New York seçimi aslında ne diyor?

Abone Ol

New York, bir kez daha tarih yazdı. Dünyanın en büyük kentlerinden biri, bu defa gökdelenlerin gölgesinde değil, halkın vicdanında yönünü buldu. Uganda doğumlu, annesi Güney Asya kökenli, Müslüman bir genç adam Zohran Mamdani New York’un yeni belediye başkanı oldu. Eşi de Suriyeli bir sanatçı. Bu sonuç, yalnızca bir kent seçiminin sonucu değil; Amerika’nın ruhunda yankılanan daha derin bir dönüşümün habercisi.

Zohran Mamdani’nin zaferi, birçok açıdan “olağanüstü” bir hikâye. 34 yaşında, göçmen bir ailenin çocuğu, “demokratik sosyalist” bir kimlik, üstelik güçlü bir siyasi hanedanlığın karşısında, Andrew Cuomo gibi deneyimli bir ismi geride bırakıyor. Bu tablo, Amerika’da siyasetin yeni bir evreye geçtiğini gösteriyor. Çünkü Mamdani’nin başarısı, geleneksel güç odaklarına değil, halkın nabzına dayanıyor.

Zohran Mamdani, 1960’lardan bu yana en yüksek katılımla, oyların yüzde 50’sinden fazlasını alarak New York Belediye Başkanlığı seçimlerinin galibi ilan edildi. Yarış başladığında tamamen yabancı olan Mamdani, şehrin ilk Müslüman belediye başkanı ve 100 yılı aşkın süredir en genç belediye başkanı olacak. Donald Trump’a karşı ulusal bir muhalefet sembolü olarak ortaya çıkan, kendini açıkça sosyalist olarak tanımlayan Mamdani, ilerici Demokratlara uğruna mücadele etmeye değer bir şey verdi.

Dün gece Virginia ve New Jersey’de de valilik kazanan ve Kaliforniyalı seçmenlerin, Cumhuriyetçilerin kırmızı eyaletlerde haritayı kendi lehlerine yeniden çizme çabalarına karşı tasarlanmış bir yeniden bölgeleme planını desteklediğini gören Demokratlar için her açıdan iyi bir geceydi. Ancak Cumhuriyetçiler, Mamdani’nin kendileri için de bir hediye olduğuna inanıyor: Adaylığına sık sık ırkçı saldırılarda bulunarak, onu bir “cihatçı”, bir “komünist” olarak karaladılar ve solda yeni bir aşırılığı temsil ettiğini iddia ettiler.

Buna karşılık seçim kampanyası boyunca Mamdani’nin dilinde öfke değil umut, rekabet değil dayanışma vardı. “Geçim sıkıntısı çeken işçi sınıfı için bir kazanım” dediğinde, yalnızca New York’taki kiracıları ya da otobüs bekleyenleri değil, dünyanın dört bir yanında adil bir yaşam mücadelesi veren insanları temsil ediyordu. Bu, “küresel şehirlerin” artık yalnızca finans merkezleri değil, aynı zamanda vicdan merkezleri de olabileceğini hatırlatıyor.

Bu sonuç dünyanın yarısından çoğuna umut verdi bence. Çünkü Mamdani’nin zaferi, siyasetin yeniden insanı merkeze alabileceğini gösteriyor. Uzun süredir teknikleşmiş, duygusuz bir alana dönüşen siyaset, onunla yeniden “iyiliği örgütleme sanatı”na dönüyor. “Şehri bir önceki günden daha iyi hale getirmek” sözü, bir slogandan çok, yöneticiliğin özünü özetliyor.

Elbette bu seçimi yalnızca yerel bir olay olarak görenler var. Ancak birçok gözlemciye göre New York’taki bu sonuç, Donald Trump için de sembolik bir yenilgi anlamı taşıyor. Çünkü Trump’ın yükselişi de bu şehirden başlamıştı; Mamdani’nin zaferi, o karanlık popülizme karşı doğan yeni bir ışık olarak görülüyor. “Şimdi televizyonunun sesini aç Trump” diyerek yaptığı çıkış, bir siyasetçiden çok, bir çağın bitişini ilan eden bir liderin sözleri gibiydi.

Trump’ın yıllardır körüklediği korku siyasetinin karşısına Mamdani, “umut” kelimesini koydu. Üstelik bunu yalnızca duygusal bir söylemle değil, somut politikalarla destekledi: ücretsiz ve hızlı otobüsler, evrensel çocuk bakımı, kira artışlarıyla mücadele… Yani “insanca yaşam”ı bir ideal olmaktan çıkarıp, uygulanabilir bir kamu politikası haline getirme iradesiyle.

Bu nedenle New York’un tercihi, aslında Amerika’nın kendi iç hesaplaşmasıdır. Ülkenin en zengin kentinde, yoksulluğun ve eşitsizliğin artışına “dur” diyen bir halkın iradesidir. Mamdani, yalnızca bir seçim kazanmadı; “başka bir dünya mümkün” diyen bir hareketin sembolüne dönüştü.

Bu seçimin bir diğer anlamı da, Demokrat Parti içindeki yön arayışına verdiği cevap olarak değerlendiriliyor. Uzun süredir merkezde kalıp kararsız seçmenleri çekmeye çalışan partinin, tabanında yükselen ilerici dalgayı artık görmezden gelmesi mümkün değil. Mamdani’nin çizgisi, Sadiq Khan’ın Londra’da temsil ettiği anlayışla birleşiyor: kapsayıcı, adil, çevre dostu, insan odaklı bir kent yönetimi.

Bir yandan da bu sonuç, göçmen kökenli milyonlarca insan için bir umut işareti. Amerika’nın “bizden biri” diyebildiği, farklı bir kökten gelen ama aynı idealleri taşıyan bir liderin yükselişi, ülkenin kuruluş değerlerine dönüş anlamına geliyor. Çünkü Amerika, bir zamanlar herkesin eşit fırsatla hayal kurabildiği bir ülke olma iddiasındaydı. Şimdi o hayali, belki de en gerçek haliyle bir Müslüman genç yeniden hatırlatıyor.

Kısacası, New York bu seçimle bir kişiyi değil, bir fikri seçti: değişim fikrini. Ve okuduğum yorumlara bakılırsa dünya bu değişimin yönünden, tonundan, ruhundan memnun. Çünkü Mamdani’nin kazandığı şehir, Trump’ın kaybettiği şehirle aynı. Ama bu kez, o şehir umudu seçti.
Ve umut, sonunda kazandı.