Cannes 2025: Yeni Hikayeler, Cesur Sesler

Abone Ol

Benim en ciddiye aldığım sinema yarışması Cannes’dır, çünkü bu festival sadece bir ödül töreni değil, aynı zamanda sinema sanatının kalbinin attığı bir platformdur. Cannes Film Festivali, 1946’dan beri Fransa’nın Côte d’Azur sahillerinde düzenleniyor ve dünya sinemasının en prestijli etkinliklerinden biri olarak kabul ediliyor. Altın Palmiye (Palme d’Or) ödülü, bir yönetmenin kariyerinde ulaşabileceği en büyük başarılarından biri olarak görülüyor. Peki, neden Cannes benim için bu kadar özel?

Öncelikle, Cannes’ın sinemaya yaklaşımı beni büyülüyor. Festival, ticari başarıdan çok sanatsal vizyona odaklanıyor. Hollywood’un görkemli prodüksiyonlarının aksine, Cannes’da genellikle bağımsız, yenilikçi ve cesur filmler öne çıkıyor. Örneğin, Nuri Bilge Ceylan’ın 2014’te Kış Uykusu ile Altın Palmiye’yi kazanması, Türk sineması için bir dönüm noktasıydı ve benim gibi sinemaseverler için gurur verici bir andı. Festival, farklı kültürlerden, dillerden ve bakış açılarından hikayelere kucak açarak sinemanın evrensel dilini kutluyor.

Cannes’ı diğer festivallerden ayıran bir başka özellik, jürisinin çeşitliliği ve kalitesi. Her yıl, sinema dünyasının en saygın isimlerinden oluşan bir jüri, filmleri titizlikle değerlendiriyor. Bu, ödüllerin sadece popülerlik değil, gerçek bir sanatsal ölçüt üzerinden verildiğini gösteriyor. Örneğin, 2019’da Bong Joon-ho’nun Parazit filmiyle Altın Palmiye’yi kazanması, Cannes’ın çığır açan yapımları nasıl ödüllendirdiğinin bir kanıtı.

Bu yıl ana yarışma jürisinin başkanlığını, Fransız sinemasının ikonik isimlerinden Juliette Binoche üstlenmişti. Binoche’un jüri başkanı olarak seçilmesi, Cannes’ın sanatsal vizyona verdiği önemi bir kez daha gözler önüne seriyor. Onun duygusal derinlik ve entelektüel bakış açısıyla filmleri değerlendirmesi, festivalin ödüllerine ayrı bir ağırlık kattı.

Binoche’a eşlik eden jüri üyeleri de bir o kadar etkileyici. Oscar ödüllü Amerikalı oyuncu ve yönetmen Halle Berry, sinema dünyasındaki deneyimiyle jüriye güç kattı. İtalyan oyuncu Alba Rohrwacher, Avrupa sinemasının incelikli performanslarıyla tanınırken, Hint yönetmen Payal Kapadia, A Night of Knowing Nothing gibi yenilikçi eserleriyle jüriye taze bir bakış açısı sunuyordu. Fransız-Faslı yazar Leyla Slimani, edebiyat ve sinema arasındaki köprüleri güçlendiren bir isim olarak dikkat çekiyor. Ayrıca, Güney Koreli yönetmen Hong Sangsoo’nun minimalist ve derin anlatımı, Amerikalı oyuncu Jeremy Strong’un yoğun performans geçmişi ve diğer üyelerin çeşitliliği, jürinin çok yönlülüğünü ortaya koyuyordu.

Bu jüri, Cannes’ın küresel sinemaya kucak açan ruhunu yansıttı. Farklı kültürlerden, disiplinlerden ve bakış açılarından gelen bu isimler, festivalin Altın Palmiye gibi prestijli ödüllerini belirlerken sanatsal cesareti ve özgünlüğü ön planda tuttu. Juliette Binoche’un açılış töreninde bir süre önce öldürülen Filistinli foto muhabiri Fatma Hassona’yı anması, jürinin sadece sanatsal değil, aynı zamanda insani duyarlılıklara da sahip olduğunu gösterdi.

Kişisel olarak, Cannes benim için sinemaya olan tutkumun bir yansıması. Her yıl festivalin seçkisini takip etmek, yeni yönetmenler keşfetmek ve sinema sanatının sınırlarının nasıl zorlandığını görmek beni heyecanlandırıyor. Oscar’ın popüler kültüre hitap eden ışıltısına ya da Venedik’in tarihi cazibesine saygı duysam da, Cannes’ın sanatsal dürüstlüğü ve yenilikçi ruhu benim için rakipsiz. Cannes Film Festivali, sinemayı bir sanat formu olarak ciddiye alanların mabedi. Cannes, sadece bir festival değil, bir tutku.

Sonuçlara nasıl bakalım?

