Muhittin AKBEL / EGEDESONSÖZ - Bugün, Bayraklı'yı yıkıp geçen 30 Ekim Sisam depreminin beşinci yıldönümü. 6,6 büyüklüğündeki depremde çok sayıda bina yıkıldı, 117 yurttaşımız hayatını kaybetti. Geride büyük acılar bırakan o depremin ardından başka kentlerde çok büyük acılar yaşandı. Peki, deprem gerçeği bir yerde dururken, yerel yönetimler, merkezi hükümet ne yapıyor? Ne gibi yanlışlarda ısrar ediliyor? Çözüm nedir?
YAPI STOKUNUN YÜZDE 60'I SINIFTA KALMIŞ DURUMDA
Bu soruları, Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Uğur Yıldırım'a sorduk. Genç Başkan, yaptğı değerlendirmelerde çok önemli noktalara değindi, gerçekten ciddiye alınması gereken çözüm önerilerinde bulundu. Depremlere rağmen hala İzmir'de kaotik bir ortam olduğuna vurgu yapan Başkan Yıldırım, şunları söyledi:
"30 Ekim'deki depremin Sisam depremi olduğuna vurgu yapmam lazım, çünkü İzmir'de olacak bir deprem değildi. Bu deprem, İzmir'in unuttuğu deprem gerçeğini yeniden gündeme soktu. Peki sonrasında gerekenler yapıldı mı? Gerçekten kaotik bir ortam var ortada. Kentsel dönüşüm adı altında sadece bina güçlendirmenin konuşulması, binaların dönüşebilmesi için verilen emsal hakları...Kentte aslında bütüncül bir plan doğrultusunda kademeli bir şekilde bu konuda ilerleme fırsatı varken, maalesef bunun önüne geçmiş durumda tekil dönüşümler... İzmir'in yapı stokunun yüzde 60'ı, deprem yönetmeliğine göre sınıfta kalıyor. Bunu tamamen doğru aktarmak lazım. Olası bir İzmir depreminde 10 binadan 6'sı yıkılacak gibi bir düşünceyle kaosu, algıyı bu kente yaşatmamak lazım."
ÖNCELİKLİ DÖNÜŞÜM GEREKTİREN BİNALARIN TESPİTİ YAPILMALI
"Antakya komple yıkıldı. Devletin kaynakları yıllardır oraya akıtılmasına rağmen ayağa kalkamadı. İzmir çok daha büyük bir kent. İzmir'in yüzde 60'ının dönüşümü onlarca yıla yayılması gereken planlama gerektirir. Bu yüzde 60'lık kesimde, yıkılması muhtemel eski, zayıf binalar hangileri, öncelikle onları belirlemek gerekiyor. Yüzde 60 kapsamındaki tüm binaları aynı kefeye koyamayız. Öncelikli dönüşüm gerektiren yerlerin tespitini yaparak 10 yıllık, 15 yıllık plan yaparak oradan işe başlamak gerekir.Öncelikle can güvenliğini sağlayacak düzenlemeleri yapmak zorundayız. Bir binanın depremde yıkılmaması, binanın görevini yerine getirdiği anlamını taşır. Önemli olan, binanın can kaybına sebebiyet vermemesidir."
YAPILAN ÇALIŞMALAR, HER ANLAMDA ÇOK AĞIR SEYREDİYOR
Mikro bölgelemeye çalışmalarının henüz tamamlanmadığını belirten Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Uğur Yıldırım, vatandaşların müteahhitler karşısında yalnız bırakıldığını öne sürdü:
"Mikro bölgeleme çalışmalarının, zemin verisinden bağımsız tespitlerin yapılması mümkün değil. Kentte mikro bölgeleme çalışmaları başladı, aradan yıllar geçti ve hala tamamlanamadı. Her anlamda bir şeyler yapılıyor ama çok ağır gidiyor. İmar affından sonra hükümetin sorumluluğu belediyelere yüklemesi söz konusu oldu. Belediyeler, haklı olarak sorumluluğu bir şekilde almak istemiyorlar. Fakat yapılanlar, gördüklerimiz, belediyelerin attığı adımlar, kamuoyunu tedirgin ediyor; derli toplu yürütülmediği yönünde görüş oluşturuyor. Örnek vermem gerekirse; 2018 yılında yapılmış ve günün deprem mevzuatına uygun bir bina, bugünkü yönetmeliğe uymadığı için "binanız risklidir" diye yazı gönderiliyor. Binanın fiziki koşullarında risk yok ama son deprem yönetmeliğini tam karşılamıyor, doğru. Bir sonraki aşamada gelen bir kurala uygun olmaması son derece doğaldır."
