17 Ağustos 1999 depreminin yıldönümünü anmaya hazırlanıyorduk… Daha dün, 10 Ağustos’ta Balıkesir’in Sındırgı ilçesi 6.1 büyüklüğünde sallandı. İzmir’de bile çok şiddetli hissedildi. Ne yazık ki bu sarsıntıda bir yurttaşımız yaşamını yitirdi. “Deprem gerçeği” dediğimiz o soğuk kelime, bir kez daha gündemimize sert bir şekilde girdi.
Aslında gündemden hiç düşmemeli…
Türkiye, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri olan Alp-Himalaya hattında. Yani bu topraklar, binlerce yıldır hareket hâlinde. 1939 Erzincan, 1999 Marmara, 2011 Van, 2020 İzmir, 2023 Kahramanmaraş… Liste uzayıp gidiyor. Ve her felaketin ardından aynı cümleleri duyuyoruz: “Ders çıkaracağız”, “Bir daha olmayacak”, “Hazırlıklıyız”. Ama işte, zaman geçiyor, unutuveriyoruz
Sındırgı’nın o güzel köylerinde, taş evlerin arasında, insanlar bir anlık korkuyla sokağa fırladı. Çocuklar ağladı, anneler babalar birbirine sarıldı, eski ahşap evlerin duvarlarında çatlaklar oluştu. Neyse ki büyük bir yıkım olmadı, ama bu deprem bize bir şey fısıldadı: “Unutma, ben buradayım.”
Ege’nin derinlerinde, fay hatları her an bir hikâye yazıyor. Bizim hikayemiz ise bu gerçeğe nasıl hazırlandığımızla şekillenecek.
İzmir’de yaşayanlar olarak, depremin ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz. 2020’de Bayraklı’da, Seferihisar’da yaşadığımız o acı günler hala yüreğimizde. O gün evini, komşusunu, belki de bir sevdiğini kaybedenlerimiz oldu. Ama aynı zamanda, o günlerde dayanışmanın, bir elin diğerine uzanmasının ne kadar kıymetli olduğunu da gördük.
Sındırgı depremi, bize bir kez daha hatırlattı: Depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Ama bu, korkuyla değil, bilinçle ve hazırlıkla mümkün.Fay hatları takvim tutmaz. Ne zaman isterse konuşur, üstelik sadece birkaç saniyeliğine değil, hayatımızın geri kalanını etkileyerek…
Türkiye’de yaklaşık 20 milyon konut var, bunların 6 milyonu riskli kategoride. 2000 yılı öncesinde yapılan binaların büyük kısmı bugünkü deprem yönetmeliklerine uymuyor. “Dönüşüm” kelimesi sıkça telaffuz edilse de, iş pratiğe gelince ya bütçe yetmiyor ya da imar aflarıyla durum daha da karmaşıklaşıyor.
İzmir Bayraklı’da 2020’deki 6,6’lık depremde yıkılan binaların çoğu, zemin etüdü yapılmadan, deniz kumuyla inşa edilmişti. Marmara Depremi’nde gördüğümüz çürük beton ve eksik donatı hataları hâlâ sahnede. Yani sorun sadece “doğal afet” değil, mühendislikten denetime uzanan zincirdeki kırık halkalar.
Bir Japon öğrenci, okulda yılda en az 3 tatbikat yapar. Masanın altına girerken, yangın çıkışına ilerlerken refleks hâline gelen hareketler vardır. Bizde ise tatbikat, çoğu zaman “şov” havasında yapılır. AFAD’ın verilerine göre halkın yalnızca yüzde 35’i deprem çantası hazırlamış.
Toplanma alanları konusu da ayrı bir trajedi. Resmî listede görünen alanların bazılarının üzerine yıllar içinde AVM, otopark, hatta konut yapılmış. “Deprem sonrası nerede toplanacağız?” sorusu, hâlâ net yanıt bulamıyor.
Teknoloji Var, Kullanım Yok
Son depremde benim telefonuma da 5-6 saniye önce uyarı geldi ama insan bu kadar kısa sürede ne yapabilir ki?
Deprem önceden tahmin edilemez, ama erken uyarı sistemleri hayat kurtarır. İstanbul için Kandilli Rasathanesi’nin kurduğu sistem, olası bir Marmara kırığında şehre 5–7 saniye kazandırabilir. Bu, trenlerin durması, doğalgaz vanalarının kapanması, ameliyat masalarındaki hastaların korunması demek.
Japonya’da tren hatları, fabrikalar, enerji santralleri bu sistemle entegre. Bizde ise hâlâ bölgesel pilot uygulamalar dışında yaygın bir kullanım yok. Kısacası teknoloji var ama politika ve altyapı eksik.
Afet Sonrası Düzen: Kaos mu, Koordinasyon mu?
Kahramanmaraş depremlerinde gördük; yardım ulaştırmakta ciddi gecikmeler oldu. Yol kapandı, hava şartları zorluk çıkardı, ama asıl sorun koordinasyonda yaşandı. Yerel yönetimlerin, gönüllülerin, askerin ve AFAD’ın aynı anda, aynı plana göre çalışması gerekiyor.
İyi planlama, sadece arama-kurtarma hızını artırmaz; enkazdan sağ kurtulanların günlerce soğukta beklemesini de önler. Bu yüzden afet yönetimi, tıpkı bir orkestra gibi uyum gerektirir. Bir enstrüman sessiz kalırsa, müzik bozulur.
Hazırlık zinciri halkadan koparsa, felaket büyür. Belediyeler toplanma alanlarını belirleyecek, yolları açık tutacak, ekipleri eğitecek. Devlet, denetimi bağımsızlaştıracak, kentsel dönüşümü hızlandıracak. Vatandaş ise evini kontrol ettirecek, eşyasını sabitleyecek, çantasını hazır tutacak.
Deprem gerçeği, tek taraflı çözülecek bir mesele değil. “Devlet yapsın” demek yetmez; herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor.
Deprem, doğanın gerçeği. Ama yıkım, bizim ihmallerimizin sonucu. Sındırgı’da kaybettiğimiz yurttaş, belki de alınabilecek önlemlerle bugün hâlâ aramızda olabilirdi. 17 Ağustos 1999’dan 10 Ağustos 2025’e uzanan bu acı zinciri kırmak hâlâ elimizde.
Deprem öldürmez; ihmal öldürür.