Dünyanın en prestijli sinema etkinliklerinden biri olan Cannes Film Festivali, 78. yılında yine sinemanın hem politik hem estetik sınırlarını zorlayan yapıtlarıyla sinemaseverleri büyüledi. Fransız Rivierası'nın kırmızı halısında yürüyen yıldızlar kadar, perdede yankılanan temalar ve ödül alan yapıtların çeşitliliği bu yılki festivalin hafızalarda kalıcı olacağını gösteriyor.

Altın Palmiye: Sinemanın Vicdanı

Bu yıl Altın Palmiye, İranlı yönetmen Jafar Panahi'nin It Was Just an Accident adlı filmine verildi. Panahi, İran rejiminin baskılarına rağmen gizlice çektiği bu politik gerilim filmiyle, bireysel travmaların kolektif hafızayla çarpıştığı, estetik olarak sade ama içerik bakımından derin bir anlatıyı perdeye taşımış. It Was Just an Accident, basit bir yol kenarı olayıyla başlayan, ancak giderek ahlaki sorgulamalar ve toplumsal eleştirilerle derinleşen bir hikâye anlatıyor. Film, bir grup eski mahkûmun, kendilerine işkence ettiğini düşündükleri bir adama karşı intikam arayışını konu alıyor. Panahi, bu anlatıyı minimalist bir üslupla işlerken, gerilim, yol filmi ve karanlık komedi unsurlarını ustalıkla harmanlıyor. Film, İran’daki baskıcı rejime keskin bir eleştiri getirirken, intikam, şiddet ve insanlığın kurtarıcı yönleri üzerine evrensel sorular soruyor. Eleştirmenler, filmin öfkeli ama kontrollü tonunu ve Panahi’nin karakteristik sade ama etkileyici anlatımını övmekte birleşiyor. Cannes jürisi, Juliette Binoche liderliğinde, filmin gücünü Panahi’nin kendi deneyimlerinden beslendiğini vurguladı. Binoche, ödül töreninde, filmin “intikam, şiddet ve zulmün hüküm sürdüğü bir dünyayı” yansıttığını belirtti. Panahi’nin İran’da hapis yatmış ve film yapımı yasaklanmış bir yönetmen olması, bu eserin cesaretini daha da anlamlı kılıyor. Film, onun baskıya karşı sanatsal direnişinin bir yansıması olarak öne çıkıyor.

Büyük Ödül (Grand Prix): Duygusal Derinlik

Joachim Trier’in yönettiği Sentimental Value, festivalin ikinci büyük ödülü olan Grand Prix’yi kazandı. Film, aile bağları ve geçmişle yüzleşme temalarını işleyerek izleyicilere duygusal bir yolculuk sunuyor. Norveçli yönetmenin “Oslo Üçlemesi”nin son halkası olan bu komedi-dram, 19 dakikalık ayakta alkışla festival tarihinin en uzun üçüncü alkışını alarak büyük bir sansasyon yarattı.

Sentimental Value (Norveççe: Affeksjonsverdi), Trier’in Eskil Vogt ile birlikte yazdığı senaryosuyla, bir kız kardeş hikayesi üzerinden duygusal bağlar, aile dinamikleri ve kişisel kırılganlıklar üzerine incelikli bir anlatı sunuyor. Film, Renate Reinsve, Stellan Skarsgård, Inga Ibsdotter Lilleaas ve Elle Fanning gibi güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip. Reinsve ve Skarsgård’ın baba-kız dinamikleri, filmin duygusal omurgasını oluştururken, Trier’in meta-sinema yaklaşımı, hikayeyi hem eğlenceli hem de derin bir bilinçaltı yolculuğuna dönüştürüyor. Eleştirmenler, filmi “Cries and Whispers, Contempt ve Alps’in incelikli bir kırması” olarak tanımlarken, Trier’in duygusal dengesizlikleri ve “aşırı duygusal değerler”i oyunbaz bir şekilde işlediğini vurguluyor.

Filmin Cannes’daki prömiyeri, seyircileri ve eleştirmenleri adeta büyüledi. Rotten Tomatoes’da yüzde 100’lük bir puanla listeye giren Sentimental Value, Grand Prix ödülünü kazanarak festivalin en dikkat çekici eserlerinden biri oldu. Ancak bazı eleştirmenler, filmin sinemasal form ve mekân yaratımı açısından beklentileri tam karşılamadığını belirtse de, Trier, Variety’ye verdiği bir röportajda, “Duygularını reddeden insanlar korkunç seçimler yapar,” diyerek filmin temel mesajını özetliyor: Duygusal samimiyetin gücü ve kırılganlığın değeri.

Kişisel olarak, Sentimental Value benim için Trier’in melankoli, umut ve yalnızlık temalarını ustalıkla işlediği bir başka başyapıt. Cannes’ın bu filmi Grand Prix ile ödüllendirmesi, festivalin sanatsal cesareti ve duygusal derinliği kutlama geleneğini sürdürüyor. Trier’in Oslo’sunda geçen bu hikaye, yaz sıcağında içsel bir yangını hissettiriyor ve sinemaseverleri bir kez daha büyülüyor.

