Fil hastalığı

Abone Ol


T. İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince; ’“Gelişme, büyüme nicelikten çok nitelikli olmak durumunda. Biz büyüyoruz, büyüyoruz da ne kadar sağlıklı büyüyoruz?Neremiz hangi yönümüz büyüyor?Yani içimizde bir ur mu büyüyor, göbeğimiz mi büyüyor, yoksa aklımız, beynimiz mi büyüyor’” dedi..

Türkiye’’de ekonomi AKP sayesinde fil hastalığına tutulmuştur. Görünüşte bir büyüme vardır. İnsan odaklı olmayan bu ekonomik politikayla büyüme sağlıklı olarak yapılamamış, yanlışta ısrar ise zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparken, ülke kaynakları uluslararası tefeciler tarafından yutulmuş, bünye arızalanmış ve vücudun dengesi bozulmuştur.

AKP Hükümeti işbaşına geldiği günden beri rakamları çarpıtıyor, takla attırıyor işine geldiği gibi kullanıyor. Rakamlarla oynayabilirsiniz, çarpıtıp istediğiniz sonucu çıkartabilirsiniz ama bu çarpıtılmış rakamlarla aç insanın karnını doyuramazsınız.
Baştan beri AKP’’yi eleştirmemizin nedeni; Sağlıklı büyümeyi gerçekleştirememesi, ithalata dayalı suni büyümeye itibar etmesi, sıcak parayla spekülatif büyüyen ülkenin bu sıcak paranın yarattığı ucuz dövizle azdırdıkları ithalatı,yeterli derecede artmayan ihracatı, yüksek dış ticaret açığını, cari açığı, büyümenin saçılan kredilerin kullanılmasıyla oluşan bir şişme olduğunu görmemiz ve uyarı görevimizi yapmamızdır.

Türkiye’’de nüfus yaklaşık 72 Milyon 500 bin kişidir. T.C Merkez Bankası ve BDDK verilerine göre, bankalara borçlu olan kişi ve şirket sayısının 40 Milyon 980 bine, bankalara olan kredi borcu toplamının da 475 Milyar TL’’ye ulaştığı bildiriliyor. Başka bir ifadeyle, her kredi borçlusu bir kişi sayıldığına göre nüfusun % 56,5 inin banka borçlusu olduğu görülüyor. Böyle bir ülkede sosyal barışı sağlamak çok zordur. Nüfusunun % 56,5 inin borçlu olduğu ve bunun psikolojik baskısı altında yaşamaya çalışılan bir ortamda, bu insanların siyasi iradelerini özgürce ifade edebilmeleri de mümkün değildir. Nüfusun yarıdan fazlasının finans piyasaları tarafından rehin alındığı bir durumda(üstelik çoğu yabancı bankalar tarafından) demokrasiden ve millilikten bahsetmek ne derece sağlıklı olacak bunu da Türk Milletinin anlayışına bırakıyorum.

Bakanların kamuoyuna doğruları, kıvırtmadan anlatmaları gerekir.
Devlet Bakanı ve yeni AKP’’li Zafer Çağlayan, Türkiye İhracatçılar meclisinin Aralık ayı toplantısında ihracat rakamlarını açıklarken, 2010 yılının ihracatının beklenenin üstünde gerçekleştiğini ve başarılı olduklarını söyledi. Halbuki sorumlu ve topluma saygısı olan ve daha önce sanayicilerin başkanlığını yapmış bir bakan olarak şunları da mutlaka söylemeliydi;
’“2010 yılında ihracatımızın artış oranı % 11,3’’tür. İthalatımız ise % 27,7 oranında artmıştır. Dış ticaret açığımız da yüzde % 70,9 oranında artmıştır. İthalatın, ihracattan daha hızlı artmasının temel nedeni Türk parasının aşırı değerli olmasıdır. Bu yüzden sanayi %70 ithal girdi kullanıyor, işsizlik yüksek oranda seyrediyor. İhraç ettiğimiz malları üretirken de, %70 ithal girdi kullanıyoruz. Yani 113.7 Milyar Dolar ihracatımızın içinde kendi yarattığımız katma değer sadece 34 Milyar Dolardır. Bundan da önemlisi, cari açıktır. Dış ticaret açığımızın bir kısmını turizm gelirleri, taşımacılık, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri ve diğer döviz gelirleri ile kapatabiliyoruz ama cari açık gittikçe artıyor. Bu yılki tahmin 44-47 Milyar Dolar arasında olacak. Ben bunları biliyorum ve Bakanlar Kurulunda anlatıyorum ama’…’”

Zafer Çağlayan bunları elbet biliyor, çünkü kendisi masanın iki yanında da çalıştı. Bakan’’ın yapması gereken, doğruları bıkmadan usanmadan anlatması, bunları kamuoyu ile paylaşması ve hükümetini ikna etmesidir. Bunu yapamıyorsa, her haysiyet sahibi siyasetçinin yapacağı gibi istifa etmesidir’…

2003 yılından bu yana yani 8 yılda meydana gelen cari açık toplamı 215 Milyar Dolardır. Bu gidişin sonu çok kötü olabilir. Uluslararası piyasalarda olabilecek bir finans depremi veya Yunanistan, Portekiz ve İspanyadaki ekonomik sıkıntının diğer Avrupa ülkelerine sirayet etmesi bıçak sırtındaki Türk Ekonomisini alt üst edebilir.

Sorumlu devlet adamları, ülkesinin hayrına olacak işlerde risk alabilmelidirler. O devlet adamı eğer; ’“Hem Bakanlık koltuğunda oturayım, hem Başbakan’’ı kızdırmayayım ama hafif sesle mızmızlanarak itiraz ediyor gibi yapayım’” der ve öyle davranırsa, inanın o kişinin beş paralık değeri olmaz’…
O zaman yapılacak şey toplum tecrübesine başvurmaktır; Bu konuda Türk Toplumu ne diyor; ’“Bırak o işkembeyi, b.kuyla beraber kaynasın’…’”