Boğaz’ın ruhunu taşıyan vapurlar

Abone Ol

İstanbul’da yaşayanlar bilir; Şehir, iki kıta arasında bir hayat kurmaya çalışır. Her sabah onbinlerce insan, Avrupa’dan Asya’ya, Asya’dan Avrupa’ya geçer. Martılar eşlik eder bu geçişlere, simit parçaları havada süzülür, motor gürültüsünü ezan sesi bastırır bazen. Ama bu günlük telaşın, yüzyıllar öncesine uzanan bir hafızası vardır. O hafızanın adıdır Şirket-i Hayriye.

1850-51 yılında kurulan bu Osmanlı anonim şirketi, yalnızca vapur işletmeciliği yapmadı aslında; Boğaziçi'nin ruhunu taşıdı yıllarca. Beykoz'dan Beşiktaş’a, Üsküdar’dan Arnavutköy’e, her iskelede bir aşk hikâyesi bıraktı. Vapur dumanlarının gökyüzüne çizdiği izler, zamanla İstanbul’un siluetine karıştı.

Bugün baktığımızda, bir dönem vapur kaptanlarının çoğu Rum, Ermeni ya da Musevi idi. Ama zamanla Türk kaptanlar da o dümenlere geçti. Beykozlu Rıza Ömer Kaptan, bu tarihi geçişin ilk sembollerindendi. Kaptan köşklerinde sadece rota çizilmedi; hayatlar değişti, hayaller kuruldu, ayrılıklar yaşandı. Her vapurda, bir şehir yaşardı aslında.

Ahşap pervazların arasından denize bakmak, Boğaz'ın tuzlu rüzgârını yüzünde hissetmek, saat başı çalan çanla bir ritme bağlanmak... Şirket-i Hayriye vapurları, bir ulaşım aracından fazlasıydı. Onlar, İstanbullunun kalp atışıydı.

Şirket-i Hayriye'nin 1945’te İstanbul Belediyesi’ne devredilmesiyle, bu nostaljik dönem sonlandı belki ama hafızalardaki yeri hiç silinmedi. O vapurların bacasından çıkan dumanı gören bir çocuk, belki ilk kez İstanbul’u o gün sevdi. Ya da sabahın alacakaranlığında evinden çıkan bir işçi, umutla o vapura bindi her gün.

Bugün hâlâ bazı vapurlar, onların mirasını taşır. Ama artık camlar plastik, kömür değil mazot kokar; yine de Boğaz’dan geçerken kulağımıza bir ses fısıldar sanki: “Ben, Şirket-i Hayriye’yim. Bin yıllık şehrin kırılgan kalbiyim.”

İstanbul’a ne zaman gitsem yanımdaki insanları ayartır, Boğaz’da bir vapur yolculuğuna ikna ederim. Şöyle derim onlara: İstanbul’a bir gün sırtımızı dönmeden önce, bir iskeleye uğrayalım. Üsküdar’a ya da Kandilli’ye. Bazen taa Sarıyer’e, Rumelikavağı’na… Bir vapura binelim. Camdan dışarıya değil, tarihe bakalım. Belki de, o uğultuda hâlâ bir kaptanın gür sesi yankılanıyordur: “Haydi, yolcu kalmasın!”

***

Osmanlı’nın ilk anonim şirketi olma özelliğini taşıyan Şirket-i Hayriye’nin kurulma düşüncesi, birlikte Bursa kaplıcalarına giden Keçecizade Fuad Paşa ile Ahmed Cevdet Paşa’nın ortak fikri olarak doğar. Her ne kadar şirketin kuruluş amacı kamuoyuna, Avrupa’da zenginliğe ve refaha yol açan anonim şirketlere örnek oluşturmak ve Boğaziçi sakinlerinin şehirle ulaşımını kolaylaştırmak olarak sunulsa da, asıl hedeflerden biri daha derindir… Boğaziçi’ni yalnızca yaz aylarında yüksek rütbeli memurların kısa süreli ikamet ettikleri bir sayfiye konumu olmaktan çıkararak, yıl boyunca yaşanabilecek sürekli bir yerleşim bölgesi hâline getirmek. Böylece Boğaziçi'nin sosyal hayatını canlandırmak ve İstanbul’un sürekli yaşanılan bir uzantısına dönüştürmek amaçlanır.

