EGEDESONSÖZ – İzmir Eczacı Odası Başkanı Tuncay Sayılkan, SONSÖZ TV’de ilaç sektörüyle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Gazeteci yazar Muhittin Akbel’in sorularını yanıtlayan Sayılkan, piyasada bulunmayan ilaç sayısının sürekli arttığını öne sürdü. Devletin ödemediği ilaçların da çoğaldığına vurgu yapan Başkan Sayılkan, sağlıkta ilaçlarla ilgili süreci muhasebecilerin yönettiğini, doktorlara, eczacılara bu konuda hiç danışılmadığını ifade etti.

Image 12

BU ORAN, HÜKÜMETİN SAĞLIĞA BAKIŞ AÇISINI ÇOK NET GÖSTERİYOR

İlaçta euro kurunun yüzde 23,5’luk zamla, 17,50 liradan 23,67 liraya yükseltilmesinin hiçbir sorunu çözmediğini anlatan Başkan Sayılkan, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Euro, 36,5 lira ama ilaçta euro kuru 21,67 lira. Arada işte böylesine büyük bir fark var. Bu artışın ilaçta yaşanan sıkıntıyı gidermesi mümkün değil. Türkiye’de yaşayan herkes çok iyi biliyor ki, gerçek enflasyon üç haneli rakamlara ulaştığını biliyor. Çarşıya, pazara giden, enflasyonun, TÜİK’in açıkladığı gibi yüzde 64 olmadığını görüyor. Hal böyleyken insan sağlığını doğrudan ilgilendiren ilaca yüzde 23,5’luk zam yapılması, elbette yetersizdir. Geçen yıl yüzde 25 artırım yapıldı euro kurunda,11 ay sonrasında ise 23,5 oranında zam verildi. Bu aslında, hükümetin sağlığına bakışını çok net gösteriyor. İlaçla ilgili bölümde yaşanan sıkıntıları dilimizin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalışıyoruz, eylemler, mitingler yapıyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım, hiçbir şey, yapılan hataların düzeltilmesi konusunda geri adım attırmıyor. Sağlıkta bu kadar sıkıntı başka bir ülkede olsa, yahu gelin bir anlatın, bir kriz mi var, diye sorulur. Konunun bileşenleri bir masada toplanır, çözüm aranır. Bizde öyle olmuyor maalesef. Bizler feryat ediyoruz, aile hekimleri, yurttaşlar feryat ediyor, sağlık hizmetlerinin ticarileştiği ifade ediliyor, sağlık hizmetlerinin adım adım çıkmaza girdiği dile getiriliyor. Euro kuru uygulaması, 20 yıl önce geldi. Euro uzun süre stabil gittiği için başlangıçta hiç sorun yaratmamış. Fakat 2020’de pandemiyle başlayan, daha sonra büyüyen, canavarlaşan enflasyon ve artan döviz kuru nedeniyle mızrak çuvala sığmaz oldu. Biraz önce bahsettiğimiz artışlarda, bir yıl öncesi euro kurunun yüzde 60’ı baz alınıyor. Bu da neyi getiriyor? Bugün ithal ilaç dediğimiz tüp bebek tedavisinde, organ naklinde kullanılan,  kanser ilaçlarında, ithal göz damlalarında kriz yaşıyoruz. Vatandaşla beraber bulunmayan bu ilaçları bulmanın yollarını aramaya başlıyoruz. Biz böyle bir sıkıntıyı yaşarken, Ankara’dan bakıldığında da sözüm ona ilaçta tasarruf sağlanmış görünüyor! 20 yıl önce söylediklerimizi bugün de söylüyoruz; diyoruz ki, sağlıktan tasarruf olmaz! Bu ülkede tasarruf edecek çok şey olduğu halde sağlıkta tasarruf etmeye çalışmanın mantıklı hiçbir yanı yok. Ülkemizde bulamadığı ilacı yurtdışında bulma çabası içine giren hastanın, hasta yakınının verdiği dramatik mücadeleyi bir görseniz, yüreğiniz sızlar. Bu bir ilaçtır, herhangi bir meta değildir.”

