve Mehmet Yorgancılar İzmir’de annemin yazdığı tüzüğün altını imzaladılar, Adalet Partisi kuruldu. Ama mesela ilk milletvekili seçiminde ne annemi, ne Mehmet abiyi almadılar. Biz de bu sayede siyaseti daha da fazla sevdik (gülüyor). Annemde müthiş bir hayal kırıklığı oldu. Gerek Mehmet Bey, gerek annem çok rahat bir şekilde lideri zorlayacak hatta liderin yerine geçebilecek karakterler olduğu için. Siyaset bunu kabul etmiyor…

Siz neden uzak durdunuz siyasetten?

YÜCE:
Birincisi anneme yapılan haksızlıktan nefret ettim. İkincisi de Türkiye’nin siyasi durumu. Yani siyasi partiler yasası, Türkiye’deki seçim kanunları… Ben hiçbir zaman siyaseti düşünmedim. Hele milletvekili düzeyinde… Allah yazdıysa bozsun. Hiç gözüm arkada kalmadı. Siyasete kaç tane dostum girdiyse büyük hayal kırıklığına uğradı. Onları bildiğimden iyi ki de girmemişim. Ama hiçbir sivil toplum görevinden kaçmadım. Çünkü ülkeye hizmet etmenin kesin görevimiz olduğu bilincinde bir insandım.

PETKİM MUCİZESİ

Hem STK, hem iş dünyasında yöneticiliği bir arada yaptınız. Hangisi daha zevkli?

YÜCE:
Evet ben Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı… Üçünü de yaşamış bir insanım. Çok az insana nasip olur. Ben hayatta hiçbir şeyi düşünmeden yapmadım. Hiçbir şeyin de üstüne atlamadım. Dolayısıyla sevmediğim veya sevmeyeceğim bir işi de yapmadım. İlk Petkim Yönetim Kurulu Başkanlığı’nda mümkün olduğunca kaçmaya çalıştım. Hatta o dönemde Sayın Demirel 7. defa Başbakan olmuştu. 11 sene cezadan geliyor. Biz de artık Süleyman Bey’in peşinde 12 kişiye falan düşmüşüz ( gülüyor). Süleyman Bey İzmir’e geliyor, havaalanında 12 kişi karşılıyor… Dolasıyla zaten Süleyman Bey’in etrafına bakıldığı zaman görebileceği nadir insanlardanız. O yüzden eksik olmasın pek çok konuda Süleyman Bey bizzat olmasa bile Bakanları vs. tekliflerde bulundular. Ben istemedim. Kamu görevi olarak istemedim.
Ama Beyefendi bana dedi ki, “Uğur temelini ben attım, kurdelesini ben kestim. Batıyor diyorlar. Git bir bak üç ay.” Batıyorsa tamamdır. Orada artık  reddedilemeyecek bir durum var. Sevgili Aziz Gümüş abimiz genel müdür, ben yönetim kurulu başkanı. Aşağı yukarı iki buçuk senede Petkim’i uçurumun dibinden aldık. İşte 10 milyon dolar ihracattan 200 milyon dolar ihracata, 200 küsur milyon dolar yatırım yaptık. 12 bin 500 kişiden, 7 bin 500 kişiye düşürdük. Aşağı yukarı 12 tane fabrikasını kapattık zarar ediyor diye. Ama Petkim’i düzlüğe çıkarttık. İkinci defa yıllar sonra Mesut Yılmaz Başbakanken, “Gel Uğur şu Petkim’in başına geç” dediğinde keyifle yaptım çünkü eksik kalmış hissediyordum.
 
“Yetiş Uğur” durumu var sizde sanki…

YÜCE:
Hayır hayır estağfurullah. Ama ben Yarımca’nın halledileceğine inanıyordum. Herhalde benden başka da kimse inanmıyordu. Ama Yarımca’yı hallettik. Çünkü Yarımca veya Petlas vb. gibi şeyler Petkim’i aşağıya doğru çeken, Petkim’in aslında en büyük zarar kapılarıydı. Dolayısıyla onları onarmak, bugün Petkim’i gelmiş olduğu noktalara taşımış oldu.

Yönetmek nedir, ne değildir desem?