Bu fikirle İstanbul’a dönen iki paşanın girişimleri sonucunda konu devletin gündemine taşınır ve Sultan Abdülmecid’in 23 Zilkade 1266 (30 Eylül 1850) tarihli iradesiyle Şirket-i Hayriye’nin kurulmasına resmî olarak karar verilir. Şirketin başlıca faaliyetlerinden biri Boğaziçi’nde yolcu ve yük taşımacılığı yapmak iken, bir diğer önemli görevi ise, rüzgâr ve akıntılardan ötürü Karadeniz’e açılmakta güçlük çeken yelkenli tekneleri, “yedekçi” adı verilen buharlı gemilerle güvenli biçimde Karadeniz’e çıkmalarını sağlamaktır.

O dönemde yolcu taşımacılığı yapan Tersane vapurları için iskelelerin henüz inşa edilmemiş olması, vapurların açıkta beklemesine neden olurdu. Bu durumda yolcular, kayıklarla vapurlara ulaşmak zorunda kalıyor, bu meşakkatli yöntem ise halkın kayıkları tercih etmesine yol açıyordu. Ayrıca, bekleme salonlarının da bulunmaması, ulaşımın konforsuzluğunu artıran bir diğer unsurdu. Bu nedenle, yeni kurulan şirkete uygun yerlerde iskeleler ve yolcu bekleme salonları inşa etmesi önerilir.

***

Değerli dostumuz Recep Topçu yine bir sürpriz yaptı ve Mühendis İlker Meşe'nin “Şirket‑i Hayriye ve İlk Türk Kaptanlar” adlı kitabını imzalatıp gönderdi.

Bu kıymetli eser, ve Boğaziçi’nde Şirket‑i Hayriye vapurlarıyla gerçekleştirilen yolcu taşımacılığının nostaljik öyküsünü belgesel nitelikte anlatıyor.

İlker Meşe, kitabının önsözünde Boğaziçi’ni anlatırken yalnızca bir coğrafyadan değil, bir şiirden söz eder gibi: “Bir yanı Avrupa, öte yanı Asya olan; iki kıyısı da ince zevklerle bezenmiş zarif yapılarla süslenen bu eşsiz su yolu için ‘Dünyanın en güzel caddesi’ denir.”

Gerçekten de Boğaz, kıyılara dizilmiş konakları, yalıları, çınar ağaçlarıyla yalnız gözlere değil, kalplere de hitap eden bir güzergâhtır. O, İstanbul’un yavaş atan ama derin ritmini taşır; gündoğumunda umutla, günbatımında hüzünle parlar.

Her cadde gibi, bu su yolunun da kendi taşıtları, kendi yolcuları vardır. Kimi yük taşır sabırla, kimi yalnızca uğrayan bir yabancıdır. Ama bazı gemiler vardır ki, onlar bu şehrin insanlarını sabahın ilk ışıklarıyla işlerine, gün batımında ise evlerine, bazen de serin yaz akşamlarında Boğaz kıyısındaki sayfiye evlerine taşır.

Bu vapurlar, sadece ulaşım aracı değil, bir çağın tanığı, bir yaşam biçiminin taşıyıcısıdır. Türkiye'de kent içi deniz ulaşımının öncüsü olan bu yolculuklar, 19. yüzyıl ortalarında kurulan Şirket-i Hayriye adlı bir anonim şirketin eliyle vücut bulmuştur.

Bir İlhamın İzinde: Boğaziçi Konuşuyor’un Yankısı

İlker Meşe, bu kitabın tohumlarının nasıl yeşerdiğini anlatırken bir başka kitaba, Abdürrahim Cabir’in Boğaziçi Konuşuyor adlı eserine uzanıyor. O kitabın satırlarında, bugüne dek hiçbir yerde karşılaşmadığı ayrıntılarla yüzleştiğini dile getiriyor. Ve şöyle diyor: “Belleğimde biriken hatıraları, arşivimde sakladığım belgelerle birleştirip bu çalışmayı ortaya koydum. Bir belgesel gibi düşündüm bu kitabı; yaşanmışlıklarla, tanıklıklarla, unutulmaya yüz tutmuş anekdotlarla zenginleştirdim. Dilerim, bir gün bu suların kıyısında dolaşan bir okura ulaşır da, geçmişin sesini bugünün dalgalarında duyurur.”

Kutluyorum bu güzel yayın için İlker Meşe ve İlkfer Grubu…