On Kasım’larda akla ziyan işler

Abone Ol

Her on kasımda devletimizin kurucusu, ulu önden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve şükran duygularıyla anıyoruz.

O ve ulusal savaşa canları ve kanlarıyla katkı sunan silah arkadaşları nur içinde yatsınlar diye dileklerde bulunuyoruz.

Bence bunlar çok güzel şeyler; ancak içini sulandırmamak, olmadık şeyleri gerçekmiş gibi sayıp, yapay bir tarih algısı oluşturmamak da gerekiyor, değil mi?

Gazi’nin resmi ölüm töreni, İstanbul’da ve ardından da Ankara’da yapıldı. İstanbul’da na’şı 19 Kasım gününe kadar öldüğü yer olan Dolmabahçe Sarayında kaldı. O süre içinde aynı yerde dini tören de yapılmış, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya tarafından cenaze namazı kıldırılmıştı. 19 Kasım 1938 günü naaş Dolmabahçe’den törenle alınarak bir top arabasının üzerine konulmuş; sonra da Kabataş, Tophane, Karaköy ve Gülhane üzerinden Sarayburnu’na getirilmişti. Ardından bir deniz motoruna konulmuş ve kıyıdan açıklarda demirlemiş olan Yavuz zırhlısına konulmuş, deniz yoluyla İzmit’egetirilmişti. İzmit’te bir süre kalan naaş, bir trene bindirilerek, Ankara’ya gönderilmişti.

Büyük Gazi’nin ölümü üzerine bütün ulus, acı içinde ağlıyor; onun için ülkenin her yanında törenler yapılıyordu.

20 Kasım günü Ankara’ya gelen naaş, trenden alınmış ve Büyük Millet Meclisi’nin önünde ünlü Alman Mimar BrunoTaut tarafından yapılan ve meclis binasının ön tarafında kurulan görkemli takta taşınmıştı.

Taktın yapılış öyküsünü ilerde ele alacağız.

Ama birkaç bilgi verelim:

BrunoTaut Nazi zulmünden kaçarak 1930 yılında Türkiye’ye Atatürk’ün onayı ile getirilmiş ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölüm başkanlığına getirilmiş bir Alman mimardı. Hasta olmasına karşın Ankara’nın soğuk Kasım günlerinde tek kurul para almadan Gazi’nin naaşı için taktın önce tasarımını yapmış, ardından planlar çizilmiş ve hızla gereken malzemeler sağlanarak, gece gündüz bir çalışma sonrasında tören gününe yetiştirilmişti.

Taktı dört meşaleli sütun çevreliyordu. Öndeki iki büyük sütundan büyük bir Türk bayrağı arka sütunlara doğru uzuyor; yine sütunları saran defne dalları takta ayrı bir güzellik veriyordu. Her taraf güllerle ve çiçeklerle bezenmişti.

Gazinin naaşı bir gece bir gündüz bu takta kaldı. Ertesi gün devlet erkânı, yabancı diplomatlar ve yurttaşlar na’şın önünden saygı geçişi yaptılar. Törenin ardından naaş bulunduğu yerden alındı ve yine subayların omuzlarında bir top arabasına konuldu. Bir kortej eşliğinde Etnografya Müzesi’ne götürülerek, özel olarak hazırlanmış mozoleye konuldu.

Atatürk bir anıt mezar yapma hazırlıkları daha o günlerde başlamıştı. Taktı yapan Alman mimar BrunoTaut, anıt mezarın yapılacağı yeri saptayan kurulun arasında yer almıştı. Ne yazık ki o yoğun çalışma döneminde hastalığı nüksetmiş olan Taut, Atatürk’ün ölümünden kırk gün kadar sonra İstanbul’da yaşamını yitirdi ve Edirnekapı Şehitliğinde toprağa verildi.

Anıtkabir’in yapımı ise 1953 yılında tamamlandı. O tarihte Demokrat Parti iktidardaydı. O yıl düzenlenen büyük bir devlet töreniyle Gazi, Anıtkabir’de toprağa verildi.

O nedenle 10 Kasımlar bizim için çok önemlidir. Anıtkabir’de on kasımların yıl dönümlerinde yapılan anma törenleri de ayrı bir anlam taşır.

Ancak gelin görün ki zaman içinde Anıtkabir kimi siyasi polemiklerin arasında yer aldı. Bundan da kötüsü, yakın tarih olaylarını çarpıtmak için belli kesimler için bir fırsat olarak görüldü. Atatürk hakkında akıl almaz ithamların ve iftiraların yoğunlaştığı bir zaman dilimi halini aldı. Atatürk’ün öncülük ettiği büyük Türk Devrimini küçümsemek, tarihi anlamının dışında bir noktaya çekme yaklaşımları çığ gibi büyüdü. Kimi tarihi kişiliklerin tarihsel süreçte oynadıkları roller göz ardı edilirken, kimilerine de olmayan payeler verilerek, yapay bir tarih inşasına girişildi.

Bunlar yapılırken Atatürk ya görmezden gelindi ya da ağır yakıştırmaların hedefi haline getirildi.

Anıtkabir, adından da belli, her şeyden önce bir kabirdir; ama o, bir ulusun önderi ve ülkenin kurucusuna saygının gereği aynı zamanda bir “anıt” tır da.

Ulus, Atatürk’ün ölümünden sonra dar olanaklarını kullanarak, kendi devletinin kurucusu ve ebedi önderine bir vefa borcu olarak ona bir anıt mezar yapılmasını uygun görmüş ve bunu da yapmıştır.

Atatürk’ün kendisi içi sağlığında, şatafatlı bir mezar istemediğini biliyoruz.

Öyle ki onun annesinin İzmir Karşıyaka’daki mezarının son derece sade bir mezar olmasını istediğini de biliyoruz. Şatafatlı bir mezar taşı yapıldığı bilgisini alınca şunu demiştir Atatürk:

-“Böyle şeye gerek yok; Yamanlar dağından büyükçe bir kaya parçası getirinizve annemin na’şının başına dikiniz. En anlamlı mezar taşı, bu yurdun bir kaya parçası olur”.

Bizim kültürümüzde mezara, mezarda yatan kişinin manevi varlığına uhrevi bir saygı geleneği vardır.

Oysa hemen her yıl görülen bir sahne gerçekten insanı şaşırtıyor:

Özellikle on kasım anmalarında resmiprotokol Anıtkabir’de, Aslanlı yoldan geçip, mozoleye yanaştığında, Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine hararetli sloganlar atılıyor.

Bunun niçin yapıldığını sorgulamıyorum, belki de çok masumca bir tavırdır, bilmiyorum.

Akla ziyan işlerdir bu işler.

Tarihi kişileri ve olayları günümüzün siyasi polemik konusu haline getirerek yıpratmanın hiç anlamı var mı?

Kaldı ki ölmüş gitmiş o kişiler kendilerini savunacak durumda olmadıklarına göre bunun bir vicdani yükü yok mu?

Kaldı ki sayın cumhurbaşkanının bu sloganlara ihtiyacı da olamayacağına göre, buna ne gerek var?

Buna karşı denilecek tek bir söz var:

Biraz ciddiyet

Biraz sağduyu ve vicdan!