Bu yazıya başlarken kendinizi Kanada’nın bir kentinde hayal edin… Sabahın erken saatlerinde otobüs duraklarında bekleyen çocuklara dikkatlice bakın. Kimi turuncu tişört giymiş, kimi turuncu bir atkı takmış, kimi de göğsüne turuncu bir kurdele iliştirmiştir. Onların gözlerindeki masumiyet, bir zamanlar bu topraklarda aynı yaştaki binlerce çocuğun zorla elinden alınan masumiyetini hatırlatıyor. İşte bu yüzden bugün Kanada turuncuya bürünmüş durumda.
2021 yılıydı. Britanya Kolombiyası’nda, Kamloops’taki eski bir yatılı okulun bahçesinde 215 çocuğa ait isimsiz mezar bulundu. Bu manzara yalnızca Kanada’yı değil, tüm dünyayı sarstı. Çünkü bu mezarlar, 1870’lerden 1990’ların sonuna kadar yerli çocukların zorla alındığı, kimliklerinin ve kültürlerinin ellerinden alındığı yatılı okulların karanlık tarihini gözler önüne seriyordu.
Yerli halklar aslında bu gerçeği uzun zamandır anlatıyordu. Métis, Inuit ve “İlk Halklar” olarak bilinen topluluklar, kaybolan çocukların hikâyelerini kuşaktan kuşağa aktarmıştı. Ama devletin resmî tarihi, ders kitapları ve ana akım medya bu sesi duymamış, duymak istememişti. O yüzden mezarlar ortaya çıktığında birçok Kanadalı için adeta soğuk bir duş etkisi yarattı: Kendi tarihlerini bilmiyorlardı.
Kanada hükümeti ve kiliseler, bu büyük ayıbı telafi etmek için yıllar önce bir süreç başlatmıştı. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, yüzlerce tanıklık topladı, 2015’te kapsamlı bir rapor yayımladı. Raporda, 30 Eylül’ün resmî bir anma günü olması gerektiği özellikle vurgulandı. Bu çağrı, ancak 2021’deki mezar keşfinden sonra Trudeau hükümeti tarafından ciddiye alındı. Mart 2023’te de “Hakikat ve Uzlaşma Ulusal Günü” resmen ilan edildi.
Ama bu gün yalnızca bir tatil değil. Bu gün, ölen çocukların, hayatta kalanların, ailelerinin ve tüm yerli toplulukların onurlandırılması için bir fırsat. Aynı zamanda Kanada toplumuna şu soruyu sormak için bir çağrı: Biz geçmişimizle yüzleşmeye hazır mıyız?
Turuncunun hikâyesi ise çok daha kişisel. 1973’te, altı yaşındaki PhyllisWebstad, büyükannesinin ona hediye ettiği turuncu gömleğiyle yatılı okula gitmişti. O gömlek, okula adım attığı ilk gün elinden alınmıştı. Yıllar sonra bu anısını paylaşınca, turuncu bir sembole dönüştü: Çocukların ellerinden alınan kimliklerinin, kültürlerinin, masumiyetlerinin sembolü. Bugün milyonlarca insan turuncu giysiler giyerek “Her Çocuk Önemlidir” mesajını veriyor.
Elbette turuncu gömlek giymek tek başına yeterli değil. Eksik kalan çok şey var. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun sunduğu 94 öneriden büyük kısmı hâlâ uygulanmadı. Temiz suya erişim, eğitimde eşitlik, sağlık hizmetleri ve kaybolan ya da öldürülen yerli kadınlara adalet hâlâ bekleyen yaralar arasında.
Ve şunu unutmamak gerek… Bu travma yalnızca geçmişe ait değil. Kolektif bir yara hâlâ açık. Ünlü yazar ve hekim GaborMate’nin dediği gibi, bu durum kuşaktan kuşağa aktarılan bir ruhsal yıkım. Onu iyileştirmenin yolu suçluluk değil, sorumluluk almaktan geçiyor.
Bugün Kanada turuncuya bürünüyorsa, bunun nedeni basit: Bu ülkenin geleceği, geçmişteki çocukların yok sayılmasına değil, onların hatırasına saygı duymaya bağlı. Ve hepimizin hatırlaması gereken şey şu: Her çocuk gerçekten önemlidir.
Sormadan edemiyorum. Turuncu tişörtleriyle yürüyen siyasetçiler, bu sembolün ardındaki sorumluluğu gerçekten üstleniyor mu? Yoksa toplumun vicdanını bir günlüğüne rahatlatıp ertesi gün eski politikalarına devam mı ediyorlar?
Kanada ancak sembollerin ötesine geçtiğinde, yani çocukların mezarlarını anmakla kalmayıp yaşayan yerli halkların taleplerine kulak verdiğinde gerçek bir uzlaşmadan söz edebiliriz. Turuncu rengi giymek kolaydır, asıl zor olan turuncunun çağrısını duymaktır.