CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinden bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılıp, tutuklanması üzerine, adına “Adalet Yürüyüşü” adı verilen bir yürüyüş yapmıştı. Ankara’dan başlayan bu yürüyüş, İstanbul Maltepe Meydanında bir miting ile sona ermişti.
“Hak, Hukuk, Adalet” sloganı o dönem gündeme yerleşmişti. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında, eksikliği en fazla hissedilen kurumların başında, “Adalet” geliyor şüphesiz.
Yargı ve hukuk kurumunu da Saraya bağlayan süreç sonucunda, tutuklamalar, yargılamalar ve tutuklamaların karakteri tamamen değişti. Keyfi uygulamalar ağırlık kazanıp, bireysel hak ve özgürlükler tamamen rafa kaldırılmış durumda.
Kılıçdaroğlu, kazanılması çok mümkün olan seçimi kaybedince, seçmende biriken öfke o denli yükselmişti ki, değişmesi aslında zorunluydu. Ama Kılıçdaroğlu, hiç de öyle düşünmüyordu. Normal demokrasilerde hiçbir lidere bu kadar çok sayıda seçim kaybetme şansı verilmez.
CHP, Kurultay’a giderken bırakması gereken Kılıçdaroğlu, tekrar aday olunca, İstanbul dışında sanırım bütün il başkanları destek açıklamıştı. Belediye başkanları ve bazı delege ağaları da. Kendi atadığı belediye başkanları da onu destekleyecekti. Bir de, ne olur ne olmaz diye iki tarafa da yeşil ışık yakanlar vardı.
Profesyonel siyasetin yapısı gereği, bu koşullarda ben şahsen, Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını tahmin ediyordum. CHP’li seçmende aksi bir beklenti ve öfke olduğu halde, profesyonel delege yapısı gereği, bırakmadıkça Kılıçdaroğlu’nu indirmek zordu.
Ama öyle olmadı. Özgür Özel, ilk turda olmasa da ikinci turda farklı bir şekilde Kurultay’ı kazandı. Tabi ki, İstanbul delegasyonu ve İmamoğlu’nun tam desteği ile. Bu CHP’li seçmenin kahir ekseriyetinde büyük bir sevinç yarattı.
Kılıçdaroğlu ve yakın çevresinde ise büyük hayal kırıklığı yaşandı. Aslında Özel’in yanında konuşlanan profesyonel siyasetçilerin neredeyse tamamı, kısa bir süre öncesine kadar Kılıçdaroğlu’nun birinci çemberindeydiler.
Hatta şöyle bir ifade de kullanmıştım bir yazımda. Kılıçdaroğlu o seçimi kazansaydı Veli Ağbaba, Bakan olacaktı, şimdi Özel, seçimi kazanırsa, yine Ağbaba, Bakan olacak. Bu tahminimi Malatya mitinginde, Özgür Özel, doğruladı zaten.
Kılıçdaroğlu yaşadığı hayal kırıklığı ile baş edemedi. Ofis açtı. Seçimlerde aday olamayanların uğrak yeri oldu bu ofis. Kurultay’da şaibe olduğu dile getirilmeye başlandı. YSK’ya Kurultay sırasında veya sonrasında itiraz etmeyenler, CHP’nin büyük bir başarı elde ettiği yerel seçimlerden sonra, itiraz etmeye başladılar.
Bu seçmenini tutma yeteneğini kaybeden Saray için büyük bir fırsat yaratmıştı. Hem Erdoğan’ı sandıkta yeneceği anlaşılan İmamoğlu’nu devre dışı bırakmak, hem belediyelerin kolunu kanadını kırarak CHP’nin seçmen ile bağını zayıflatarak hem de CHP’nin yeni yönetimini devre dışına bırakarak, rakibini etkisiz hale getirme planı devreye kondu.
Neymiş, Kurultay şaibeliymiş. İyi de bu konuda yetkili olan hukuk kurumu YSK ve bu kurultayı onaylamış. İtiraz eden de olmamış.
Ben kongre ve kurultaylarda rüşvet olayına sıkça başvurulduğuna inanırım. Belediyelerde de particiliğin ve ihale işlerinin ahlaki ve hukuki kurallara uygunluğu istisnadır adeta. Ama bu sadece CHP’ye özgü bir durum değil, AKP ve MHP gibi iktidar sahibi bütün partiler için geçerlidir.
Dolayısıyla bu operasyonların hukuki olması için, tüm partilere ait belediyeleri kapsaması lazım. Öte yandan CHP kongre ve kurultaylarında delege satın alma işi de son kurultaya özgü değildir. Kılıçdaroğlu’nun girip defalarca Genel Başkan olduğu Kurultayların hepsinde bu işler olmuştur.
Ben gazeteci bir arkadaşımdan da duymuştum, ama bir süre önce eski il başkanlarından ve eski İzmir milletvekili Tacettin Bayır, Tunç Soyer’in arkadaşını PM’ye sokmak için günlerce meyhane kapatıp, delege ağırladığını açıklamıştı. Bütün belediye şirket müdürlerinin hazır bulunduğu kurultay sonrası da bu şirketlere işe alınanları, o tarihlerdeki kayıtlardan herkes görebilir.
Şimdi çok açık oynanan CHP’yi etkisiz kılma ve bölme hamlesine, Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin’in açık destek verdikleri görülüyor. Eğer bu operasyonlar yolsuzluk operasyonları olsaydı, Gürsel Tekin’in CHP İstanbul İl Başkanlığına kayyum atanmak yerine, sorguya çekilmesi gerekmez miydi? CHP Genel sekreteriyken elde ettiğin bunca serveti, nasıl elde ettin diye, yargıçların sorması gerekmez miydi?
Kılıçdaroğlu’nun da şu anda ülkeyi ve partiyi düşünecek hali yok besbelli. Kendisine Kurultay’da destek olan ve yeni yönetim tarafından da aday yapılmayan Yılmaz Büyükerşen hocayı bile çileden çıkaracak hamleler yapıyor Kılıçdaroğlu.
Gürsel Tekin’in kayyum atanmasını desteklediği ve kendisinin de görev beklediği açık. Mahkeme kararı var demek ikna edici değil. Geçen dönem, Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getiren mahkeme kararını tanımayıp, il başkanlığında tutan Kılıçdaroğlu, şimdi CHP’yi bölecek mahkeme kararlarına sarılıyor.
Sarayın oyunu gereği kayyum koltuğuna oturanlar, hiçbir hukukçunun ve üniversitenin onaylamadığı, İmamoğlu diploma iptalini de onaylıyorlar. Kişisel hırslarına hakim olamayan kayyumlar ve çevresi, hukuksuz tutuklamaları protesto ettiği için cezaevinde olan gençlerin de vebalini üstleniyorlar.
Daha önce “hak, hukuk, adalet” diye Ankara’dan Maltepe’ye yürüyen Kılıçdaroğlu, bu defa Silivri’den Ankara’ya yürüyor. Yani geri dönüyor. Pankartta bu defa başka sözler var elbette.