YÜCE:
Yönetmek nedir… Şimdi bir yöneticinin sahip olması icap eden birden fazla vasıf var. Birincisi her şeyden önce mutlak suretle o yetkinliğe kavuşmuş olacak. Yani bilgisi, tecrübesi, o donanımı bir kere olacak. İkincisi bu modern çağda yöneticilik aslında bir ekibi kurabilmek. Kendisi gibi düzgün ve donanımlı insanları seçebilmek, iyi bir ekip oluşturabilmek. Ondan sonra da o ekibi bir armoni içinde yönetebilme kabiliyetidir. Eğer kendinizden daha yetenekli ve daha akıllı insanlardan korkmuyorsanız, çok başarılı bir yönetici olma şansınız çok yüksektir.

TEK AYAK

Daha akıllı olandan korkmamak için…

YÜCE:
Bunun için bir kere özgüven lazım. Tevazu lazım. Üniversitede ders verirken dahil kendi çevremdeki bütün çocuklara derim ki, “Lütfen Adnan Menderes’in birinci hükümetine bakın. Oradaki şahısları ve onların vasıflarını analiz edin. Lütfen Adnan Menderes’in dört hükümeti, Süleyman Bey’in yedi hükümeti, Turgut Özal’ın ilk hükümeti… Bunları bir inceleyin…”
Bu insanlar ilk hükümetleri döneminde çok başarılı oldular çünkü etraflarında fevkalade kaliteli, vasıflı insanlar vardı. Fakat bu iktidar denilen şey insanı maalesef bir süre sonra belirli birtakım vehimlere, “Kerameti kendinden menkul zannetme hastalığı” diyorum ben buna.

Bugüne gelirsek… AK Parti’nin ilk dönemi için böyle söyleyebilir miyiz?

YÜCE:
Bugün de aynı şey geçerli. Ama bugünkü olay farklı. Onu bırakın. Şöyle bakın: Dört kişi netice itibariyle bu AK Parti’yi kurdu. Bunların içinden Abdüllatif Şener birinci firedir. Abdullah Gül ikinci firedir. Bana göre Bülent Arınç üçüncü firedir. Bu dörtlü, üç kişiye düştüğünde hala ayakta durursun. İkiye düştüğünde hala iki ayağın üstünde durursun. Tek ayak üstünde duramazsın. Duramayacak da. Duramıyor da… Tayyip Bey tek ayak üstünde kaldı. Onun için tek adamlığa, Başkanlık sistemine falan saldırıyor. 


KANAAT ÖNDERLERİ OKUSUN DİYE…

Ayda kaç kitap okursunuz?

YÜCE:
Ayda bilmem ama bir senede 100 kitaptan fazla okurum. Aynı anda 3 - 4 kitap okurum. Onun hesabını tutmam. Ben bir kere hızlı okurum. Onunla ilgili eğitim aldım. Dolayısıyla evet herkes soldan sağa okur, ben yukardan aşağı okurum. Onun için dört kat daha hızlı okurum herkesten. Kanaat önderleri çeşitli sebeplerden dolayı okumuyorlar ama okumadan da olmuyor bu iş. Hiç olmazsa en azından minimum düzeyde okusunlar…

www.ozetkitap.com
uygulamasında kaç kitaba ulaştınız?

YÜCE:
100’ü geçmiştir.

Özetleri kim yapıyor?

YÜCE:
Özetleri ben yapamam. Fransızcaysa ben tercüme ederim, İngilizceyse destek alırım. Benim İngilizcem üçüncü lisanım olduğundan fazla güvenemem.

Kitapların seçimi peki?

YÜCE:
Ben seçerim. Çok okurum. Okurken bir kitap, iki kitap hop “Bu kitabı paylaşmamız lazım.” derim. Kimlerle paylaşmamız lazım nereden çıktı, bu şuradan çıktı. Ben ilk Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı oldum. Odalar Birliği yönetim kurulu diye bir şey var. Onun Başkanıyla beraber Türkiye’de muazzam bir ahkam kesiyor, herkese akıl öğretiyor, devleti her Allah’ın günü kurtarıyor falan. İçinde bir tane lisan bilen adam yok. Baktım içlerinden kimse kitap okumuyor. Ne okursun? Hiç… Aziz Nesin falan… Kimdir bunlar? Kanaat önderi… Bu kanaat önderlerini biraz aydınlatmak lazım. Paylaşalım diye başladı bu iş.

Aydınlandılar mı?

YÜCE:
Aydınlananlar var. Faydalananlar var işte. Ama bu iktidarda dahi mesela ben Sayın Bülent Arınç’ın bütün özetleri dikkatli şekilde okuduğunu biliyorum. Sayın Vecdi Gönül’ün keza. 

BAZILARI SICAK SEVER

İzmir nerede duruyor?

