Bir göz boyama şovu daha: COP30

Abone Ol

Amazon’un ortasında düzenlenen COP30, iklim krizinin eşiğinde duran gezegenimizin son umutlarından biri olarak sunuldu. Ancak zirve bittiğinde geriye kalan, derin bir hayal kırıklığı ile değişmeyen bir sistemin tescillenmesi oldu. Çünkü COP30, her ne kadar büyük başlıklarla açılmış olsa da kararlarında yine küresel sermayenin gölgesinden çıkamadı.

Bu kararların metinlerinde; halkların lehine bir şey yok, selleri, orman yangınlarını, kasırgaları ve bunların yol açtığı zararları önlemeye yönelik somut çözümler yok. Ne var diyecek olursanız, heyhat! -Ceğiz, -cağız ile biten vaat cümleleri ve bu cümlelerin utanmazca kayda geçirildiği kâğıt enflasyonu var!

“Tazminat” deniyor ama kasada para yok. Zarar ve Kayıplar Fonu nedir?

Basit ifadeyle: İklim krizini yaratmayan ama en fazla zarar gören ülkelerin, yaşadıkları felaketler için tazminat alması gereken fondur. Örneğin, Bangladeş’te sular yükselip köyleri yok ettiğinde, Mozambik’te kasırga evleri yıktığında, Pasifik adalarında insanlar deniz kabardığı için göç etmek zorunda kaldığında… Bu ülkeler “Biz bu krizi yaratmadık ama bedelini biz ödüyoruz. O halde tarihi kirleticiler yani zengin ülkeler bize destek vermeli” diyor. İşte Zarar ve Kayıplar Fonu bunun için var.

Fakat sorun şu: Bu fon yıllardır konuşuluyor, ama içine anlamlı miktarda para bir türlü girmiyor. Bu durum, COP30’da da değişmedi. Çünkü bu parayı ödemesi gereken ülkeler ve şirketler sorumluluk almak istemiyor. Ödenecek miktar üzerinde uzlaşma yok. Petrol ve gaz şirketleri hükümetlere “fazla ödeme ekonomik istikrarsızlık getirir” diye baskı yapıyor. Fonun işletilmesi için mekanizma yok, tarih yok, miktar yok. Kısacası, fon var ama içi boş. Bir başka deyişle: İklim adaleti sözel seviyede var, maddi olarak yok.

Petrol şirketleri COP30’u nasıl sabote etti?

Açıkçası, lobiciler her zamanki gibi zirvenin gölge sahipleriydi. Bu yıl COP30’a resmi katılımcı olarak değil, “uzman danışman”, “enerji analisti” veya “teknik ekip” kılığında katılan petrol devleri, kritik kararları suya düşürdü.

Bunu nasıl yaptılar acaba derseniz; delegasyonların içine sızdılar, bazı ülkelerin resmi heyetlerinde petrol şirketlerinden gelen danışmanlar olarak oturdular. Karar metinlerine müdahale ettiler. Kapalı kapılar ardında tehditkâr argüman kullandılar. Lobiciler COP boyunca şunu söyledi: “Fosili sert biçimde azaltmak, enerji fiyatlarını artırır.” “Halk isyan eder, hükümetler düşer.” “Yatırımlar kaçar, ekonomik kriz çıkar.” Bu mesajlar, özellikle gelişmekte olan ülkelerin karar alma cesaretini kırdı.

Karar metinlerini sulandırdılar! Aslında tartışılan metin “fosil yakıtlardan çıkış” diye başlayacaktı. Lobiler sağ olsun, sonuç şöyle oldu: “Fosil yakıt kullanımının aşamalı azaltımının değerlendirilmesi...” Bu cümlenin politik karşılığı şudur: Hiçbir şey yapmak zorunda değiliz. COP karar metinleri kelimelerle oynanarak hazırlanır. Örneğin: “Fosil yakıtlardan çıkış yerine “Fosil yakıt kullanımının aşamalı azaltımının değerlendirilmesi” yazdırılır. Bu değişiklik, gerçekte bir şirket lobisinin başarısıdır. Netice olarak,COP30’da da fosil yakıtlardan bağlayıcı bir çıkış tarihi konulamadı.

Petrol lobileri, aslında yıllardır doğalgazı “temiz ve geçiş yakıtı” olarak pazarlıyor: “Kömürü azaltın ama gaza karışmayın.” Böylece fosil yakıtlardan çıkış planları suya düşüyor… COP30’da da aynı taktik uygulandı. Lobiciler bu yılki zirvede de doğalgazı “temiz enerji” gibi pazarladılar ve “geçiş yakıtı” diye sundular. Bu sayede temiz enerjiye dönüşüm ertelenmiş oldu.

COP’ler bir göz boyama şovu mu?

Ne başarıldı?

