Şu ara her şeyin neolitiği meşhur ya, sevgili dostum Recep Topçu, Erman Sağıroğlu’nun -hem de imzalı- “Neolitik Sinema” kitabını gönderince şaşkınlığımı gizleyemediğimi ifade etmeliyim.

Kitabı okumaya başlayınca şaşkınlığım yerini hayranlığa bıraktı.

“Neolitik Sinema” insanın ilk hikâyesinden bugünün mitolojisine uzanan bir yolculuk gibi. Sinema tarih boyunca yalnızca teknik bir icat olmadı; insanın kendini anlama, anlatma ve dünyayı temsil etme çabasının yeni bir ifadesiydi. Neolitik Sinema tam da bu noktada devreye giriyor. Görsel anlatının köklerini modern kültürde değil, insanlık tarihinin en derin katmanlarında arıyor. Kitap, arkaik bilinçten günümüz sinemasına uzanan bir çizgide, mitlerin, ritüellerin ve kadim sembollerin modern ekranda nasıl yeniden hayat bulduğunu araştırıyor.

Neolitik dönemin ritüellerinden Göbeklitepe’nin taş sütunlarına, Mezopotamya’nın yaratılış öykülerinden çağdaş bilimkurguya uzanan bu yolculuk, aslında tek bir sorunun etrafında dönüyor. İnsan neden hikâye anlatır?

Kadim Ritüellerden Modern Görsel Kültüre

Kitap, Göbeklitepe’nin yalnızca arkeolojik bir buluntu değil, görsel iletişimin erken formlarını barındıran bir “ilk sahne” olduğunu savunan cesur bir çerçeveyle başlıyor. Sütunlardaki hayvan figürlerinin, kozmolojik dizilimlerin ve törensel mekânların bir çeşit arkaik sinematografi olduğu fikri, esere özgün bir bakış kazandırıyor.

Buradan hareketle sinemanın sadece bir sanayi ya da sanat formu değil; binlerce yıldır değişen teknolojiye rağmen özünü koruyan bir kültürel belleğe sahip olduğu düşüncesi güçleniyor.

Mitolojik anlatılar: sinemanın ilk senaryoları… Kitabın en güçlü bölümlerinden biri, sinema ile mitoloji arasındaki ilişkiyi ele alan kapsamlı analiz. Sümer tabletlerinden Yunan tragedya geleneğine, Mezopotamya’nın destansı krallarından Orta Asya mitlerine kadar geniş bir coğrafyada dolaşarak, bu kadim hikâyelerin bugün hâlâ neden etkili olduğunu açıklıyor.

Uzay destanlarının, kahramanlık mitlerinin, “seçilmiş kişi” temasının, kayıp-yeniden doğuş döngüsünün modern sinemada nasıl yeniden üretildiği inceleniyor.
Örneğin, “Bilimkurgunun kadim kozmolojilerle kurduğu bağ”, “Karanlıkla aydınlık arasındaki bitmeyen çatışmanın metafizik kökenleri”, “Kahramanın Yolculuğu’nun antropolojik temelleri”, “Melankoli, hafıza, kayıp ve ölümsüzlük arayışlarının çağlar boyunca değişmeyen sembolleri”…

Tüm bu öğeler, sinemanın modern görselliğinde hâlâ nasıl yaşadığını gösteriyor.

Çok ilginç yaklaşımlar değil mi?

Kültürel kuramlar ve sinema… Kitap, sinemayı yalnızca tarihsel ya da mitolojik bir alan olarak değil, kültürel bir pratik olarak da değerlendiriyor. Kültür kuramcılarının (ritüel kuramları, simgesel etkileşim, kültürel antropoloji vb.) sinema üzerine düşüncelerini harmanlayarak, görsel anlatının toplumsal hafıza üzerindeki etkisini sorguluyor.

Bu yaklaşım, sinemayı bir “yansıtma” aracı olmaktan çıkarıp, kültür üreten, kimlik inşa eden, toplumsal sembolleri yeniden dolaşıma sokan bir güç olarak konumlandırıyor.

Ritüeller, sembolizm ve kutsal anlatılar… Metnin bir diğer önemli boyutu, ritüellerin sinemadaki yankıları üzerine kurulu. Ritüellerin yalnızca dine ait bir unsur olmadığı; toplumsal hayatın, hatta modern ekran kültürünün bile ritüelleştiği düşüncesi merkezî bir yer tutuyor.

metin, ekran görüntüsü, kitap, poster içeren bir resim Yapay zeka tarafından oluşturulmuş içerik yanlış olabilir.

Kadim toplumlarda ölümü ve yaşamı anlamlandıran ritüeller, doğa merkezli sembolizm, mitlerin modernleşerek popüler kültürde yeniden ortaya çıkışı, anlatıların döngüselliği; ölüm, yeniden doğuş, arayış, dönüş… Tüm bunlar, sinemanın neden insan ruhuna bu kadar yakın olduğunu açıklayan antropolojik bir çerçeve sunuyor.

Kitap, insanlığın en eski anlatı kodlarını bugünün sinemasında arayan bir “köprü çalışması”.
Okuyucuyu zaman içinde dolaştıran, arkeoloji, antropoloji, mitoloji ve film kuramını aynı çatı altında buluşturan bir düşünce egzersizi.

“Neolitik Sinema” deyimi, sinemanın kökeninin elektronik kameralar, analog makineler veya perdeler değil; insanın kendisi olduğunu hatırlatıyor. Bir başka deyişle bu kitap, sinemanın sadece 120 yıllık bir geçmişi değil, 12 bin yıllık bir hafızası olduğunu savunuyor.

Göbeklitepe’nin taşlarında, Sümer tabletlerinde, mitolojik kahramanlarda, ritüellerde ve kadim hafızada saklı olan bu görsel dil, bugün hâlâ sinemanın en güçlü damarını besliyor

Kitabın arka kapağında yazdığı gibi, “Neolitik Sinema, Göbeklitepe sakinlerinden, günümüz Hollywood sinemasına kadar insanın hikâye anlatma isteğinin seyrini, nedenleri ve uygulamaları ile ortaya koymaya çalışan bir kitap.” (Klaros Yayınları)

Kitap Erman Sağıroğlu’nun ilk kitabı. Kendisi sinemacı. İlk ve orta öğrenimini Trabzon’da tamamlamış. 2014 yılında Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden mezun olmuş, 2014 yılında Delilik adlı kısa filmin ve Romeika adlı belgeselin yönetmenliğini yaptı. 2017 yılında Koncolos adlı belgeselde görüntü yönetmenliğini üstlenmiş. 2021’de Madde isimli kısa filmi çekmiş. Kısa film ve Belgesel çalışmalarına devam ediyor.

Perde kararıyor, ama ilk ateşin etrafında anlatılan o eski hikâye hâlâ sürüyor. Erman Sağıroğlu’nu bu çalışmasından ötürü kutluyorum. Devam etmeli bu konu üzerine bence.