YÜCE:
Çok rölatif bir soru. Ben İzmir’in geriye gittiğine falan inanmıyorum. Problemim de o değil. Benim problemim bundan daha hızlı ve daha iyi gidebilir miydi? Ben onun peşindeyim. Muhakkak ki bütün dünya, Türkiye gelişiyor. İzmir de tabii ki rölatif olarak gelişiyor. Dünyadaki en kolay şey eleştirmektir, en zor şey yapmaktır. Dolayısıyla yapılan namütenahi doğru ve yararlı şeyler var. Ama ben diyorum ki çok daha efektif olabilirdik. Çok daha başarılı olabilirdik. Ha bunların da kendilerine göre birtakım sebepleri var. Tek bir sebep de değil. Her şey de mükemmel olmuyor. ‘Bazıları Sıcak Sever’ diye bir film vardır. Tony Curtis’le Jack Lemmon kadın kılığına girerler. Sonunda bir milyarder Jack Lemmon’a aşık olur, evlenme teklif eder. Jack Lemmon der ki, “Ama ben erkeğim”. Milyarder de der ki: “Hiç kimse mükemmel değildir.” Dolayısıyla İzmir de öyle bir şey işte…

İzmir’in gücü ve zaafları neler?

YÜCE:
İzmir’in gücü bir kere her şeyden evvel, Türkiye’nin Batıya açılan bir penceresi olması. Zamanında bir liman kenti olduğundan dolayı, bilhassa 1800’lü yıllarda kapitülasyon adı verilen, sonradan kibarca “yap, işlet, devret” dediğimiz birtakım yöntemlerle yapılan liman. Tren yolu şu bu… Toprağının son derece verimli olması. Dünya piyasalarında rekabet gücü olan incir, üzüm, tütün gibi birtakım gibi bu bölgeye özgü ürünleri olması… Bunların getirdiği birtakım avantajlarla yabancıların dış ticaret için limandan da yararlanarak, sanayi ürünlerinin değer ifade ettiği…Yani şöyle söyleyeyim: İzmir kozmopolit bir kent. Aynı zamanda beraberinde daha entelektüel, daha gelişmiş, daha batılı bir ortam yaratıyor.

İZMİRLİ YAPAMADIK

Zaafları?

YÜCE:
İzmir kozmopolit yapısını kaybediyor. İzmir o kozmopolit ortam içinde yetişmiş ve belirli bir kültür seviyesine gelmiş olan azınlık, çoğunluğa mahkum oldu. İzmir göçü asimile etmedi, göç İzmir’i asimile etti. İzmir göçe yenik düştü. Bu şehir, bu insanları İzmirli yapamadı.

Peki biz hoşgörü kenti miyiz hala?

YÜCE:
Evet. Ama bunu sağlayan nedir, aldığımız göçün büyük bir kısmı Allah’tan emeklilerden oluşuyor. Emekli dediğiniz netice itibariyle devlette çalışmış, çoğu öğretmen şu bu.. Yani belirli bir kültür seviyesi olan insanlar. Yani bozmaya değil, bir parçası olmaya geliyor. Ama bugün İzmir’de hala daha Mardin İzmir değil, Mardin Kadifekale otobüsleri kalkıyorsa, onun arkasında bir sebep var demektir. Yani bu kentin bu insanları İzmirlileştirme gibi bir politikası olması lazım. Bunun dünyada güzel örnekleri var.

GELECEK SERBEST ŞEHİRDE...
 
İzmir’in geleceği nasıl tasarlanmalı?
 
YÜCE: İzmir'in gelişmesi ülkenin temel kalkınmasından soyutlanamaz. Bugünün dünyasında artık tarım, tekstil, turizm gibi salt emek yoğun ama dünya rekabetine açık sektörler ile kalkınmak mümkün değil. Mutlaka katma değeri yüksek üretim ve hizmet sektörlerine geçilmesi şart. Bu kapsamda İzmir'in mukayeseli üstünlüklerini doğru teşhis etmek ve kullanmak gerek. Bunlardan tereddütsüz ilki Yüksek Teknoloji Enstitüsü’dür. 38 bin dönümlük bir alan mutlak surette uluslar arası bir Teknoloji Geliştirme Bölgesi’ne dönüşmelidir. 
İkincisi İzmir'i kent olarak bir serbest sehir ilan edilmelidir. Buna çeşitli nedenler ile imkan bulunamıyor ise mevcut serbest bölgeler adedini arttırarak bir serbest bölgeler kenti yaratılmalıdır. 
Nihayet üçüncüsü Konak. Basmahane - Kadifekale aksındaki eski İzmir'i tarihi dokusunu koruyarak, yeniden ihya ederek iç ve dış turizmin hizmetine sunmak sureti ile Türkiye'ye gelen turistin yüzde 3,5’nu değil, yüzde 35’ini İzmir'e çekebilmek gerekir. 

