CHP’nin 2025 Programı: Hayaller Paris, gerçekler Mozambik mi?

Abone Ol

Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Yeni Toplumsal Sözleşme” olarak nitelendirdiği 2025 parti programı, Türkiye siyasetinde uzun süredir görmediğimiz kadar sistematik bir metin. Sadece vaatten ibaret bir “seçim bildirgesi” değil; devletin, ekonominin, toplumun ve dış politikanın nasıl yeniden inşa edileceğine dair bütünlüklü bir şema sunuyor. Program metni, bir yanıyla çok güçlü bir yanıyla da zayıf olarak değerlendirilebilir. Güçlü; çünkü kurumsal devlet tahayyülü net. Zayıf; çünkü realist olmayan noktaları ve ideolojik boşlukları var.

Kurumsal devlet, güçlü yargı, parlamenter rejim; en güçlü halkalar

Programın açık ara en güçlü bölümü, “Demokrasi, Yönetim ve Adalet” başlığı altında şekilleniyor. Güçlü Meclis’e dayalı, kuvvetler ayrılığını esas alan parlamenter sisteme dönüş; HSYK’nın yürütmenin gölgesinden çıkarılması, Adalet Bakanı’nın yargı kurullarından dışlanması; iddianame olmadan uzun tutukluluğa son verilmesi, ifade özgürlüğünü kısıtlayan “hakaret” suçlarının kaldırılması; AİHM ve Avrupa insan hakları standartlarının bağlayıcı referans haline getirilmesi; kayyım uygulamalarının açıkça reddi, yolsuzlukla mücadelede GRECO standartlarına uyum, liyakat esaslı kamu personel rejimi…

Bunların tümü, Türkiye’yi kâğıt üzerinde AB ölçeğinde bir hukuk devleti haline getirebilecek nitelikte. Ancak buradaki en önemli soru şu: Bu kurumsal devleti kurmak için gerekli siyasal gücü, toplumsal desteği ve ittifak zeminini nasıl yaratacaksınız? Program, “nasıl bir devlet?” sorusuna çok iyi cevap veriyor; fakat “bu devlete nasıl geçilecek?” sorusunu neredeyse hiç yanıtlamıyor. Parlamenter sisteme dönüş için anayasa değişikliği, referandum, geniş koalisyonlar, iktidarın buna razı olması gibi devasa siyasal engellerin nasıl aşılacağı belirsiz.

Ekonomide kamucu, planlı, yeşil-mor-dijital vizyon: Güçlü çerçeve, eksik hesap

Ekonomi bölümünde, CHP belki de bugüne dek en net hattını çiziyor; devletin yeniden üretken, yön veren, yatırımcı bir aktör olduğu kamucu model; ulusal bir “Planlama Kurumu” ile stratejik sektörlerin (enerji, tarım, madencilik) kamusal önceliklerle yönetilmesi; yüksek katma değerli üretim, AR-GE, yapay zekâ, biyoteknoloji, robotik gibi alanlarda kamu destekleri; “Mor dönüşüm” ile kadın istihdamını merkezine alan cinsiyet eşitlikçi ekonomi; “Yeşil dönüşüm” ile fosil yakıt teşviklerinin kaldırılması, yenilenebilir enerjiye geçiş; KOBİ’lere yönelik planlı destek, ithalata bağımlı üretimden çıkış…

Bu çerçeve, klasik “kemer sık, IMF’ye uy, piyasanın insafına bırak” çizgisinden farklı, net bir sosyal demokrat kalkınma devletini anlatıyor. Fakat burada da büyük bir boşluk var. Temel vatandaşlık geliri, herkese ücretsiz ve nitelikli sağlık, emekli yoksulluğunun bitirilmesi, ücretsiz temel enerji, sosyal konut seferberliği, okullarda ücretsiz yemek… Bunların tümü sosyal devlet açısından son derece kıymetli, ama maliyet hesabı yok. Vergi reformundan, “çok kazanandan çok, az kazanandan az” alınacağından, dolaylı vergilerin azaltılacağından söz ediliyor. Güzel. Peki bu gelirler, saydığımız devasa sosyal harcama kalemlerini karşılamaya yetecek mi? Program, ekonominin yönünü çok iyi anlatıyor; ama muhasebeyi göstermiyor. Bu ise “iyi de bunun parası nereden gelecek?” sorusunu cevapsız bırakıyor.

