Çöpe Giden Dünya!

Abone Ol

Tarih 29 Eylül… Birleşmiş Milletler, 2019 yılında aldığı bir kararla bu günü Küresel Gıda Kaybı ve İsrafı Günü ilan etti. Çünkü dünyanın karşı karşıya olduğu en görünmez, ama en yıkıcı sorunlardan biri tam da soframızda yaşanıyor: Gıda kaybı ve gıda israfı.

Bugün, tarladan başlayıp mutfaklarımızda son bulan o uzun yolculuğun aslında ne kadar kırılgan olduğunu hatırlamak için önemli bir fırsat. Çünkü üretilen gıdaların üçte biri çöpe gidiyor. Evet, yanlış okumadınız: İnsanlık, kendi eliyle ürettiği yiyeceklerin 3’te 1’ini ya sofraya getiremiyor ya da tabağına koyup tüketemiyor.

Önce kavramları ayıralım. Gıda kaybı, üretim ve lojistik zincirinde yaşanıyor. Hasatta tarlada kalan ürünler, depolama ve nakliye sırasında bozulan sebzeler, uygun olmayan koşullarda saklandığı için değerini yitiren ürünler…

Öte yandan gıda israfı soframıza çok daha yakın: Restoranlarda tabağa konup yarısı yenilmeyen yemekler, otellerde açık büfelerde çöpe giden tonlarca yiyecek, evlerimizde buzdolabında unutulup bozulduğu için atılan yiyecekler.

Her iki kayıp da aslında aynı yere çıkıyor: Aç insan sayısı artarken, gıdaya erişim zorlaşırken, biz ürettiğimizi çöpe atıyoruz.

Dünyanın Açlık ve İsraf Tablosu… Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) rakamları çok çarpıcı… Dünya genelinde her yıl 1,3 milyar ton gıda israf ediliyor.Bu kaybın ekonomik değeri 1 trilyon dolardan fazla.Gıda israfı, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 10’unu oluşturuyor.Dünya üzerindeki her 10 kişiden 1’i açlık sınırında yaşarken, çöpe giden gıdanın sadece dörtte biriyle açlık tamamen bitirilebilir.

Bu tablo, sadece ekonomik ya da insani değil, aynı zamanda çevresel bir kriz. Çünkü israf edilen her gıda; suyun, toprağın, enerjinin ve emeğin de israfı anlamına gelir.

Türkiye’nin Karnesi

Türkiye’de tablo maalesef iç açıcı değil. TÜBİTAK ve Tarım Bakanlığı verilerine göre yılda 18 milyon ton gıda israf ediliyor. Bunun büyük kısmını sebze, meyve ve ekmek oluşturuyor.

En acı rakamlardan biri ise şu: Her gün 4 ila 6 milyon arası ekmek çöpe gidiyor. Oysa ekmek, bizim kültürümüzde sadece bir yiyecek değil, kutsal bir değer. “Ekmek parası” diyoruz, “ekmeğini kazanmak” diyoruz. Ama öte yandan o ekmeği çöpe atarken tereddüt etmiyoruz.

Otellerdeki açık büfeler, büyük organizasyonlardaki ikram fazlalıkları, restoranlarda porsiyon büyüklükleri de israfın önemli kaynakları.

Bireysel Önlemler

Peki ne yapabiliriz? Öncelikle şunu kabul edelim: Gıda israfı sadece “devletin” ya da “belediyenin” çözmesi gereken bir mesele değil. Hepimizin evinde, mutfağında, sofrada aldığı küçük kararlar zinciri, büyük bir fark yaratabilir. Mesela “Planlı alışveriş” ; Marketten ihtiyaç kadar almak. Liste yapmadan alışverişe çıkmamak.Sebze ve meyveleri uygun koşullarda saklamak, yiyecekleri tarihine dikkat ederek tüketmek.Artan yemekleri değerlendirmek. Annelerimizin, anneannelerimizin mutfak bilgeliğini hatırlamak. Bayat ekmekten yapılan ekmek tatlısı, kızartma yağıyla hazırlanan börekler, sebze saplarıyla pişirilen çorbalar… Hepsi aslında israfı önleyen geleneksel yöntemlerdir.

Vee paylaşmak… Fazla yiyecekleri ihtiyaç sahipleriyle buluşturmak. Mahalle dayanışmasını yeniden canlandırmak.

Bireysel çabalar önemlidir ama yetmez. Tarım politikalarının, gıda lojistiğinin, otelcilik ve restoran sektörünün de bu konuda adım atması gerekir.Tarımda kayıpları azaltacak teknolojilere yatırım şart. Soğuk hava depoları, lojistik zincirdeki verimlilik, paketleme sistemleri…Otellerde ve restoranlarda bilinçli tüketim modelleri geliştirmek şart… Açık büfe anlayışını yeniden gözden geçirmek, porsiyon küçültmek, artan yemekleri değerlendirmek. Bazı AB ülkelerinde gördüğümüz, “Belediyelerin gıda bankacılığı sistemlerini yaygınlaştırması” önemli. Market ve restoranlardan toplanan fazla gıdanın ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması sağlanabilir. Çocuklara ve gençlere küçük yaşlardan itibaren gıda israfının ne anlama geldiğini anlatmak.

Kültürel Bir Dönüşüm

Aslında gıda israfıyla mücadele, sadece ekonomik ya da çevresel bir sorumluluk değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm meselesidir. Çünkü toplumların sofra kültürleri, tüketim alışkanlıkları ve değerleri, gıdaya bakışlarını belirler.

Bizim kültürümüzde “nimet” kavramı vardır. Sofraya düşen kırıntıyı yerden alıp öpmek, bayat ekmeği çöpe değil, kuşlara vermek, artan yemeği komşuyla paylaşmak… Bunlar aslında israfı önleyen kültürel reflekslerdir. Bugün unuttuğumuz bu değerleri yeniden hatırlamak gerekiyor.

29 Eylül bize bir kez daha şunu hatırlatıyor: Tabağımıza gelen bir lokma, sadece yiyecek değildir. Onun arkasında toprak vardır, su vardır, güneş vardır, çiftçinin alın teri vardır. Onu çöpe atmak, bütün bu zinciri hiçe saymak demektir.

Her çöpe atılan yiyecek, biraz da gelecek kuşakların hakkını elimizden kaçırmak anlamına geliyor. Çünkü bugün israf ettiğimiz kaynaklar, yarının çocuklarına kalması gereken ekolojik mirastır.

29 Eylül Küresel Gıda Kaybı ve İsrafı Günü, bize bir günlüğüne düşünme fırsatı sunuyor. Ama asıl mesele, bu farkındalığı 365 güne yayabilmek. Çünkü gıda israfıyla mücadele, günübirlik değil, günlük bir alışkanlıktır.

Şunu hiç unutmayalım: Soframızdaki israfı azaltmak, sadece açların karnını doyurmak için değil; doğayı, ekonomiyi ve insanlığı korumak için bir zorunluluktur.

Gıda israf ederken aklınıza hiç olmaz ise Gazze gelsin!