“Küçük hanımlar, küçük beyler… Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız...” diyerek 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını dünya çocuklarına…
Ve… “Bütün ümidim gençliktedir” diyerek 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı gençliğe armağan eden M. Kemâl Atatürk'ün bu çok kıymetli mesajlarının büyük anlamını daha bir derinden anlamak için…
Orta Doğu coğrafyasının bitmek bilmeyen yangınını izlemek, akıl ve vicdan sahibi her kişiye fazlası ile yeter diye düşünüyorum.
Zira… Ülkenin minimini çocuklarına ve pırıl pırıl gençliğine armağan edilen bu kıymetli milli bayramlarımızın yüreklere kazınmış o büyük coşkusunu hatırlıyorum.
Ve… 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Filistin’deki sivilleri, kadınları, çocukları hedef aldığı saldırılarla; yaklaşık 18.000 Filistinli çocuğun hayatını kaybettiğini…
Ve… Bu sayının, son yıllarda dünya genelindeki çatışmalarda ölen çocuk sayısından daha fazla olduğu bilgilerine inanmaya kalbim de aklım da elvermiyor.
Televizyon ekranlarında yanmış yıkılmış viran olmuş yurtlarında kan ve gözyaşı içinde aç biilaç çocukları, kucaklarında evlatlarının cansız bedenini taşıyan çaresiz aileleri izledikçe…
Bu acımasız dünya düzeninin ne denli çürük temellere oturduğunu anlıyorum…
Bir yanda askeri ve teknolojik üstünlüğü ile karadan, denizden ve havadan durmaksızın güçsüze saldıran, dünyayı parmağında oynatmaya meyilli bir devletin acımasızlığı;
Bir diğer yanda temel yaşama hakkı için mücadele eden, yardıma muhtaç bir halkın çaresiz feryatları ulaşıyor dünyanın dört bir yanına...
Lakin…
Çocuk ve bebek ölümlerinin tahminlerin çok ötesinde olduğu belirtilen bu büyük soykırımın, bu büyük insanlık ayıbının önüne bu koca dünyanın nasıl da bir türlü geçemediğini...
Ve… Bir türlü kurulamayan barış denkleminde “denge”, “barış” ya da “çözüm” gibi kavramların sadece diplomatik yazışmalarda, uluslararası konferanslarda kalan boş kelimelerden öteye gidemediğini ne yazık ki, şaşkınlık içinde izliyorum…
Ve yine ne yazık ki, Gazze’nin dramı, artık haber değeri bile taşımayan bir olağan trajediye dönüşürken…
Savaşların yarattığı; sosyolojik, psikolojik ve ekolojik travmaları gördükçe “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” sözünün doğruluğunu daha bir anlıyorum.
Ve… Yine Başkumandan Mustafa Kemâl Atatürk’ün dış politikası geliyor aklıma…
Barış temelli, ulusal egemenliği önceleyen, her ulusun kendi kaderini tayin hakkına saygı duyan o vizyoner duruşa bir kez daha duyduğum hayranlıkla…
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin bir söz öbeğinden ibaret olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin en temel yapı taşı olduğunu hiç unutmamak üzere ezber ediyorum…
O muhteşem ilkenin, bugünkü dünya şartlarında hâlâ geçerliliğini koruyan bu ender pusulanın yön göstermesi ile…
Atatürk Türkiyesi’nin, emperyalizmin karşısındaki çizgisinin yalnızca bir diplomatik tercih değil; ahlaki bir yükümlülük olduğunu…
Ve… Bugün Gazze’de yaşananlara karşı sessiz kalmanın, sadece politik bir tutum değil; insanlık adına büyük bir eksiklik olduğunu söylüyor kalbim.
Zira…
Atatürk ilke ve inkılaplarının; geçmişi bugünlere, bugünleri geleceğe taşıyan ve yön gösteren bir pusula olduğunu bana öğretenler gibi…
Ben de…
“Yurtta sulh, cihanda sulh” sözleri ile barışın önemine vurgu yapan bu pusulanın işaret ettiği en belirgin yol işaretlerinin;
Hak, hukuk, adalet ve insan onuru olduğunu torunlarıma öğretmek için çabalıyorum. .
Ve bugün…
Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkarak, her türlü kavga ve anlaşmazlığı bir tarafa bırakarak…
Ulu önder M. Kemâl Atatürk’ün; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine büyük bir inançla ve de sımsıkı sarılma zamanıdır diyorum.
Bu topraklardaki mevcudiyetimizin ve egemenliğimizin ilelebet daim olmasına dua ederek…
Bu yaşlı dünyaya barış ve sükun diliyorum.