Siyasetin İmralı virajı

Abone Ol

Yine hesapta olmayan bir dönemeç çıktı siyasetin karşısına. O kadar radikal bir durum ortaya çıktı ki, yelpazenin iki ucundaki partiler en yakın konuma geliverdi. DEM ile bayramlaşanları bile terörist ilan eden devlet Bahçeli, PKK ve Öcalan’ı meşru muhatap alıverdi bir anda. DEM’liler ve PKK da onu bağrına bastı doğrusu.

Bu defa ülke içi dinamiklerden ziyade, Ortadoğu’daki yeni düzen ve harita oluşumu belirleyici oldu. DEM ve öncülü partiler, yasal siyaset yapmaya başladıklarından beri hep SODEP ve CHP ile daha yakın olmuşlardır. Hatta 1989 yerel seçimlerini Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde belediyeleri hep SODEP kazanmıştı.

Daha sonra Kürt siyaseti partileşip, parlamentoya girmeye kalktığında, seçim barajını etkisiz hale getirmek için, Erdal İnönü’nün Genel Başkanı olduğu SODEP ile gerçekleştirmişlerdi. Yani SODEP listelerinden milletvekili olmuşlardı.

O dönemden sonra işler çok değişti. Kürt meselesi daha fazla şiddet içeren karşılıklı hamleler ile gündeme geldi. Tutuklamalar, silahlı çatışmalar arttı. Kürtlerin meşru bir zeminde siyaset yapmasının önünü açan bu hamlesiyle SODEP, o dönemde ciddi bedel ödedi. Seçmen desteğinde azalma olduğu gibi kendi içinde de tartışma ve huzursuzluklar yaşadı.

Yine Kürt Sorunu Raporu ile SHP bir çıkış yaptı ama bu rapor yeterli ilgi ve desteği görmedi.

Kürt sorunu tartışmaları gündeme geldiğinde de radikal yaklaşım sahipleri, hep Cumhuriyetin kuruluşu ve CHP ile hesaplaşmayı gündeme getirdiler. Bugün bazı sol, liberal ve İslamcı kesimler halen hesaplaşmayı böyle sürdürmeyi tercih etmektedirler.

İslamcı, muhafazakar, sağ veya milliyetçi iktidarların uzun ömrüne rağmen, “Kürt yoktur”, “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyen aşırı milliyetçi anlayış ile hesaplaşmak yerine, Cumhuriyetin ilk dönem, ulus devlet inşasındaki sorunları esas alan bu yaklaşım, başka bazı gerçekleri ıskalamaktadır.

Bunlardan birisi, ulus inşasındaki sorunlar bir gerçek olmakla birlikte, donuk ve değişmez bir manzume olarak Cumhuriyet algısına bağlı olarak, değişimi ve dinamizmi ihmal etmişlerdir. Ayrıca Cumhuriyet sayesinde Kürtlerin aşiret ve tarikat düzeninden belli ölçüde uzaklaşıp, daha seküler bir hayat tarzını büyük ölçüde benimsemeleri de dikkate alınmamaktadır.

Dolayısıyla seksenli yıllardan beri Kürt siyaseti sağ, İslamcı ve Milliyetçi partilerden çok, CHP çizgisindeki sosyal demokrat parti ve siyasetçiler ile işbirliği ve ittifak içinde olmuştur.

Yasal zeminde Kürt siyaseti, seküler ve sol değerler üzerinden doğal olarak CHP, SHP ve SODEP ile işbirliği yapmıştır. İnsan Hakları ve beşeri hayatın dönüşümüne bağlı olarak ortaya çıkan talepler, böyle bir eğilimi beraberinde getiriyordu.

Son dönemleri düşünelim. Dokuz yıldır hapiste olan Selahattin Demirtaş, (ki Öcalan doğru bulmadığı halde) “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözü ile yine seküler ve sosyal demokrat kitlelerden büyük destek görmüştür.

Yine PKK bu yönde bir tavır almadığı halde, Erdoğan’a karşı Demirtaş’ın “Yürü Bay Kemal” mesajı da buraya kadar sözünü ettiğimiz dünya görüşü yakınlığının ürünü olsa gerek.

DEM etrafında oluşan Kürt seçmen kitlesi ile HÜDAPAR seçmenleri arasındaki önemli fark, iki temel özellik bakımından DEM seçmenleri ile CHP’li seçmen kitlesini benzer dünyalarda buluşturmaya elverişlidir. Laiklik ve insan hakları.

Ama elbette bölünme ve ulus devletin son bulması endişesi taşıyan CHP’li seçmen sayısı hiç de az değildir. Ancak buna rağmen başta İstanbul olmak üzere, “Kent Uzlaşısı” projesinde yine bu iki kitle aynı seçim pusulasında buluşabilmişti.

CHP seçmen tabanında katı ulusalcı seçmen oranı az olmadığı gibi DEM’e oy veren kitle içerisinde de radikal bir şekilde Cumhuriyet ile hesaplaşma üzerinden siyasallaşmış olanlar da az değildir. İki kesimde de buraya kadar verdiğimiz işbirliği ve ittifaklar devam edebilseydi, karşılıklı radikallik ve fanatizm belli ölçüde yumuşatılabilirdi.

İmralı süreci ile birlikte yeni bir aşamaya gelindi. İmralı ziyareti basit bir Ada turu değil elbet. Bunu sözünü ettiğimiz Ortadoğu’daki yeni proje etrafında ortaya çıkan bir hamle olarak değerlendirmek doğru olur. ABD’nin Suriye kuracağı devletin karakteri icabı, Türkiye’nin sorun çıkarmaması gerekiyor.

Bunun için Trump, Erdoğan’a sıkça “Mazlum Abdi ile görüşün” demektedir. Yani Kürt sorunu ile ilgili muhatabınız Mazlum Abdi ve Abdullah Öcalan’dır diyor ABD. Dolayısıyla İmralı’ya gitmek, Abdullah Öcalan’a devlet ve parlamento düzeyinde meşruiyet sağlamak işlemini yerine getirmektir.

CHP, bunca dert ile uğraşırken bu aşamada epey zorlandı doğrusu. Bir yandan bunca zamandır legal Kürt siyaseti ve partileri ile işbirlikleri ve ittifaklar yaparken, şimdi de iktidarın oyun kurucu olduğu bu projede belli ölçüde dışarıda kalarak, ciddi risk aldı.

Bu konu hem ideolojik hem de duygusal boyutları olan bir konu. Dolayısıyla seçmen kitleleri her hamleden etkilenmektedirler. Onları ikna etmek de parti yöneticilerinin işidir. İmralı’ya giderek AKP’nin aldığı riski, CHP gitmeyerek almış oldu.

Tabi bu tablo Erdoğan’ın kişisel istikbali açısından daha karlı çıkabileceği bir görüntüye sahip. Hem DEM’in muhalefet potansiyelini ciddi düzeyde zayıflatmış olacak hem de yıllardır devam eden CHP ile DEM’in seçmen tabanları arasında oluşacak soğukluk, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de belli ölçüde etki edebilecektir.