Jüri Ödülü: Ortak Bir Zafer

Jüri Ödülü, iki farklı filme verildi: Oliver Laxe’in yönettiği Sirât ve Mascha Schilinski’nin Sound of Falling adlı yapımları. Sirât, bir babanın kaybolan kızını arayışını anlatırken, Sound of Falling ise insanın içsel düşüşünü ve yeniden doğuşunu ele alıyor.

En İyi Yönetmen: Kleber Mendonça Filho… Brezilyalı yönetmen Kleber Mendonça Filho, The Secret Agent filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü kazandı. Film, Brezilya'nın askeri diktatörlük döneminde geçen bir casus hikayesini anlatıyor. Wagner Moura da, The Secret Agent filmindeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Moura, filmde politik karmaşanın ortasında kalan bir öğretmeni canlandırıyor.

En İyi Kadın Oyuncu: Nadia Melliti… Nadia Melliti, Hafsia Herzi'nin yönettiği The Little Sister filmindeki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü. Film, Paris'te büyüyen Cezayir kökenli bir genç kadının kimlik arayışını konu alıyor.

En İyi Senaryo: Dardenne Kardeşler… Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşler, Young Mothers filmiyle En İyi Senaryo ödülünü kazandılar. Film, genç annelerin toplum içindeki mücadelelerini ve dayanışmalarını anlatıyor.

Özel Ödül: Bi Gan … Çinli yönetmen Bi Gan, Resurrection adlı filmiyle Jüri Özel Ödülü'ne layık görüldü. Film, zaman ve mekân kavramlarını sorgulayan deneysel bir anlatı sunuyor. Bu film içinden geçtiğimiz Yapay Zekalı zamanlar için kıymetli bir belgesel yine yazacağım.

İlk Film Ödülü (Caméra d'Or): Hasan Hadi… Hasan Hadi'nin yönettiği The President's Cake, festivalin En İyi İlk Film ödülünü kazandı. Film, politik hiciv ve toplumsal eleştiriyi harmanlayan özgün bir yapım olarak öne çıkıyor. Caméra d’Or, Cannes’da tüm bölümlerdeki en iyi ilk filmi ödüllendiren bir kategoridir ve genç yönetmenlerin kariyerlerinde bir dönüm noktasıdır. The President's Cake, Saddam Hüseyin döneminde geçen, çocukluk masumiyeti ve karanlık komedi unsurlarını harmanlayan dokunaklı bir hikaye. Quinzaine des Cinéastes (Yönetmenlerin On Beş Günü) seçkisinde yer alan film, Hadi’nin özgün anlatımıyla dikkat çekti. Eleştirmenler, filmi “poignant” (dokunaklı) ve “darkly comic” (kara mizah yüklü) olarak nitelendirirken, Hadi’nin Irak’ın zorlu geçmişini hem duygusal hem de evrensel bir perspektifle işlediği vurgulanıyor. Film, aynı zamanda Directors’ Fortnight Halkın Seçimi Ödülü’nü de kazanarak seyirciyle güçlü bir bağ kurduğunu kanıtladı.

Hadi’nin başarısı, Irak sineması için tarihi bir an. Festival kaynaklarına göre, The President's Cake, Cannes’da ödül kazanan ilk Irak filmi oldu. Hadi, ödül konuşmasında Irak’taki yeni ortaya çıkan sinema endüstrisine dikkat çekerek, “Birçok sanatçı şu anda sesini duyurmaya çalışıyor,” dedi. Bu, Cannes’ın sadece sanatsal değil, aynı zamanda kültürel ve politik bir platform olarak önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Jüri üyesi Alice Rohrwacher’ın ödülü takdim etmesi, filmin sanatsal değerinin uluslararası alanda tanındığını gösteriyor.

Kişisel olarak, Hadi’nin The President's Cake ile Caméra d’Or kazanması beni derinden etkiledi. Cannes’ın bu ödülü, yalnızca bir filmi değil, bir ülkenin sinema aracılığıyla anlatılmamış hikayelerini de onurlandırıyor. Hadi’nin cesur ve özgün vizyonu, festivalin yeni yetenekleri kutlama geleneğini yansıtıyor. Bu ödül, sadece Hadi için değil, Irak sineması ve küresel ölçekte yeni yönetmenler için bir ilham kaynağı. Cannes, bir kez daha, sinemanın sınırları aşan gücünü kanıtladı.

Cannes biter, ama geriye kalır: Birkaç unutulmaz sahne, zihne çakılı birkaç cümle ve dünyanın dört bir yanında yankılanan sinema salonlarında karanlıkla yüzleşmenin o özel anı...