Gıda Egemenliğinin Birinci Kuralı

Abone Ol

İzmir’de dün başlayan ve bugün de devam eden 3. Tarım, Yatırım, Etki Zirvesi’nde lider isimler, en yeni teknolojiler ve stratejileri paylaşıyorlar.

Zirve, tarım sektörünün önde gelen üreticilerini, yatırımcılarını, girişimcilerini ve uzmanlarını bir araya getirerek tarımsal yatırımlar, yenilikçi teknolojiler ve çevresel sürdürülebilirlik yaklaşımları üzerine tartışmalar sunuyor

Açılış konuşmasındaPınar Nacak’ında altını çizdiği gibi, tarım sektörü Türkiye’nin ekonomik büyümesi, cari açık ve işsizlik gibi sorunlarının çözümünde kritik bir rol oynuyor. Türkiye’nin 68,5 milyar dolarlık tarımsal hasılasıyla Avrupa’da birinci, dünyada ise ilk 10 ülke arasında yer aldığı vurgulanıyor. Nacak, tarımın ithal girdiye bağımlı olmadan ayakta durabilen nadir sektörlerden biri olduğunu ve gıda talebinin önümüzdeki 25 yılda yüzde 60 artacağı öngörüsüyle, Türkiye’nin 1 milyarlık tüketici potansiyeline sahip bir pazar sunduğunu ifade etti.

Bu büyük dünyada en önemli mevzulardan biri gıda güvenliği. Zirvede bendenizin moderatörlüğünde“Gıda Güvenliğinin ve Tarım Değer Zincirinin Geleceği” konulu çok keyifli bir panel gerçekleştirdik.

TOBB KGK İcra Kurulu Başkanı Deniz Celep, Karateke Mahallesi Sulama KoopYöneticisiGülşah Bayrakçı ve önümüzdeki günlerde başka bir yazıya da konu edeceğimKaraoklar Ekolojik Çiftliği kurucusuAhmet Şerif İzgören ile bir saati aşkın konuştuk, izleyenler ve benim için son derece ufuk açıcı söyleşiydi.

Her panel öncesinde olduğu gibi hazırlık yaparak gıda güvenliğini nasıl anlatmalıyım diye düşünmüştüm. Çünkü bizim memlekette birçok mevzu gibi gıda güvenliği de körlerin fil tarifine benziyor. Bambaşka yaklaşımlarla karşılaşıyoruz gıda güvenliği muhabbetinde. O nedenle bugünkü yazımın konusu bu oldu.

Gıda egemenliği, toplumların kendi tarım, gıda ve beslenme politikalarını belirleme hakkını ifade eden bir kavram.

“Gıda egemenliği” (foodsovereignty) kavramı, ilk kez 1996 yılında uluslararası çiftçi örgütü La ViaCampesina tarafından ortaya atılmıştır. Bu terim, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Roma’da düzenlediği Dünya Gıda Zirvesi sırasında La ViaCampesina tarafından dile getirilmiş ve tanımlanmıştır. La ViaCampesina, küçük çiftçiler, köylüler ve tarım işçilerinden oluşan küresel bir hareket olarak, gıda sistemlerinin şirketler ve piyasalar yerine gıdayı üretenler ve tüketenler tarafından kontrol edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu bağlamda, “gıda egemenliği” kavramı, gıda üretiminde halkların kendi kaderini tayin hakkını ve ekolojik, sürdürülebilir yöntemlerle sağlıklı gıdaya erişim hakkını vurgulamak için kullanılmıştır.

Dolayısıyla, bu ifadeyi ilk kez ortaya atan bir “tek kişi” değil, La ViaCampesina adlı kolektif bir örgüttür. Örgüt, 1993 yılında kurulmuş ve 1996’daki zirvede bu kavramı resmen dünyaya duyurmuştur.

Bu terim, sadece gıda güvenliğini sağlamaktan öte, kimin, neyi, nasıl ve hangi şartlarda ürettiğini belirleyebilme yetisini kapsar. Gıda egemenliği, endüstriyel tarımın ve uluslararası tarım tekellerinin dayattığı politikalara karşı bir alternatif olarak gelişmiştir.

