26 Ağustos 1922 sabahı… Afyon Kocatepe, henüz güneşin ilk ışıklarına uyanmamıştı. Anadolu’nun bağrı sessizdi ama o sessizlik, tarihin en gür sesine gebeydi.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Ücç dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.(Nazım Hikmet)
***
Türk ulusu, birlik ve beraberliği, vatanını ve bağımsızlığını her şeyin üstünde tutan yaşam felsefesiyle en olanaksız durumlarda bile büyük zaferler kazanmıştır.
Ağustos ayı, halkımızın birlik ve beraberliğini pekiştirdiği, bağımsızlığını ve gücünü tüm dünyaya yüksek sesle duyurduğu önemli zaferlere sahne olmuştur.
26 Ağustos 1071’de Malazgirt Zaferi ile ulusumuza kapılarını açan Anadolu, yine Ağustos ayında Mustafa Kemal önderliğinde verilen bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlanmasıyla sonsuza kadar yurdumuz olmuştur.
***
Ve o an, yalnızca askerler değil; Anadolu’nun bağrında doğmuş her çiçek, her taş, her dere bu sesi duydu. Çünkü bu emir, esareti reddeden bir milletin yeniden doğuşunun müjdesiydi.
Köylü kadınlar kağnılarla cephane taşıdı. Çocuklar askerlerin ayak izlerine su döktü. Mehmetçik, bir milletin şerefi uğruna canını hiçe sayarak ileri atıldı.
O sabahın yankısını Nazım Hikmet yıllar sonra böyle yazdı:
“Ve o sabah saat beşte toplarımız ateşe başladılar,
Gökyüzü çelik mavisiydi…
Ve Mustafa Kemal Paşa,
Gözleri mavi bir çelik gökyüzünde
Bir mavi yıldız gibi parlıyordu…”
26 Ağustos, zincirlerin kırıldığı, toprağın özgürlüğü yeniden soluduğu gündü.
30 Ağustos – Dumlupınar’da Zafer
Günler süren çetin çarpışmalar, 30 Ağustos 1922 sabahı Dumlupınar’da doruğa çıktı.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi, yalnızca bir savaş değildi. Bir milletin “ya istiklal ya ölüm” kararlılığının ete kemiğe bürünmesiydi.
Toprağın üstünde kan vardı, gözyaşı vardı, ama hepsinden çok inanç vardı. Türk ordusu, yorgun ama sarsılmaz bir iradeyle düşmana son darbeyi indirdi.
30 Ağustos, yalnızca bir muharebenin değil, Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu olarak kalacağının ilanıydı.
O günün ruhunu, Nazım’ın dizeleri bir kere daha yüceltti:
“Toprağın üstünde bir ateş parçası yürüyordu,
Bu, Mustafa Kemal’in kalbiydi.
Yorgun askerlerine sesleniyordu:
‘Dinlenmek yok! Zafer bizimdir, ileri!’”
Ve gerçekten de zafer bizimdi.
Bu destanı yazan yalnızca bir ordu değildi; bu destanı yazan, analar, çocuklar, köylüler, şehitler, gaziler ve onların yüreklerindeki bağımsızlık aşkıydı.
Ve biz, bu destanın mirasçıları olarak biliyoruz ki:
Bağımsızlık, uğruna ölünen en büyük onur, uğruna yaşanan en büyük aşktır.