İzmir’in önde gelen 116 ismiyle Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi’ni (TARKEM) kurdunuz. Kemeraltı aslında nasıl olmalı?

YÜCE:
Dünyanın en eski ve en büyük açıkhava alışveriş merkezi olan Kemeraltı, İzmir’in limandan sonraki en büyük hazinesi. Hisar Camii, Saat Kulesi, Havra Sokağı, Kızlarağası Hanı hep Kemeraltı’nda bulunuyor. Amacımız kentin değeri haline gelmiş, dış turizme sunulan Kemeraltı’nın değerini artırmak. Agora’dan Kadifekale’ye füniküler sistem kurulmasından, antik tiyatronun ortaya çıkarılmasından, üniversitelerin arkeoloji bölümlerinin bölgeye taşınmasından, bölgedeki bazı eski evlerin restore edilip, üniversite öğrencilerine yönelik pansiyon haline getirilmesinden, tarihi hanlarda el sanatları kursları düzenlenmesinden ve Kemeraltı’nın ticari olarak iyileştirilmesinden bahsediyoruz. Kısacası insanları daha fazla Kemeraltı’na çekebilmeyi hedefliyoruz. Akşam saat 18.00 oldu mu dükkanların kepenklerini indirdiği, yaşamayan bir yeri kalkındırmak mümkün değil..



KAİNATA MERAK SALDIM

Nasıl dinleniyorsunuz?

YÜCE:
Yorulmuyorum ki dinleneyim. Çünkü insanı istemediği, mutsuz olduğu şeyler yapmak yorar. Çok ciddi hobilerim var. Beşer yıllık planlar bunlar. 70 - 75 yaş arası yapacaklarımdan bir tanesi İspanyolca öğrenmekti onu hallettim. Ondan 5 yıl önce de İtalyanca vardı. Onu da halletmiştim. Bir de 70 - 75’te şarabı öğrenmek var. Tadım olarak değil … Yani neden bahsettiğini bilen bir kişi olmak açısından aşağı yukarı 34 tane kütük gibi kitap okudum. Hemen hemen dünyanın bütün şarap üretim bölgelerini gezdim. Bugün şarap hakkında çok ciddi ukalalık yapabilirim. Şarabın derinine inersen inanılmaz sofistike bir şey. Önümüzdeki 5 yıl için birkaç seçenek var. Karar veremiyorum. 80 – 85’te yaşayacak mıyım bir, 80 - 85’i yaşarken kafam hala yerinde olacak mı iki. Yazmak istiyorum. Belki 75 - 80 arasında seçeceğim hobilerden bir tanesi yazmak olacak.

Şarap tamam, peki hayatta derine inerken neler oluyor?

YÜCE:
Mecburen iniyorsunuz. Çünkü doğanın hakikaten her bir mucizesine teker teker tanık oluyorsunuz. İşin özü kainata merak sardım. Big Bang dediğimiz büyük patlama. 13.7 milyar önce neler oldu? Onun öncesi var mıydı? Sonrası nasıl gelişti, kainat nasıl genişliyor  filan… O beni çok heyecanlandırıyor. Anlamaya çalışıyorum. Tanrı’ya hiçbir şekilde yakınlaşmamış ya da Tanrı’yı şu ana kadar hiç kavramamış bir insan dahi olsanız, bu işin içine girdiğinizde onun o ilahi gücüne inanmamak mümkün değil. Korkunç bir denge var…

 
Dünya 0 ve 1 değil... Arada sonsuzluk var…
 
Güç baştan çıkarır!
YORUMLAR
Toplam 8 yorum var, 10 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Ercan Doğu 8 Aralık 2015 Salı 11:11

Sayın Uğur Yüce; Beyefendi, mütevazi, bilge, paylaşımcı kişiliğinize olan hayranlığım, sevgi ve saygım; sizi biraz daha tanıma fırsatı veren bu yazıyı okuduktan sonra, daha da arttı... Bu yazının usta bir gazeteci sevgili Hanzade Ünüz'ün kaleminden olması da ayrı bir tat... Senin de kalemine, yüreğine sağlık sevgili Hanzade...

