Murathan Mungan’ın bu sözlerini bilmeyen yoktur. Yeni Türkü Grubunun ve Derya Köroğlu’nun yorumu ile ünlenen bu sözler, düz anlamıyla son dönemlerin bir sorununu ifade etmemize de yardımcı oluyor.
Çevre Sosyolojisi dersleri verirken kullandığım sözlerden biri buydu. Böylece kalkınma ile çevre kirlenmesi arasındaki ilişkiye giriş yapma fırsatı bulurdum. Aynı derslerde, çevre kirliliğini tanımlamaya başlamadan önce ise, Demirel’in altmışlı yıllarda dile getirdiği, “Hava çarşaf mı da kirlensin!” sözünü kullanırdım.
Başta Ankara olmak üzere bazı şehirler, yetmişli yıllarda müthiş hava kirliliği yaşardı. Sokakta biraz dolaştıktan sonra burnunuzu silmeye kalktığınızda, mendilin simsiyah olduğunu görürdünüz. Veya akşam evde gömleğinizi çıkardığınızda, yakasının isten siyahlaştığını.
Evet, daha sonra, herkes, havanın, suyun, toprağın kirlendiğini kabul etmek zorunda kaldı. Demirel de dahil. Çünkü çok sayıda uluslararası sözleşmeye girdi bu konu. Artık aklı başında kimse, “Ozon tabakası lastik mi ki delinsin” demiyor.
Çevre kirliliği dediğimiz olay, doğanın (deniz, hava, toprak vs), kendini yenileme kapasitesi üzerinde kirliliğe maruz kalıp, niteliğinde değişim meydana gelmesidir.
Ne demek niteliğinde değişim meydana gelmesi? Körfezdeki balık ölümleri, denizin niteliğindeki değişimi gösteriyor. Ayrıca renk değişimi ve koku değişimi de niteliğin değişimi demektir.
Doğal gaz sayesinde hava kirliliği belli ölçüde azalmak ile birlikte, maalesef deniz, göl ve nehir kirlikleri önlenemiyor. Nedeni çok basit, buralara akıtılan kirleticiler konusunda tedbir alınmıyor, denetim yapılmıyor ve göz yumuluyor çünkü.
Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın, “cahil” dediği Prof. Dr. Doğan Yaşar hoca ve diğerleri, yıllardır Körfez’in kirlenmesine neden olan ayrıntılardan söz ettiler. Halen de bunu yapıyorlar. Körfeze akan Gediz gibi derelere her geçtiği sanayi bölgesinde arıtmadan akıtılan kimyasallar ve şehrin fosseptiğinin Körfeze boşaltılması gibi nedenler öne çıkıyor bu açıklamalarda.
Arıtma tesislerinden deşarj edilen suyun tarımda kullanılması önerisine de, yeterince arıtılmadığı için “uygun değil” cevabı geliyor Belediye’den.
Üç, dört yıl önce, verdiği sözü tuttuğunu göstermek için, dış Körfez’de Tunç Soyer denize girme şovu yapmıştı. Ama şimdi ölü balık sürüleri kıyılara vuruyor. Maalesef balıkların öldüğü denizde, insanlar hiçbir engelle karşılaşmadan denize girebiliyorlar.
Kirlilik sadece Körfez’de mi? Tabii ki hayır. Kontrolsüz büyüyen Çeşme’nin denizleri de yıldan yıla artan bir kirlilik ile karşı karşıya. Önemli bir susuzluk uyarısı yaşadı Çeşme. DSİ ile Belediye yetkilileri birbirlerini suçladı bu konuda.
Bence iki taraf da haklı eleştirilerinde. Yani iki taraf da eleştiriyi hak ediyor. Siyasi atışma fırsatı olarak görülen susuzluktan ders çıkaran yok. Biz yaptık, sen yapmadın meselesi değil ki bu. Bak baraj yaptık diyor AKP’li vekiller. Lütuf mu bu? DSİ niçin kurulmuş ki?
Belediye cephesi ve İZSU ise, “Şu kadar kuyu açtık” diyor. Evet, tabii ki açacaksın. Ama başka bir şey daha yapmak gerekiyor, rasyonel yönetim kuralları gereği. Yarımadada doğanın kapasitesine uygun olmayan kalkınma modeli ve inşaat furyasını denetim altına alacaksın mesela. Yüzde 35’i bulduğu söylenen kaçakları minimuma indireceksin bir yandan da. Çeşme’ye su sağlayan Ildır Çayı ve o bölgedeki su kaynakları koruma altına alınmalı bir an önce. Kontrolsüz ve kaçak kullanım oranı o kadar yüksek ki…
Çeşme’de kimine göre 300 küsur, kimine göre 400’ü aşkın orkinos kıyıya vurdu. Sadece Çeşme’de yaşandı bu. Karaburun, Alaçatı ve Seferihisar’da orkinos ölümü olmadı diye biliyorum.
Çeşme’nin kuzey sahillerinde, Ildırı’dan Çiftlik’e kadar olan bölümünde bu kadar orkinosun ölümüne neden olan şey neydi ve neden sadece bu kıyı şeridinde gerçekleşti?
Elli yılı aşkın süredir denize girdiğim ve balık avladığım deniz kıyısı söz konusu olan. Son yıllarda önce denizin üstünde balık yemi tabakası oluşurdu bazen. Ondan şikayet ederdik, solungaçlarımız çıkacak yakında diye.
Şimdi son iki yıldır ona razı duruma geldik. Çünkü hemen her gün denizin üstünde biriken, kirlilik dalgalar ile gün boyunca kıyıya taşınıyor. Orkinos ölümleri ile ne kadar ilgili bir şey bu bilmiyorum ama yüzlerce dev balığın ölümüne neden olan şeyin, mikrop ve bakteri olduğu açıklandı aylar sonra.
Peki, bu mikrop ve bakteriyi üreten nedir ve denizin kendini temizleme kapasitesini bitiren faktörler hangileridir?
Kontrolsüz ve denetimsiz balık çiftlikleri mi? Bu çiftliklerin bu kıyıya bu kadar yakın ve yoğun bir şekilde kurulması doğru mu? Uzmanlar olumsuz görüş bildiriyor ama yetkililer, “Çiftlikler olmasa vatandaş balık yiyemez diye, buna razı olun” diyorlar adeta.
Balık çiftlikleri olmalı tabii ki, bu nüfusun balık ihtiyacını sadece doğal ortamdan karşılamak imkansız. Ancak daha fazla kazanmak için, neden standartlardan ve kurallardan uzaklaşılır ki?
Kimileri, kanalizasyonu olmayan Çeşme’de irili ufaklı otel ve restoranların fosseptiklerini zaman zaman denize şarj ettiklerini söyleyip, videolar yayınlıyorlar.
Sayıları her geçen gün artan tur teknelerinin sintine boşaltma işini kim hangi ciddiyette denetliyor ki?
Liste uzun. Tabii ki, sermaye ve tüccar daha çok kazanmak için korumaya dikkat etmeyecektir. Önemli olan burada kamunun etkili olmasıdır.
Mikrop ve bakterinin yüzlerce orkinosu öldürdüğü sahillerde günde yüzbinlerce insan denize giriyor. Yine bu kıyı bandında çok sayıda çiftlikte beslenen levrek ve çipura balıkları ne kadar sağlıklı acaba?