Mizah ciddi bir iştir

Abone Ol

“Ağustos böcekleri gene birdenbire sustular, yanlış güvercin beynimizde gereksiz pikeler yapmayı sürdürüyor."

Ferhan Şensoy’u kaybedeli dört yıl oldu. Onu anmak, yalnızca büyük bir tiyatrocunun hatırasını yaşatmak değil; aynı zamanda Türk sahne sanatının derin köklerini, modern biçimlerle kaynaştıran eşsiz bir sanat anlayışını hatırlamak demektir.

Şensoy’un tiyatrosu, Karagöz’ün sivri dili, meddahın anlatıcılığı ve ortaoyununun doğaçlama neşesi üzerine kuruluydu. Ama bu temeli kuru bir folklor olarak değil, yaşayan bir damar olarak gördü. Bu mirası, Bertolt Brecht’in epik tiyatrosuyla, Karl Valentin’in absürt mizahıyla, kabarenin taşlayıcı diliyle buluşturdu. İşte bu yüzden, onun sahnesinde Kel Hasan Efendi ile Brecht, Dümbüllü ile Karl Valentin aynı perdeyi paylaşabiliyordu.

Ferhan Şensoy için gelenek, bir müze vitrininin tozlu parçası değil; bugünü ve yarını anlamanın anahtarıydı. Seyircisini de bu anahtarla hayatın kapılarını aralamaya çağırıyordu.

“Ferhangi Şeyler”: Bitmeyen Tek Kişilik Maraton

Onun adını ölümsüz kılan işlerden biri Ferhangi Şeyler oldu. 1987’de başlayan ve binlerce kez sahnelenen bu oyun, aslında Şensoy’un memleketle, toplumla, insanla kurduğu diyalogun sürekliliğinin bir simgesiydi. Her oyunda güncel göndermelerle yenileniyor, her temsil başka bir tat kazanıyordu. Ferhangi Şeyler’e kim bilir kaç kez gittim.

Bir tiradında şöyle diyordu: “Bizim memlekette halk, her seçimde aynı yere basar, sonra niye aynı yere bastığını tartışır. Ama kabahat oy pusulasında değil, halkın tabanında.”

Bir başka sefer, gündelik hayatın absürtlüğünü şu sözlerle özetlemişti: “İstanbul’da trafik, Shakespeare’in trajedilerinden daha derin, Kafka’nın romanlarından daha absürttür. İnsan direksiyona geçti mi, önce sabrını, sonra kimliğini kaybeder.”

Bu cümleler, yalnızca bir oyun repliği değil; dönemin sosyal panoramasını çizen hicivli birer aynaydı.

Ferhan Şensoy, sadece sahnede değil, edebiyat dünyasında da kalemiyle derin izler bıraktı. Kalemimin Sapını Gülle Donattım adlı kitabında, hem tiyatroya hem de memlekete dair ironik gözlemlerini paylaştı. Orada şöyle yazıyordu: “Benim için yazmak, tiyatronun kulisinde sigara içmek gibidir; dumanı tüter, odada kalır ama kokusu bütün salona yayılır.”

Yine Güle Güle Godot kitabında, tiyatroya bakışını özetlerken şu sözü hatırlanır: “Godot’yu beklemeyin, çünkü o gelmez. Ama sahneye çıkın, çünkü seyirci hep gelir.”

Bu satırlar, onun tiyatroyu hem bir varoluş biçimi hem de toplumsal sorumluluk alanı olarak gördüğünü gösterir.

Şensoy’un taşıdığı en önemli sembollerden biri, Dümbüllü’nün kavuğuydu. Gelenekten gelen bu emanet, ustadan çırağa geçen bir zincirin parçasıydı. O kavukla birlikte, sadece bir simgeyi değil, Türk halk tiyatrosunun sürekliliğini de sırtında taşıdı. Rasim Öztekin’e devrettiğinde, aslında şunu söylüyordu: “Tiyatroda ustalık, sahip olmakla değil, devretmekle ölçülür.”

Ferhan Şensoy için mizah, hafif bir eğlence değil, en ciddi meseleydi. Çünkü güldürmek, insana aynayı göstermenin en etkili yoluydu. Bir tiradında şöyle sesleniyordu seyirciye: “Tiyatro dediğin şey, sokaktaki adama bir ayna tutar. Ama o ayna eğrilip bükülmüştür. Kendini görürsün ama biraz yamuk, biraz abartılı. O yamuklukta saklıdır hakikat.”

Mizahın keskinliğiyle, seyircisini kahkahadan düşünceye, düşünceden yüzleşmeye taşırdı.

Ferhan Şensoy’u kaybetmek, Türk tiyatrosunda doldurulması güç bir boşluk yarattı. Ama ustalar, gerçekten ölmezler; sahnede söylenen sözleri, yazdıkları satırları ve yetiştirdikleri öğrencileriyle varlıklarını sürdürürler. Orta Oyuncular topluluğu, onun açtığı yolda yürümeye devam ediyor. Seyircilerse, hâlâ onun tiratlarında kendi hayatlarının yankısını buluyor.

Dört yıl sonra, onu anarken belki en doğrusu şudur: Ferhan Şensoy, yalnızca bir tiyatrocu değildi. O, Karagöz ile Brecht’in, Dümbüllü ile Valentin’in aynı sahnede buluşabildiği bir köprüydü. O köprüden geçen herkes, biraz daha gülerek, biraz daha düşünerek, biraz daha aydınlanarak çıktı.

Ve biz biliyoruz ki, tiyatro perdesi her açıldığında, onun kahkahası, zekâsı ve ironisi hâlâ sahnenin bir yerinde fısıldamayı sürdürüyor.