TÜRKİYE’DEKİ SİSTEMİ GÖREN YABANCI FİRMALAR, YENİ İLAÇLARI ÜLKEMİZE GETİRMİYOR

Ülkemizdeki ilaç fiyatlandırma politikalarının ilaç firmalarına geri adım attırdığını belirten Başkan Tuncay Sayılkan, “Dünya pazarında Türkiye, yüzde 1’lik paya sahip. Bu da ilaç firmalarını cezbetmiyor. Dolayısıyla, Avrupalıları iyileştiren akıllı ilaçları Türkiye’ye sokmuyor” dedi ve ekledi:

“Euro kuru uygulamasında 2019’dan öncesinde böyle bir sorun yoktu. Neden? Ne yazık ki bizim ülkemizde ilaç firmaları, sağlık politikaları doğru bir şekilde yönlendirilmediği için ilaçta dışa bağımlı hale geldik. Piyasadaki ilaçların yüzde 50’den fazlası, maalesef ithaldir. Türkiye’de fabrikası olan yabancı firmalar var. İsmi yerli firmayı yabancılar satın almışlar, onlar üretim yapıyorlar. Hammaddeleri ithal, yardımcı maddeler ithal, ambalajda kullanılan bazı unsurlar ithal. Dolayısıyla dövizdeki her artış, onları olumsuz etkiliyor. Bir tarafıyla da asgari ücretteki afaki artışlarla beraber işletme giderleri de arttı. Hal böyleyken, siz baskılandırılmış ilaç politikasıyla hizmet vermeye devam ediyorsanız, üretici de olsanız, ithalatçı da olsanız, bir süre sonra bu işi sürdüremez hale gelirsiniz. Dolayısıyla çok sayıda firma, üretimden çekildi. Üretimden çekilmeyenler de ruhsatın iptal edilmesini önlemek için ilaçları belli aralıklarla, az miktarda üretiyorlar. İhtiyaç o gün itibariyle 1000 kutuysa, 100 kutuyu piyasaya sürüyorlar. Bu durumda, bugün bulduğumuz bir göz damlasını 15 gün sonra bulamıyoruz. 3 ay sonra tekrar buluyoruz ama ardından yine kayıplara karışıyor. Ankara’dan bakıldığında, üretim az da olsa yapıldığı için o ilaç var gözüküyor ama aslında yok! İzmir’de 1850 eczane var, bir tarama yapıyorsunuz, aranan ilaç sadece 3 eczanede var! 1850’de 3’ü bulup o ilacı temin etmek hiç de kolay bir şey değil. İlacın gerçek fiyatıyla devletin öngördüğü euro kuru arasında makas açıldıkça, piyasada bulunmayan ilaç sayısı da artıyor. Bir ara 300 kalem olarak tespit edilen bulunmayan ilaç sayısı, 600 kaleme kadar yükseldi zaman içerisinde. Bir de Türkiye’ye hiç gelmeyen ilaçlar var, onlar buna dahil değil. Çünkü ilacı üreten firma, Türkiye’deki bu fiyatlandırma yöntemini öğrendikten sonra, Türkiye pazarına hiç girmeyeyim, daha iyi, diyor. Peki Türkiye, onlar için iyi bir pazar mı? Dünya pazarında Türkiye, yüzde 1’lik bir paya sahiptir. Bu da ilaç firmalarını cezp etmiyor. Falanca firma, ülkemize ilaç vermeyince, pek bir şey kaybetmiyor ama biz çok şey kaybediyoruz. Dünyanın çeşitli ülkelerinde hastalar, akıllı ilaçları kullanarak sağlıklarına kavuşurken, bizim insanımız o ilaçları göremeden yaşamlarını yitiriyor. Bu da bir eczacı, bir sağlık çalışanı, bir Eczacı Odası başkanı olarak beni çok rahatsız ediyor.”

Ilac Kullanimi-1

İLAÇLAR ÖDEME LİSTESİNDEN ÇIKARILIYOR AMA SEBEBİNİ BİLEN YOK YETKİLİ YOK!

Parkinson hastalarına umut oldu! Parkinson hastalarına umut oldu!

Son zamanlarda devletin ödemediği ilaçların sayısında da artış olduğunu belirten Başkan Sayılkan, ödeme listesinin çıkarılan ilaçları muhasebecilerin, maliyecilerin, finansçıların belirlediğini, o masada doktorların, eczacıların olmadığını  dile getirdi:

“Pek çok ilaçta devlet ödeme yapmıyor, doğru. Eskiden vatandaş 5 lira, 10 lira öderken, bugün rakamlar 300 liraları aştı. Burada bilimsel bir anlayış yok. Bir sabah bir bakıyoruz, yeni yeni ilaçlar ödeme listesinden çıkarılmış. Neden çıkarılmış? Bakanlıktan bu konuda herhangi bir açıklama yok. Benim düşüncem şu: Ekonomik olarak bir hedef belirleniyor. Sağlık harcamalarını, şu kadar sürede, şu rakama kadar düşürmeliyiz, deniyor. Hangi kalem ilaçları ödeme listesinden çıkarırsak, o hedefe ulaşırız, sorusuna da yanıt arayıp buluyorlar. Bürokratlar, masa başında, bir yıl sonrasının sağlık ve ilaç harcamalarını ne olacağı belirleniyor. O masada doktor yok, eczacı yok, diş hekimi yok. O masada muhasebeci var, maliyeci, finansçı var. Aldıkları karardan kimlerin olumsuz etkileneceğini hiçbiri bilmiyor. Bu uygulama, kaç kişinin hayatına mal olacak, kaç kişinin iyileşmesine engel olacak, onu da düşünmüyorlar. Sonra biz eczacılar, hastaya ya da hasta yakınına, maalesef bu ilacınız yok, demek zorunda kalıyoruz. Ben ve meslektaşlarım, bunu söylerken inanın çok üzülüyoruz. O hastaya veya yakınına, reçetedeki ilaçları bir de hastane karşısındaki eczanelere sorun, demek bize zul geliyor. Oysa üzülmesi gereken, o bürokratlardır, o bürokratları böyle bir karar almaya itenlerdir. İnsanlar kapı kapı dolaşıp ilaç arıyorsa, ilaç bulamıyorsa, burada benden çok başkalarının mahcup olması gerekir. Ülkemizde pek çok yerde israf üst seviyededir. Oysa o israf biraz azaltılsa, yapılacak tasarrufla Türkiye’de sağlık harcamaları makul seviyeye çıkarılır. Biz çok para kazanma derdinde değiliz, çarkımızı çevirelim yeter. Biz diyoruz ki, insanlarımızın ihtiyacı olan ilaçlar bulunsun, onların tedavileri aksamasın. İlaç bulunabilir ve güvenli olsun, istiyoruz. Burada bir fedakarlık yapılacaksa, bizi de yani eczacıları da o masanın etrafına davet edecekler, soracaklar bize, nerelerden tasarruf yapabiliriz, diye. Ne acıdır ki Türkiye’nin sağlık politikalarını, muhasebeciler, maliyeciler, finansçılar yönetiyor.”

AİLE HEKİMLERİ BAZI İLAÇLARI YAZMAKTAN ÇEKİNİR HALE GELDİ

Aile hekimlerine bazı ilaçları, belli bir sayının üstünde yazmamaları, aksi takdirde maaşlarında kesinti olacağı yönündeki baskıları da değerlendiren Sayılkan, “Bir hekimin hastasının hastalığına teşhis koyup tedavisini belirlemesine, ekonomik getirilerine yaptırım getirerek, maaşta kesinti tehdidinde bulunarak müdahale edilmesine anlam veremiyorum. Aklım almıyor bu yönteme. Söz konusu ilaçların reçete edilmesi, belli sayının üstüne çıkarsa, aile hekiminin maaşından kesinti yapılacak. Peki bu ortalama neye göre belirlendi? Van’ın bir ilçesinde vatandaşın kullandığı antibiyotikle, Ankara, İstanbul, İzmir gibi kentlerde vatandaşların kullandığı antibiyotik miktarı aynı değil ki. Doktor, masayla kasa arasında sıkıştırılıyor. Yakın bir zamanda çok daha büyük tartışmalar yaşanacak, doktorla hasta karşı karşıya gelecek. Oysa buna hiç gerek yoktu. Bu iş şöyle olabilirdi. Antibiyotik, mide koruyucu, ağrı kesici ilaçları abartılı yazan varsa, hesap sorarsın; arkadaş o bölgede salgın mı var, bir sorun mu yaşanıyor, diye” şeklinde konuştu.

Eczane

İZMİR’DE 2400 KİŞİYE BİR ECZANE DÜŞÜYOR

İzmir’de nüfusa oranla, 3500 kişiye bir eczane düşecek şekilde planlama yapıldığını ancak gerçekte 2400 kişiye bir eczane düştüğünü anlatan Başkan Tuncay Sayılkan, nüfusun artması halinde ancak yeni eczanelerin açılabileceğini dile getirdi. Sayılkan, 24 yılda 40 tane eczacılık fakültesi açılmış olmasını da eleştirdi. Sayılkan, yeni mezun eczacıların, eczanelere düşen nüfus sayısını azaltıp yeni eczanelerin açılmasına imkan tanınması yönündeki taleplerini de değerlendirdi:

“Genç meslektaşım, kendi açısından haklı. Bu düzenleme, 2012 yılında çıktı. Neden böyle bir şey yapıldı? Eczanelerin dağılımıyla ilgili çok ciddi sıkıntılar vardı.   İzmir’de, Aydın’da, Muğla’da 1500-2000 kişiye bir eczane düşerken, Ankara’dan öteye geçtiğimizde 7 bin kişiye bir eczane düşüyordu. Vatandaş Hakkari’de, Erzincan’da eczane bulamazken, İzmir’de fazlaca eczane açılmıştı. Bu adaletsizliği dengelemek adına böyle bir kural getirildi. Bence doğru bir düzenlemeydi. 3500 kişiye bir eczane düşecek şekilde hesaplandı. Bugün, bu kurala rağmen Bornova’da 114 eczane fazlalığı var. Bu kuralı getiren siyasi otorite, o tarihten bugüne dek 40 eczacılık fakültesinin açılmasına da izin verdi. Eczane sayısı yeterli ama orantılı dağılımda sorun vardı, düzelttim, diyorsunuz; diğer yandan da yeni eczacılar çıksın diye 40 tane fakülte açıyorsunuz. Bu bir çelişkidir. Özellikle vakıf ve özel üniversitelere yol verilmiştir. Toplamda 62 eczacılık fakültesi oldu. Bu kadar fakülte 100’er öğrenci alsa, her yıl 6 bin yeni eczacımız olacak demektir. Yeni mezun eczacılar, eczane açamayacakları için iş aramaya başlayacaklar. Türkiye Eczacılar Birliği olarak ilk 100 bine giren öğrenciler eczacılık okusun diye öneride bulunduk. Bu kural uygulanmaya başlanınca, özel üniversitelerin kontenjanları boş kaldı. Bu sefer ne yaptılar? Devlet okullarının kontenjanlarını azalttılar, özel ve vakıf üniversitelerinin fakültelerinin kontenjanlarını ya artırdılar, ya sabit tuttular. Mesela Ege Üniversitesinin 125 olan kontenjanını 75’e indirdiler. Fakat İstanbul’daki bir özel üniversitenin kontenjanı hala 150… Yani devlet üniversitesine giremeyen, özel üniversiteye gitsin mantığı var burada. Kontenjanların azaltılması ve fakülte sayısının da düşürülmesi gerekiyor. Yeni mezun kardeşimiz, 3500 değil de 2500 kişiye bir eczane olsun, ben de eczane açayım diyor. Oysa bu kural, onu da koruyor. İzmir’de 1850 eczane var. 4,5 milyon nüfusumuz var. Hesapladığımızda şu anda İzmir’de Türkiye ortalaması olan 3500 kişiye değil, 2400 kişiye bir eczane düşüyor. Biz bu rakamı daha aşağıya çekersek, eczane sayısı 2500’e çıkarsa, o zaman patır patır kapanan eczaneler olur. Herkes İzmir’de eczane açmak istiyor. İzmir, tamam güzel bir şehir, potansiyeli olan bir şehir ama İzmir’in daha fazla eczaneye ihtiyacı yok. Eczane açılacak doğru lokasyonu bulmak lazım.”