Gıda Egemenliğinin Temel Kurallarını sıralayalım şimdi…

Yerel Üretimin ve Tüketimin Desteklenmesi öncelikli koşul… Gıda egemenliği, yerel çiftçilerin ve küçük üreticilerin desteklenmesini savunur. Gıdanın yerel olarak üretilmesi, hem ekonomik kalkınmaya hem de topluluk dayanışmasına katkı sağlar. Bu durum ekonomik, çevresel, sosyal ve kültürel açılardan birçok fayda sağladığı için önemli… Yerel üretim ve tüketim, paranın yerel ekonomide dolaşmasını sağlıyor. Büyük şirketler yerine yerel çiftçiler, üreticiler ve küçük işletmeler desteklenerek bölgedeki istihdam artar ve gelir adaletsizliği azalabilir.İthal ürünlere bağımlılık azalır, böylece döviz kaybı önlenir ve ekonomik krizlere karşı yerel dayanıklılık artar.

Bence en önemlisi “Çevresel Faydalar” … Özellikle de karbon ayak izinin azalması: Yerel ürünler, uzun mesafeli taşımacılığa gerek duymadığı için nakliye kaynaklı sera gazı emisyonlarını azaltır.Mesele “sürdürülebilirlik” açısından da önemli. Yerel üreticiler genellikle bölgeye özgü ekolojik koşullara uyum sağlar ve endüstriyel tarımın yol açtığı toprak erozyonu, kimyasal kirlilik gibi sorunları en aza indirebilir.

Biyoçeşitliliğin korunması vazgeçilmez. Yerel üretim, geleneksel tohumların ve ürün çeşitliliğinin korunmasına katkıda bulunarak monokültür tarımın olumsuz etkilerini dengeliyor dünyanın her yerinde.

İşin sosyal boyutuna şöyle bir bakarsak yerel pazarlar ve üreticilerle tüketiciler arasındaki doğrudan ilişki, güven ve dayanışma duygusunu artırıyor.Yerel gıdalar, bir bölgenin yemek kültürünü ve geleneklerini yansıtır. Bu, küresel fast-food zincirlerinin homojenleştirici etkisine karşı bir direnç oluşturur.Yerel üretim, toplumların kendi gıda arzını kontrol etmesini sağlayarak savaş, pandemi veya lojistik krizler gibi durumlarda açlık riskini azaltır.

Dolayısı ile yerel üretimin desteklenmesi, gıda egemenliği kavramıyla doğrudan bağlantılı. Bu, halkların kendi gıda sistemlerini kontrol etme hakkını güçlendirir ve büyük çokuluslu şirketlerin tarım üzerindeki hâkimiyetini sınırlandırıyor. Böylece, gıda politikaları yerel ihtiyaçlara ve değerlere göre şekilleniyor.

Türkiye gibi tarım potansiyeli yüksek ülkelerde, yerel üretimin desteklenmesi hem kırsal kalkınmayı teşvik edecek hem de ithal gıdaya bağımlılığı azaltarak gıda fiyatlarındaki dalgalanmalara karşı koruma sağlayabilir. Örneğin, son yıllarda artan ithalat maliyetleri ve küresel tedarik zinciri sorunları, yerel üretimin stratejik önemini bir kez daha ortaya koyuyor.

Yerel üretimin ve tüketimin desteklenmesi, sadece bireylerin ve toplulukların refahını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda gezegenin uzun vadeli sağlığını koruma yolunda kritik bir adım. Bu yaklaşım, hem bugünü hem de geleceği düşünen bir vizyon…

Bir başka yazıda da “Endüstriyel Tarıma Karşı Agroekoloji” ve “Toprak ve Tohum Hakları”üzerinde duralım.

Gıda egemenliği, sadece çiftçilerin değil, tüm toplumun refahı için bir gerekliliktir. Yerel gıda sistemlerini güçlendirmek, ekolojik dengenin korunmasını sağlamak ve insanlığın en temel ihtiyacı olan gıdayı bir hak olarak savunmak, hepimizin sorumluluğundadır.