İnsanın kendini “yaratılmışların en üstünü” sanması kadar trajikomik bir yanılsama var mı? İki yıldır Gazze’de, dünyanın gözleri önünde bir halk yok ediliyor; bebekler, anneler, yaşlılar bombaların altında parçalanıyor. Uygar dünyanın “demokratik vicdanı” ise sessizliğini bir erdem gibi taşıyor. Çünkü artık çağımızda sessizlik, suç ortaklığının en steril biçimi. Ve henüz Gazze’nin külleri soğumamışken, şimdi de Sudan’dan yükselen çocukların çığlıkları yankılanıyor.
İnsanlık, doğanın dengesini altüst eden tek canlı türü. Diğer tüm canlılar yaşamak için öldürürken, insan; idealleri, sınırları, dinleri, ırkları uğruna öldürüyor. Bu, “hayatta kalma içgüdüsü” değil; bu, iktidarın süper egosu… Gazze’de çocuk cesetleri üzerinden yapılan hesaplar, Sudan’da açlıktan şişmiş minik karınlar... İnsan, kendi türünün kıyımına gittikçe alışıyor artık. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” dediği o şey, işte burada, bu sessizlikte hayat buluyor. Kötülük artık öfkeyle değil, rutinle, alışkanlıkla, haber bültenlerinin soğuk istatistikleriyle var oluyor.
Modern barbarlık
Bir zamanlar barbarlık, medeniyetin zıddıydı. Oysa bugün barbarlık, medeniyetin içinden geçiyor. Uygar uluslar insan haklarından bahsederken, bir yandan da savaş ekonomilerini besliyor. İnsanlığın bu yeni çağı, bana göre, barbarlığın çağıdır. Bu çağda artık her ölüm bir veriye, her ölüme terk edilen ya da öldürülen çocuk bir rakama, her yıkım bir görüntü dosyasına dönüşüyor. Empati bile algoritmalara devredilmiş durumda. Gazze’de bir çocuğun cansız bedeni, sosyal medya akışında birkaç saniye kalıyor; sonra kaybolup gidiyor, unutuluyor. Sudan’daki bir annenin sessiz çığlığı, internet bağlantısının zayıf olduğu bir bölgede yankısız kalıyor.
Sudan’da iki yıldır süren iç savaşta binlerce çocuk, sadece kurşunların değil, küresel umursamazlığın da kurbanı oldu. BM raporları “insani felaket” diyor ama bu kelime artık bir anlam ifade etmiyor. Gazze’de bir çocuğun kanı kurumadan, Sudan’da bir diğerinin gözyaşı toprağa karışıyor. Bu döngü, sadece uygarlığın değil, insanı diğer canlılardan ayıran vicdanın da tükenişidir.
Jean-Paul Sartre, “Cehennem başkalarıdır” demişti. Oysa bugün cehennem, bizim suskunluğumuzun içinde. Her izlediğimiz görüntüye karşı her kayıtsız geçiş, insan olmanın sınırlarını biraz daha daraltıyor. Jean Baudrillard, “modern çağda savaşlar bile artık simülasyon” demişti. Bugün o simülasyon, gerçekliğin kendisinden daha inandırıcı hale geldi. Ölüm bile “uzaktan izlenebilir bir olay” halini aldı. Biz, tarihine tanıklık eden değil, tarihini seyreden bir tür olduk. İnsanın kendi türüne düşmanlığı, sadece öldürme eyleminde değil; duyarsız kalma biçiminde de gizlidir, değil mi?
Bunca acıdan, bunca kandan sonra hâlâ “insanlık” kelimesini kullanmaya hakkımız var mı?
Gazze’nin, Sudan’ın, Kongo’nun, Yemen’in çocukları bize soramıyor ama biz kendimize sormalıyız: Eğer insan, kendi türünü koruyamıyorsa, hangi uygarlığın parçasıdır?