Başarı denebilecek üç gelişme var ama hepsinin üstünde kapitalizmin görünmeyen parantezi duruyor: Fosil yakıtlardan çıkışın ilk kez geniş destek bulması: 80’den fazla ülke fosil yakıtların sonunun konuşulmasına razı oldu. Bu, şirketlerin değil, halkların yıllardır verdiği mücadelenin sonucudur. Ancak eksik olan şudur: Şirketleri bağlayıcı hiçbir madde yok.
Yani petrol devleri için hayat olağan akışında devam ediyor. Zarar ve Kayıplar fonu yeniden gündeme alındı: Ancak kim ödeyecek, nasıl ödeyecek, ne zaman ödeyecek belli değil. Anlayacağınız, kapitalist düzen borcunu biliyor ama ödemeye yanaşmıyor. 2035 hedeflerinin güçlendirilmesi baskısı: Güçlü hedef istemek kolay. O hedefi şirketlerden ve kirleten devletlerden almak zordur. COP30’da bu zorluğun altına kimse girmedi.

Ne başarılamadı ve neden?

Somut kararlar alınamadı. Çünkü somut kararlar, büyük sermayenin kârını azaltır. Zengin ülkeler risk almak istemedi. Fosil şirketleri masanın görünmeyen üyeleri olarak ağırlığını koydu. Halkların değil, kapitalizmin çıkarları korundu. Finansman tartışmaları kilitlendi. Yoksul ülkeler, “Siz kirlettiniz, siz ödeyin” dedi. Zengin ülkeler, “Biz de zor durumdayız” diyerek kaçındı. Bu ikiyüzlülüğün nedeni basittir: Kapitalist düzen, sorumluluğu paylaşmaz; krizin faturasını hep aşağıya, en yoksula yıkar. Yerli halklar ve kırılgan topluluklar masaya alınmadı. Toprağını koruyan, ormanını savunan, yağmur ormanlarının gerçek sahipleri kapıda bekletildi. Konferans salonunda ise onların kaderini belirleyenler oturuyordu. Bu durumun adı diplomasi değil; sömürünün modern organizasyonudur. “1,5 derece hedefi” resmen kaybedildi. Bu hedef kapitalizmin hızına yetişemedi. Dünyayı kurtarmak için değil, büyümek için koşan bir ekonomik sistemde 1,5 derece bir hayal olarak kalmaya mahkûm oldu…

COP30 ne vaat ediyor?

Zirve üç ana vaatte bulundu: Fosil yakıtlardan çıkış yol haritası hazırlanacak, 2035 hedefleri güçlendirilecek, Zarar ve Kayıplar fonu çalışır hale getirilecek. Ama bu vaatlerin ortak bir sorunu var: Kapitalist düzenin kendi kendini sınırlayacak gücü yoktur. Vaatler, sermayenin dokunulmazlığını koruyan yuvarlak sözlerden ibarettir.

Bu vaatler gerçekleşebilir mi?

Gerçekçi cevap: Hayır. En iyi ihtimalle sınırlı bir kısmı kâğıt üzerinde gerçekleşebilir.
Çünkü, kapitalizm, fosil yakıtlardan çıkışı kendi rızasıyla yapmaz. Şirketler kârlarından vazgeçmez. Zengin devletler tarihsel sorumluluklarını kabul etmez. Uluslararası sistem kırılgan halkların tarafında durmaz.

Görünen o ki COP’ler çoğu zaman iklim politikalarının yürütüldüğü değil, ertelendiği mekanizmalara dönüşüyor. Çünkü, COP’lerde alınan kararların büyük kısmı bağlayıcı değil, kararlar oybirliği ile alınmak zorunda ve tek bir ülke bile veto edebiliyor. Şirketlerin etkisi, sivil toplumun sesinden çok daha güçlü, hükümetler kısa vadeli ekonomik büyümeyi uzun vadeli çevresel güvenliğe tercih ediyor.

Bu bağlamda; COP’ler iyi niyetli ama güçsüz, etkili ama yetersiz, anlamlı ama sınırlı forumlar. Aslında, sorun COP’lerde değil; COP’leri çevreleyen ekonomik düzende. En çok kirleten ülkeler politik risk almıyor. Şirket etkisi sivil toplumun sesini bastırıyor. Zirveler, “uzlaşma” uğruna en kritik kararları buduyor. Sonuç olarak, COP’ler kriz çözmüyor, krizi yönetilebilir gösteriyor. Evet, bu bir tür “göz boyama”. Ve bu göz boyama, dünya düzeninin kapitalist ekonomik güçleri tarafından üretiliyor.

Gezegenin kaderi bir avuç kapitalistin elinde mi?

Acı ama, maalesef öyle görünüyor. Bugün dünya enerji sistemine, hammadde akışına ve finansal yönelimlere karar veren birkaç dev şirket var. Shell, ExxonMobil, BP, Saudi Aramco gibi şirketlerin; dünya ülkelerinden daha büyük bütçeleri, uluslararası anlaşmalardan daha büyük etkileri, hükümetlerden daha güçlü lobi ağları var.

Bugün dünya ekonomisine yön veren yaklaşık 20 dev enerji ve finans şirketi, insanlığın geri kalanından daha fazla karar veriyor: Hangi yakıt kullanılacak, hangi yatırımlar yapılacak, hangi ülke hangi teknolojiyi satın alacak, fosil yakıtlar ne kadar sürede terk edilecek… Bu şirketler sadece enerji satmıyor; aynı zamanda politika şekillendiriyor.

Bu gerçek COP30’da bir kez daha görüldü. Zirvede atılan her adım, sermayenin kırmızı çizgisine geldiğinde durdu. Zarar ve Kayıplar fonu bu yüzden boş kaldı. Fosil çıkış takvimi bu yüzden konulamadı. Yerli halk bu yüzden müzakere salonlarına alınmadı. Çünkü gezegenin kaderi hâlâ büyüme hırsı, sermaye akışı ve şirket çıkarları üzerinden belirleniyor.

Peki çözüm ne?

Romantik çağrılara değil, gerçekçi politikalara ihtiyaç var. Dolayısıyla içi boş sloganlar değil, uygulanabilir adımlar gerekiyor. Somut ve pratik öneriler: Fosil şirketlerinin COP’lara resmi ve gayriresmî katılımı yasaklanmalı. Petrol şirketleri COP delegasyonlarına “uzman danışman” olarak alınmamalı. Lobicilerin zirve alanına girişine sınırlama getirilmeli. Politika oluşturma süreçlerinde endüstri etkisi sıfırlanmalı. Bu olmadan COP’ler güvenilir olamaz.

Zengin ülkeler için bağlayıcı finansman yükümlülükleri konulmalı. Zarar ve Kayıplar Fonu zorunlu ödemeye bağlanmalı. 10 yıllık ödeme takvimi oluşturulmalı. Ödemeyi reddeden ülkelere ticari yaptırımlar uygulanmalı. Bu, iklim adaletinin ilk ve en önemli somut adımıdır.

Fosil yakıt sübvansiyonları kaldırılmalı ve bütçeler yenilenebilir enerjiye kaydırılmalı. Bugün dünya ülkeleri fosil yakıtlara yılda 7 trilyon dolar destek veriyor. Bunun; bir kısmı yenilenebilir enerjiye, bir kısmı afet bölgelerine, bir kısmı ise yoksul ülkelerin uyum projelerine aktarılırsa, COP30’un çözemediği konuların yarısı çözülür.

Enerji fiyatları ve enerji politikaları üzerinde kamu denetimi güçlendirilmeli. Enerji şirketleri “enerji güvenliği” bahanesiyle fiyat oyunları yapıyor. Devletler; fiyat tavanı koyabilir, şirket kârlarını vergilendirebilir, enerji yatırımlarını kamuya devredebilir. Bu, halkın doğrudan yaşam maliyetini düşürür.

Kritik teknolojilerde tekelleşmeye karşı uluslararası düzenleme yapılmalı. Güneş paneli üretimi, batarya teknolojisi ve nadir madenler birkaç ülkenin elinde. Bu monopoller kırılmadıkça enerji dönüşümü hızlanamaz. Çözüm, teknoloji paylaşım zorunluluğu, ortak üretim merkezleri, kamu destekli araştırma konsorsiyumları. Bunlar somut adımlardır, slogan değil.

Halkları ne bekliyor?

Gıda fiyatları artacak. Kuraklık ve seller tarımı vurdukça sofraya gelen her ürün pahalılaşacak. Sağlık sorunları çoğalacak. Aşırı sıcaklar, hava kirliliği ve su kıtlığı sağlık sistemlerini zorlayacak. Göç dalgaları büyüyecek. İklim göçü önümüzdeki 10 yılda dünya siyasetini değiştirecek. Enerji faturaları yükselmeye devam edecek. Dönüşümün bedeli halka yüklendiği sürece hesap kabaracak. Toplumsal huzursuzluk yayılacak. Özetle; iklim krizi, ekonomik kriz, siyasi kriz ve sosyal gerilim şeklinde reaksiyoner silsileler birbirini takip edecek ki bu zincir şimdiden işliyor.

COP30 bir umut değil, aynı döngünün tekrarı

Zarar ve Kayıplar Fonu hâlâ fon değil; bir hayal. Fosil yakıt lobileri hâlâ her kapıdan sızıyor. Bağlayıcı kararlar hâlâ kelimelerin gölgesine sıkışıyor. Gezegen hâlâ kâr maksimizasyonunun insafında. Halk hâlâ krizin bedelini ödüyor. Dünya liderleri konuşuyor, ama karar alamıyor. Şirketler masaya oturmuyor gibi görünüyor ama danışmanlar maskesi altında kararı onlar veriyor. Halk en büyük bedeli ödüyor. Gezegenimiz kapitalistlerin büyüme hırsının gölgesinde tükeniyor.

Ancak bu tablo “kaçınılmaz” değil. Devletlerin, şirketlerin ve uluslararası sistemin somut politikalara ihtiyacı var. COP30’un bize hatırlattığı en net gerçek şudur: Sorun iklimde değil; iklim krizini yaratan ve çözümünü engelleyen ekonomik modellerde. Bu modeller değişmeden COP’ler yön değiştiremez.