Yorumu oyla      15      7  
Ufuk Dulun 27 Kasım 2015 Cuma 09:27

Hayatta karşına çıkan her yolu,kendine ve seninle birlikte yürüyenlere çok güzel şeyler katarak aştın.bu yolun on beş yılını(1972-1987)birlikte yürümek onur vericiydi.Işığın hiç sönmesin UĞUR ABİ

Yorumu oyla      20      8  
Orhan&Ilhan Guckan 21 Kasım 2015 Cumartesi 16:59

Sizi bir daha sevdik sevgili Guvernorum....

Yorumu oyla      18      10  
Emin Tüfekçiler 21 Kasım 2015 Cumartesi 15:50

Uzun yıllar birlikte çalışma imkanı bulduğum Senin gibi değerli bir dosta sahip olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Her bir safhası örnek olaylar ve hadiselerle dolu hayat hikayenin, gençlere, yaşamlarında yol gösterici bir rehber olacağına inanıyorum. Bundan sonraki yaşamında gerçekleştirmeyi arzu ettiğin bütün isteklerinin gerçekleşmesi dileğimle sağlık ve mutluluk dolu bir yaşam diliyorum. İyi ki varsın.

Yorumu oyla      18      10  
Sayil Dincsoy 17 Kasım 2015 Salı 21:29

Ne mutlu ne guzel kutlu bir omur. Turk olarak maalesef cok az kisiye nasip olabilir. Stefan Hawking in kitaplarini nacizane bu son asama meraklar muvacehesinde tavsiye ederim. Icten sevgilerimle Sayil

Yorumu oyla      20      10  
Muammer yıldız 17 Kasım 2015 Salı 20:37

Bu enerjiniz,heyacanınız ve gülüşünüz hep devam etsin ,UĞUR ABİ.Saygılarımla

Yorumu oyla      22      11  
Erdinç ALTINYELEKLİOĞLU 17 Kasım 2015 Salı 19:28

Uğur Bey genetiğinden çok özellikli doğmuş, ama daha çok özelliği de yetenek,vizyon ve yaratıcılığı ile tamamlamış, üstüne koymuş.Ne mutlu mu ki Ona, hayat kronolojisini anlatma zevkini de tanrı ona vermiş. Keşke İzmir'imizin yetiştirdiği nice değerlerimizi daha yakından tanısak,bilsek ve alabileceklerimizi alsak,öğrenebileceklerimizle gelecek kuşaklara yardımcı olsak.İzmir bunları önemser, böyle şeyleri kaldırır ve sever. İzmir aslında batıya açılan pencere değil, batıdır. yeter ki, Uğur Bey ve Onun gibi hemşerilerimizi daha da çoğaltabilsek, konuşturabilsek.Uğur Beye ve söyleşiyi yapana sonsuz teşekkürler.

Yorumu oyla      22      12  
İbrahim Yüncü 13 Kasım 2015 Cuma 18:21

Söyleşi harika ama söyleşi yapılan kişi de harika... Uğur'un zarif kişiliği ile birlikte görgüsünü, bilgisini çevresine yansıtan bir özelliği var. Zaten İzmir, Uğur gibi insanların katkısı desteği ile İzmir oluyor...

Yorumu oyla      28      15  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Dünya 0 ve 1 değil... Arada sonsuzluk var…
Psikiyatri uzmanı Doç. Dr. Zeki Yüncü ile ‘galip’lerin ve ‘mağlup’ların dünyasını konuştuk…
İzmir inşaatın yıldızı olacak
Hanzade Ünuz Ege’de Sonsöz için sordu, Müteahhitler Federasyonu Başkanı Necip Nasır yanıtladı…
Umudun adresi CHP
Hanzade Ünuz Ege’de SonSöz için sordu... CHP Genel Başkan yardımcısı ve ...
 
Sevmek yetmez, oy verin
Hanzade Ünuz, Ege’de SonSöz için sordu... MHP İzmir 1. Bölge milletvekili ...
Numunelik kadın kontenjanı!
EGİAD Başkanı Seda Kaya ülke ve kent gündemine dair soruları yanıtladı.
Normal bir vekillik istiyorum…
Gönül Soyoğul sordu, Zeynep Altıok yanıtladı...
 
Biz dikme çiçek değiliz
Ege’de Sonsöz Sohbetleri’ne konuk olan CHP İzmir 2. Bölge milletvekili ...
Mutabakata kararlıyız
Ege’de SonSöz Sohbetleri’ne konuk olan MHP Grup Başkan Vekili, İzmir 1. ...
AKP'nin 1 Kasım'da İzmir'deki oyu...
Egedesonsöz Genel Yayın Yönetmeni Fatih Yapar sordu, Büyükşehir Belediye ...
 
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Çoban ateşini 'topuklu' yaktı!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva