Paris, dün sabah 09.30. Dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Louvre’un görkemli kubbeleri altında bir başka sabahın serinliği dolaşırken, dışarıda dört kişi tarihin en sessiz, en profesyonel ve en ironik saldırısına hazırlanıyordu. Ne silah sesi duyuldu, ne bağırış, çağırış. Sadece metalin cama sürtünürken çıkardığı o tiz ses: Bir uygarlığın kırılma anı.
Gittiğimizde gezmelere doyamayız. Louvre’un Apollon Galerisi, adını ışığın ve sanatın tanrısından alır. Oysa o sabah Apollon değil, Hermes hüküm sürüyordu: Ticaretin, hırsızlığın ve hızın tanrısı. Bir yerlerden tanıdık gelebilir. Dört kişi, sepetli vinçle müzeye yaklaştı; bir elmas gibi parlayan camları spiral makineleriyle kesip içeri girdi. Yedi dakika sonra sekiz mücevher eksilmişti. Geriye yalnızca tarihin yankısı kaldı.
Çalınanlar arasında Napolyon’un Marie Louise’e hediye ettiği zümrüt kolye, Hortense’in yakut küpeleri, Eugénie’nin 1354 elmaslı tacı vardı.Bir zamanlar imparatorlukların sembolü olan bu parçalar şimdi bir polis dosyasının soğuk rakamlarına sığdırılıyor.
Kültür Bakanı Dati’nin söylediği gibi, “Bu mücevherler maddi değil, tarihî değere sahipti.”
Evet ama belki de tam bu yüzden çalındılar: çünkü artık hiçbir şeyin anlamı kalmadı, sadece parlayan şeyler kaldı.
Louvre, Avrupa’nın kendi kendine anlattığı büyük hikâyenin tapınağıdır. Bir yanda Mona Lisa’nın dingin bakışı, öte yanda Napolyon’un kendine yakıştırdığı tanrısal kudret. Her taşında, her vitrinde bir “biz kimiz?” sorusu yankılanır.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Bu tarihimize bir saldırıdır,” dedi. Ama belki de saldırı çoktan içeriden başlamıştı. Çünkü Apollon Galerisi, yıllardır nem sızıntısı, sıcaklık dalgalanmaları ve yorgun altyapıyla mücadele ediyormuş. Yeni öğreniyoruz.
Bir yanda “kültürel miras” nutukları, öte yanda bakımsız bir binanın kalbinde, çaresizce korunan mücevherler. Bu soygun, yalnızca dört hırsızın değil, kurumların da ihmalinin eseridir.
Yedi Dakikalık Uygarlık
Yedi dakika. Yedi dakikada bitirilebilecek işler pek azdır. Ama işte o yedi dakikada Avrupa’nın yüzlerce yıllık estetik mirası yerinden söküldü. Belki de çağın temposuna uygun bir soygundu bu: hız, teknik, verimlilik… Postmodern bir “performans sanatı” gibi: hırsızlık bile artık profesyonel yönetim becerisi gerektiriyor.
Fransa’nın en prestijli müzesi, bir anda “Avrupa güvenliği”nin trajikomik özeti hâline geldi.
Vinçle içeri giren hırsızlar, “yeni kamusal alan” kavramını da adeta yeniden tanımladı:
Sanat artık herkesin değil, herkesin elinden alınabilecek bir şeydi.
Soyguncular kaçarken, İmparatoriçe Eugénie’nin tacı yere düşmüş, parçalanmış.
Yüzyıllar önce Fransız İmparatorluğu’nun zaferini simgeleyen o taç şimdi, yolda kırık dökük yatıyor. Bu sabah Avrupa gazetelerinde hep aynı fotoğraf var. Polis şeritleri, meraklı kalabalık, yerlerde parlayan birkaç taş. Sanki uygarlığın kendi yansıması.
Avrupa hâlâ geçmişin ışıltısını sergiliyor ama tacı çatlamış, taşları eksilmiş. Ve biz, bu çatlaktan kendi zamanımıza bakıyoruz… Bir uygarlığın yavaş yavaş çözülüşüne.
Tarihin Yeni Sahnesi: Polisiye
Bu olay, 1911’de Mona Lisa’nın kayboluşundan bu yana Louvre’un gördüğü en büyük skandal.
Ama fark şu: 1911’de kaybolan tablo üç yıl sonra Floransa’da bulundu.
Bugünse çalınan şey sadece bir mücevher değil, kolektif güven duygusu. Müze, modern insanın kutsal mekânıydı; geçmişe, sanata, sessizliğe sığınabilinen son yer.
Artık o bile güvende değil. Çünkü küresel çağda hiçbir şey kutsal kalmıyor sadece piyasası olan şeyler var.
Ve belki de en ironik olan şu: Louvre, Napolyon’un fetihlerinden toplanan eserlerle dolu bir müzedir. Anadolu’dan kaçırılmış yüzlerce eser de cabası. Bir zamanlar Avrupa, dünyayı soydu; şimdi kendi soyuluyor. Tarih, adaleti sessizce tecelli ettiriyor gibi.
Paris Louvre Müzesi'nde bulunan çalınmış çinilerimiz: Kasımpaşa Piyale Paşa Camii, Eyüp Sultan ve Tophane Kılıç Ali Paşa Camii'ne ait eserlerimiz.
Louvre Müzesi, Anadolu ve Mısır’dan da çalınıp gelmiş çok sayıda önemli esere ev sahipliği yapar. Louvre’un Yakın Doğu Eserleri Bölümü’nde (Departement des Antiquites Orientales) Anadolu’dan, özellikle Hitit, Frig, Lidya, Pers ve diğer Anadolu uygarlıklarına ait eserler sergilenir.
Sfenksler ve Kabartmalar (Hitit Dönemi): Hitit başkenti Hattuşaş’tan (Boğazköy, Türkiye) getirilen sfenks heykelleri ve taş kabartmalar. Bunlar, Hitit sanatının anıtsal örneklerindendir.
Salihli Sardes’ten Lidya Eserleri: Lidya uygarlığına ait altın objeler, mücevherler ve seramikler. Özellikle Krallık Dönemi’ne (MÖ 7.-6. yüzyıl) tarihlenen bu eserler, Lidya’nın zenginliğini yansıtır.
Fethiye Kaş arasındaki Ksanthos ve Letoon Buluntuları: Likya bölgesinden (günümüz Fethiye civarı) getirilen mezar anıtları, kabartmalar ve yazıtlar. Özellikle Ksanthos’tan gelen Nereid Anıtı’nın bazı parçaları dikkat çeker.
Pers Dönemi Eserleri: Anadolu’daki Pers egemenliği dönemine ait (Ahameniş) rölyefler ve heykeller, örneğin Susa’daki saraydan getirilen bazı dekoratif unsurlar.
Frig Sanatı: Gordion’dan (Ankara yakınları) küçük çaplı objeler, seramikler ve metal eserler.
Louvre’un Mısır Eserleri Bölümü (Departement des Antiquites Egyptiennes), Antik Mısır’ın en geniş koleksiyonlarından birine sahiptir. Birkaçını sıralayayım: Büyük Sfenks (Tanis): Tanis’ten gelen devasa pembe granit sfenks, Orta Krallık dönemine (MÖ 2000 civarı) tarihlenir. II. Ramses’e ait devasa bir heykel, Yeni Krallık döneminin ihtişamını yansıtır. Eski Krallık dönemine (MÖ 2500 civarı) ait, gerçekçi detaylarıyla ünlü bu heykel, bir yazıcıyı tasvir eder. Farklı dönemlere ait lahitler, mumyalar ve cenaze objeleri. Özellikle Amarna Dönemi’ne ait bazı parçalar dikkat çeker. Book of the Dead (Ölüler Kitabı) gibi papirüsler ve hiyeroglif yazıtlı steller. Akhenaton ve Nefertiti dönemi eserleri: Amarna sanatına özgü heykelcikler ve kabartmalar. Luksor ve Karnak tapınaklarından getirilen dekoratif unsurlar.
***
Parisli bir politikacının dediği gibi, “Bu, bir film senaryosu gibi.” Ama belki de bütün Avrupa çoktan bir film setine dönüştü: geçmişin ihtişamı dekor, bugünün çöküşü senaryo.
“Böyle soygun görülmedi,” diyor gazeteler. Oysa belki de her gün yaşanıyor bu soygun:
Bir müzenin değil, hafızanın; bir tacın değil, kültürün sessiz çalınışı.