YEREL VE MERKEZİ YÖNETİMİN GÜVEN TESİS ETMESİ GEREKİYOR
Bu konuyu örneklerle açan Başkan Yıldırım, şu görüşleri aktardı:
"7 yıl önce yapılmış binası için, yanınız riskli, test yaptırın, denmesi, o vatandaşı ve o binada oturan herkesi sadece tedirgin eder. Oysa üzerinde durulması, esas uyarılması gereken bina, 2018 yılında yapılan bina değil, depremde ayakta kalamayacak binalardır. Yerel yönetimin de merkezi yönetimin de insanlara güven tesis etmesi gerekir.Biz öncelikle can kaybına yol açacak yapıları tespit etmek için çalışmalarımızı hızlandırdık, şu tarihte bitirmeyi hedefliyoruz, imar konusunda mutlaka irade koyacağız,; sonrasında da gerçekten öncelikle yenilenmesi gereken binaları üst ölçekli kentsel dönüşüm planları ile bunu yapacağız, kararlıyız; denmeli. Daha önce yapıldığı gibi emsal fazlası verip mal sahibiyle müteahhidi baş başa bırakalım, şeklinde olmamalı. Yüzlerce, binlerce sözleşme imzalandı, sözleşme bedelleri üzerinde çok yüksek paralar talep edildi. Çünkü vatandaşla müteahhit, karşı karşıya getirildi, vatandaş yalnız bırakıldı.Bu da doğru bir şey değil. Yerel ve merkezi yönetimlerin bu konuda da güven tesis etmesi gerekir. İnsanlar tedirginler ve kafalarında soru işaretleri var; dolayısıyla bu tedirginliğin giderilmesi için düzgün adımların atılması gerekiyor."
RİSKLİ BİNALARIN SATIŞI VE KİRALANMASININ ÖNÜNE GEÇİLMELİ
Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Uğur Yıldırım, depremde yıkılma riski taşıyan binaların satışının veya kiralanmasının önüne geçilmesiyle, kentsel dönüşümün bambaşka bir anlam kazanacağı görüşünü savundu:
"Deprem güvenliği olmayan, gerçekten risk teşkil eden binaların kiralanmasının ve satışının önüne geçilmesi gerekiyor. Freni tutmayan bir arabayı satamazsınız, kiralık veremezsiniz; çünkü olası bir kazadan dolayı sorumlu olursunuz, yargılanırsınız. Fakat görüyoruz ki, ekonomik duru iyi olan vatandaş deprem güvenliği olmayan evi boşaltıyor, sağlıklı bir konuta geçiyor ve kendisinin oturmak istemediği o daireyi, riskli olduğunu bile bile kiraya veriyor. Ya da bu tip binalar satılıyor. Kentsel dönüşümün önünü tıkayan birtakım çalışmalar var. Herhangi bir ilçede 40 yıllık bina, riskli olduğu halde 4 milyon liraya el değiştiriyor; alan kişi 500 bin lira harcayıp mutfağı tadilattan geçirdikten sonra 7,5 milyon liraya ilana koyuyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Mutfak yenilenmiş ama depremde yıkılmayacağının garantisi yok! Bunun önüne geçerseniz, o zaman insanlar kentsel dönüşümü gerçekten masaya yatırırlar."
EV SAHİPLERİ, KENTSEL DÖNÜŞÜM MOTİVASYONUNDA DEĞİL
Başkan Uğur Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye'de emlak sahipliği oranı düştü. Zaten deprem karşısında güvenli olmayan konutlarda oturan ev sahibi sayısı daha düşük. Çoğunluk kiracı... Bu bağlamda ev sahipleri satabildikleri, kiralayabildikleri için, bunu hala meta olarak elinde tutabildiği için kentsel dönüşüm motivasyonuna girmeye müsait değil. Bu motivasyonun kazandırılması gerekiyor. Bakanlığın bu konuda bir regülasyon koyması lazım. Güncel deprem yönetmeliği penceresinden bakıldığında İzmir'in yapı stokunun yüzde 60'ı riskli. Bakanlık şunu söylemeli; biz bir sistematik getirdik. Bu sistematik dahilinde yapılan testler sonucunda kırmızı sınıfta kalan yapılan satılamaz, kiralanamaz! Bu, şu demek olmamalı; 2018'de yapılmış bina da bir sonraki deprem yönetmeliğini karşılamıyor ama bu kural, onlar için geçerli olmamalı. Çünkü o dönemin yönetmeliğine uygun. Siz son yönetmelik penceresinden bakıp, o yönetmeliğe uymayan tüm binaların kiralanması ve satılmasını yasaklarsanız, bu doğru olmaz; eşyanın tabiatına aykırı bir şey olur. Gerçekten riskli olan yapılar için geçerli olmalı. Nasıl ki 65 yaşından sonra nasıl ki ehliyetinizi yenilemek için sağlık raporu almak zorundasınız; o halde 40 yaşındaki bina için de sağlık raporu alınmalı. 40 yaşında, 50 yaşındaki bina, bakanlığın kriterleri doğrultusunda test edilmeli ve sınavı geçerse satışı ya da kiralanmasının önü açılmalı. Doğalgaz, sıfır binaya da bağlanıyor, 50 yaşındaki binaya da... 50 yaşındaki bina için risktir aslında oraya doğalgaz bağlanması. Özetleyecek olursak, kamuoyunu güvende hissettirmek gerekir. Konutun bir yatırım aracı olarak kullanılmasını da kısıtlamak gerekiyor. İnsanlar, dayanıksız evlerde yaşamak zorunda bırakılıyor. Biz bu kentte, başka kentlerde insanların doğru, sağlıklı binalarda yaşamalarını istiyoruz."