Sosyal devlet

Sosyal politika bölümü, Türkiye ölçüsünde son derece ileri ve sistematik. Gelir testine dayalı “Temel Vatandaşlık Geliri”; “İşsizlik Sigortası Fonu’nun” amaç dışı kullanımına son verilmesi; mahalle ölçeğinde sosyal hizmet merkezleri; kreşler, yaşlı ve engelli gündüz bakım merkezleriyle bakımın kamusallaşması; herkese ücretsiz ve koruyucu hizmet odaklı sağlık; TOKİ’nin rant odaklı projelerden çekilip sosyal konut üretimine yönelmesi; düşük gelirlilere ücretsiz temel enerji; laik, bilimsel, parasız eğitim; 5 yaş için zorunlu ve ücretsiz okul öncesi; YÖK’ün kaldırılması, üniversite özerkliği.

Bu tablo, Türkiye’de gerçek anlamda bir hak temelli sosyal devlet tasavvurudur. Bugünün “sadaka” ve “sadakat” ilişkisine dayalı yardım rejiminden hızla uzaklaşıp, yurttaşı müşteriye değil hak sahibi bireye dönüştürme iddiası taşıyor. Ancak buradaki eleştiri de yine aynı noktaya dayanıyor; bu kadar kapsamlı ve pahalı bir sosyal devlet atağının, somut mali kaynağı gösterilmediğinde, program “iyi niyet bildirisi” olmaya sıkışıyor. Sosyal demokrasinin klasiği şudur: Güçlü sosyal devlet eşittir güçlü vergi devleti. Fakat, varlık vergisi, servet vergisi, büyük sermaye düzenlemeleri gibi daha “radikal” araçlar programda belirsiz kalmış.

Dış politika ve güvenlik

Dış politikada metin, kişiselleşmiş, lider merkezli, günü kurtaran manevralara karşı kurumsal ve öngörülebilir bir çizgi öneriyor. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine dönüş; AB üyeliğini stratejik hedef olarak tanımlama, “Gümrük Birliği’nin” güncellenmesi; Batı ittifakında kalırken Rusya, Çin ve bölge ülkeleriyle dengeli ilişkiler; göç politikalarında hem güvenlik hem insan hakları perspektifi; göçün kaynağında yönetilmesi, güvenli ve onurlu geri dönüş.

Bunların tümü, Türkiye’yi “öngörülemez aktör” pozisyonundan çıkararak, tekrar saygın bir diplomatik çizgiye oturtmayı hedefliyor. Ancak savunma sanayii ve ulusal güvenlik bölümünde belirgin bir yüzeysellik var. Türkiye gibi savunma sanayiini son on yılda rejim meşruiyetinin merkezine yerleştirmiş bir ülkede; SİHA/İHA politikası, savunma sanayinin sivilleşmesi, şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele, teknolojik bağımsızlık, lisans sorunları gibi kritik tartışmalar neredeyse “başlık düzeyinde” geçiyor. CHP programı bu alanda teknokratça ve mesafeli kalmış görünüyor.

