İşittiğinizde, birkaç neslin ruhunu yüreğinizde hissettiren sesler vardır. Çocukluk anılarınızı, gençlik ideallerinizi, sokaklardaki protest kalabalıkları zihninizde canlandıran… Gözleri hep hüzün dolu bir adamın, gönül tellerimize dokunan sesi.… Öylesine bir ses ki, bir konser sırasında elektrikler kesildiğinde dahi, mikrofonsuz, çağla gibi dalga dalga yayılıp dinleyicisine ulaşabilecek denli güçlü ve berrak… Her notasında, Anadolu’nun derinliklerinden kopup gelen bir özlemi, umudu, ağıtı ya da başkaldırıyı taşıyan halkın sesi… Yalnızca sesi ve müziğiyle bir sanatçı değil, işçinin, emekçinin, yoksulun, ezilmişin dostu da olan Edip Akbayram’dan bahsettiğimi sanırım anlamışsınızdır!
Edip Akbayram, Anadolu pop ve protest müziğin yanı sıra, ağırlıklı olarak, halk müziği ve edebi şiirlerden uyarlamalar yaparak müziğini icra etti. Sabahattin Ali, Ahmed Arif, Nazım, Hikmet, Oktay Rifat, Can Yücel ve Vedat Türkali’nin yapıtlarından bestelenen şarkıları seslendirdi.
Türkiye’de protest müziğin kökleri 1960’lara dayanır. 1970’lere gelindiğinde, Cem Karaca, Moğollar, Barış Manço, Cahit Berkay, Fikret Kızılok, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar ya da müzik grupları, Batı müziğiyle Anadolu ezgilerini harmanlayarak bir direniş müziği yarattılar; bu müzik türü sosyal ve muhalif mesajlar içeren sözlerle birleşerek “protest müzik” denen bir akıma öncülük etti. Dönemin politik çalkantıları ve işçi hareketleri, müziğin içeriğini daha da derinleştirdi. Edip Akbayram da bu geleneği sürdüren en güçlü isimlerden biri oldu; 1974’te Dostlar Orkestrası’yla birlikte Anadolu pop ve protest müziğin sesi olarak yükseldi.
Edip Akbayram’ın müziği, özellikle işçiler, emekçiler, üniversite gençliği ve sosyal adalet arayışında olan kesimler tarafından büyük bir sevgiyle benimsendi. Şarkıları, toplumun ezilen, yok sayılan, sömürülen kesimleri için bir umut kaynağı oldu. Köylüler, fabrikalarda çalışan işçiler, grevdeki emekçiler, cezaevlerindeki siyasi mahkumlar, onun şarkılarıyla teselli buldu ve direnişlerine moral kazandı.
Şarkıları arasında özellikle; “Aldırma Gönül", Sabahattin Ali’nin şiiri üzerine bestelenen bu eser, mahkumların ve baskı görenlerin marşı oldu; "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, halkın adalet arayışının sesi haline geldi; “Garip," yoksulların ve kimsesizlerin sesi oldu; "Hasretinle Yandı Gönlüm", hasret çekenlerin gönlünde derin bir yer edindi; "Hava Nasıl Oralarda", gurbetçilerin ve sürgündekilerin duygularına tercüman oldu.
Bu şarkılar, sadece konserlerde değil, mitinglerde, grev alanlarında ve direnişlerde de halkın mücadelesinin müziğe bürünmüş hali olarak, sokaklarda ve meydanlarda yankılanan birer manifestoydu.
Edip Akbayram, siyasi duruşu ve protest müziği nedeniyle Türkiye'de defalarca sansüre uğradı. 12 Eylül askeri darbesinin ardından TRT, onun 60’a yakın şarkısını yasakladı; albümleri raflardan kaldırıldı. Bu sansürler nedeniyle uzun yıllar boyunca devlet televizyonunda ve radyolarında yer bulamadı. Müziği nedeniyle sık sık baskılara maruz kaldı, konserleri iptal edildi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 14 gün Selimiye kışlasında gözaltına alındı. Ancak tüm bunlara rağmen, inandığı değerlerden vazgeçmedi ve kendi tabiri ile “yoksul ve ezilmiş geniş kitlelerin duygularına tercüman olan toplumsal müziğini” icra etmeye devam etti. Geniş halk kitleleri, onun şarkılarını kulaktan kulağa aktardı, kasetleri el altından dağıtıldı.
Edip Akbayram, sadece Türkiye’de değil, yurt dışında da büyük bir ilgi gördü. Avrupa’daki gurbetçilerin gönlünde ayrı bir yeri olan sanatçı, Almanya, Fransa ve Hollanda’da büyük konserler verdi. Onun sesi, Anadolu’nun dertlerini, duygularını, sıla hasretlerini kilometrelerce uzağa taşıdı. Yurt dışında birçok festivalde onurlandırıldı, özellikle Avrupa’daki Türk işçileri için bir moral kaynağı oldu.
Kariyeri boyunca 250’ye yakın ödül aldı. Altın Mikrofon yarışmasını kazanarak başladığı müzikal yolculuğu boyunca birçok kez "En İyi Erkek Sanatçı" ve "En İyi Albüm" ödüllerine layık görüldü. Türkiye Müzik Ödülleri'nde defalarca ödüllendirildi, yaşam boyu onur ödülleriyle sanatına olan katkısı tescillendi. Ancak onun için en büyük ödül, halkının sevgisiydi. Sanatının 50. Yılında 2018’de bir gazeteye verdiği röportajda, vatan sevgisini şu sözlerle anlatıyordu: “Dünyanın tüm kıtalarında konser verdim. Paris ve Londra, benim için 3 gün sonra biter. Gidin en uzak ülkelere... 3 gün sonra Ah benim vatanım diye sızlanırsınız…”
Edip Akbayram sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda bir toplum önderiydi. Çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde yer aldı. Eğitim hakkı, işçi hakları, kadın hakları gibi konularda duyarlılığıyla bilinen sanatçı, birçok dayanışma konseri düzenledi. Özellikle depremzedelere yardım için düzenlenen etkinliklerde ön saflarda yer aldı. Ayrıca, çocukların eğitimi konusunda da hassas bir insandı. Maddi durumu olmayan öğrencilere burs sağlayan birçok projeye destek verdi.
Şimdi bu nadide sesi ve aydın insanı kaybettik. Ama biliyoruz ki, “halkın dertlerinin ve ezgilerinin” sesi olmayı başaranlar ölümsüzdür… Edip Akbayram da şarkılarıyla, halkın sorunlarına karşı duyarlı duruşuyla, vatan sevgisiyle kalplerimizde ve toplumsal tarihin belleğinde yaşamayı sürdürecek.
Işıklar içinde uyu büyük usta. Hasretinle gönlümüz yanacak…