Kürt Meselesi: Demokratik çözüm söylemi, yol haritası eksikliği

Program, Kürt sorununu salt güvenlik ekseninden çıkarıp; eşit yurttaşlık, ana dilin öğrenilmesi ve geliştirilmesi hakkı, demokratik ve katılımcı siyaset çerçevesine oturtuyor. Cem evlerine ibadethane statüsü taahhüdü de Alevi yurttaşlar açısından yıllardır beklenen bir adım. Ne var ki mesele tam da burada düğümleniyor; yerel/bölgesel özerklik tartışması yok, ana dilde eğitim meselesi netleşmiyor, güvenlik söylemi ve siyasal çözüm söylemi arasındaki gerilim nasıl yönetilecek, belirsiz. Metin hem Kürt seçmeni ürkütmemek hem ulusalcı tabanı kaybetmemek için bilerek “muğlak” kalmış izlenimi veriyor. Bu da en kronik sorunda en çok cesaret gerektiren yerde, programın temkinli ve düşük profil kalmasına yol açıyor.

İdeolojik ve sosyolojik açıdan soldan bakıldığında; program sosyal demokrat, ama finans kapitalle, büyük sermayeyle, servet eşitsizliğiyle hesaplaşan radikal bir ton taşımıyor. Sendikalaşma, işçi hareketi, sınıf siyaseti eksenleri zayıf.

Liberaller açısından; devletin ekonomide yeniden bu kadar güçlenmesi, stratejik sektörlerin kamulaştırılması, planlama kurumunun öne çıkması, piyasa özgürlüğü açısından soru işareti doğurabilir.

Sosyolojik açıdan; laiklik, kadın hakları, cinsiyet eşitliği, LGBTİ+ karşıtı söyleme mesafe gibi başlıkların muhafazakâr toplum segmentlerinde nasıl anlatılacağı, hangi kültürel aralıklar üzerinden köprü kurulacağı belirsiz. Metin, sosyolojik çatışma ve dönüşüm stratejisinden çok, normatif bir “nasıl olmalı?” metni gibi duruyor.

CHP kendi içine bakıyor mu?

Belki de en çarpıcı eksiklik şu: Program, Türkiye devlet yapısını demokratikleştirmeyi ayrıntısıyla anlatırken, CHP’nin kendi iç demokrasisine dair tek kelime etmiyor; delegelik sistemi, önseçim, parti içi ifade özgürlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi konularda bir reform iradesinin olmaması, programın en zayıf yerlerinden biri. “Devleti demokratikleştireceğim” diyen bir partinin, kendi içini bu dönüşümün laboratuvarı haline getirmemesi ciddi bir tutarsızlık yaratıyor.

CHP, tüzük olarak Türkiye’de parti içi demokrasiyi en çok savunan parti görünümündedir; ancak pratikte merkezîleşmiş bir yönetim modeli ve delege sisteminin yarattığı güç blokları ile şeffaflık ve katılımcılığın ideal düzeyde olmadığı yapısı nedeniyle, uzun yıllardır eleştiriliyor…

Özetle, CHP’nin 2025 Programı, kurumsal devlet, sosyal devlet ve kalkınmacı devlet üçlüsünü çağdaş sosyal demokrasi çizgisinde birleştiren, Türkiye standartlarının üzerinde, entelektüel olarak güçlü bir metin. Demokrasi ve hukuk devleti bölümleri, AB normlarıyla yarışacak netlikte. Sosyal devlet çerçevesi, Türkiye’de yoksulluğu ve eşitsizliği yapısal olarak azaltmayı hedefleyen nadir bütünlüklü önerilerden biri.

Buna karşılık, CHP’nin geçiş sürecine dair siyasal stratejisi müphem. Ekonomik vaatlerin finansmanı belirsiz. Kürt meselesi ve savunma sanayii gibi kriz alanlarında, metin temkinli ve yüzeysel. CHP’nin kendi iç demokratik dönüşümü hakkında bir özeleştiri yok.

Doğrusunu söylemek gerekirse; CHP, yeni programıyla nasıl bir yönetim kurmak istediğini bazı konular yeteri kadar belirgin olmasa da iyi anlatıyor denebilir; fakat bu programı nasıl gerçekleştireceği, hangi finansal ve somut kaynaklara dayanacağı ve toplumu bu programa nasıl ikna edeceği hususlarında net bir argüman sunmuyor…