Sulu rollerin komedi yıldızı değildi...
Kahkaha bile atmazdı...
Çoğu kez de boynunu büküp...
Başroldeki güzel yıldızın omzuna başını dayayıp...
Sırf O’na moral olsun diye...
Hüngür hüngür ağlardı...
Muazzam bir aktördü!
Ufak tefekti ama kameranın önünde devleşiyordu...
Ve...
Kaç milyonda bir; bilinmez ama...
Tanrı’nın “dokunduğu” bir özelliği vardı:
“30 Ağustos 1925’te dünyaya gelmişti...
77 yıl sonra yine...
Takvimlerin bu kez “23 Ağustos”u gösterdiği gün...
Bu dünyaya veda etti...
Eşi bulunmaz bir aktör olarak...
800’e yakın filmde kameraların karşısına geçti...
Senaryodaki rolünü bi’kez okuması yeter de artardı bile!
Zehir gibiydi bu konuda...
Sanat, genlerinde vardı...
***
100 yıl önce...
Kendi sesleniş biçimi ile “Diyarıbekir”de dünyaya “merhaba” demişti...
Ermeni asıllı Türk vatandaşıydı...
Ailesi O'na “Samuel Agop Uluçyan” adını koydu…
Herkes O'na “Samo” diye sesleniyordu…
Yöredeki…
Süryani ve Keldani gibi gayrimüslim ailelerin…
Yaptığı gibi “puşicilik / ipek dokumacılığı” ile geçiniyorlardı…
Ancak ilkokulu bitirebildi…
Hep baba mesleği ile hayatını kazanmaya çalıştı…
***
Diyarbakır Musiki Cemiyeti'nde türkü söylerken…
Acıklı, içe dokunan sesi ile herkesi büyülüyordu…
(*) Hazin sesliydi; soyadı gibi…
Ufak tefek bir delikanlıydı…
Gözlerinin feri hep parlaklılığını korurdu…
***
Serde delikanlılık var ya…
Hele vakti de gelmişse...
“Şimdi aşk zamanıdır, aşk ömrün baharıdır…” derler ya…
Bizim ufak tefek “Samo” da vurulur mahalleden bir kıza…
Güzeller güzelinin adı “Gül”dür…
Bir rivayete göre hükümet tabibinin kızıdır…
Parmak kadar gençler o mahallede…
Büyük bir aşkın çaresiz kumruları olurlar…
Bakın, burası önemli…
Samo, her akşam el ayak çekildikten sonra…
Gül'ün ailesinin evine gidiyor…
Ahşap kapının kocaman anahtar deliğinden…
Kısık sesle sesleniyor:
“Güüül... Güül... Gül…” diye…
Avlunun tarafından sese yanıt geliyor; “Efendim” diye…
Samo bi'daha sesleniyor:
“Nefesini, sesini, soluğunu üfle Gül… Ciğerlerim bayram etsin… Bak, ağzımı dayamışım kilidin deliğine, hadi…”
Gül'ünün nefesini ciğerine çeken Samo…
O gecelik “gıdasını” alır; evine döner…
Tahmin etmişsinizdir; hikayenin sonunu…
Sevdalı kalpler asla birleşemez…
Samo da…
Dudağında Gül için bestelediği…
“Bir Gül için terk ettim ben Diyarıbekir'i
Yeter bu cilve, naz...
Yeter ağlatma beni...” türküsünü mırıldanarak...
Doğduğu, büyüdüğü kenti terk edip…
Taşı-toprağı altın İstanbul'a gelir…
***
İstanbul'a göçen herkes gibi…
Hemşehrilerini bulup onlarla aynı evde kalmaya başlar…
Tıpkı kendisi gibi “esas isimlerini” kullanmayan bu hemşehrileri…
Yeşilçam'ın emektarları (ikisi de rahmetli)…
Danyal Topatan ile Vahi Öz'den başkası değildi…
Nedendir, bilinmez ama…
“Samo” da, Ermeni olarak bilinmesini istemez…
Bir dokuma fabrikasında çalışmaya başlar ama…
Bir türlü memleketteki Gül'ü unutamaz…
Kahreden aşkını şarkılara döker:
“Bir Gül gibi kıvraktır... / Bülbül gibi şakraktır… / Aşk bana ızdıraptır... Yeter ağlatma beni…”
Fabrika işçisi “Samo” Allah vergisi üretken bir bestecidir…
Tam o yıllarda…
Yeni yeni ünlenmeye başlayan Zeki Müren...
Samo'nun…
“Bir Dilbere Müpteladır Gönlüm” şarkısını ister…
Radyoda seslendirir…
O gencecik dokuma işçisinin besteleri…
Yavaş yavaş dillerde dolaşmaya başlar…
Bir gün…
Yine hemşehrisi olan film yapımcı Mümtaz Alpaslan'la tanışır…
Samo'dan, yeni filminin müziğini yapmasını ister…
Sonra, gözlerini O’na dikerek sorar:
“Filmde küçük bir rol var, oynar mısın?”
İşte o gün…
Samo'nun hayatı değişir…
***
İlk filmi “Kara Davut”ta, bundan 58 yıl önce…
Cüneyt Gökçer, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur'la oynar…
Sanatçı ruhu…
Samo'yu coşturmuştur…
Afişlerdeki adı; bir anda “Sami” oluverir…
Türk Sineması'nın unutulmaz komedi karakterleri arasına girer…
44 yıl aralıksız film çevirir…
Son filmi…
1997'deki “Bitmeyen Bekleyiş” olur…
Rol aldığı filmlerin sayısının 1000'i geçtiği söylenir...
Bence doğrudur!
...Veee...
Tahmin ettiğiniz gibi...
Bi'daha O'nu setlere çağırmazlar…
72 yaşında, zar zor, üstüne para vererek emekli olur…
***
Ermeni asıllı olduğunu hiç unutmadı ama…
Hep sakladı…
Vefatından yedi yıl önce kendisiyle yapılan röportajda…
Önce Ermeni olmadığını söyledi…
Ardından…
Ermeni olduğunu kabul etti; “Sadece bilinsin istemiyorum” dedi…
Ve gazeteciden şunu rica etti:
“Öleyim ondan sonra yaz Ermeni olduğumu…”
***
Çok yönlü bir sinema emekçisiydi…
Ancaaak…
Ne güfte yapmayı ne de beste üretmeyi bırakmadı…
“Derdimi Kimlere Desem?” eserini…
Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses…
Albümlerine koydular…
Sayısız filmin müziklerini yaparken…
O filmlerin komedi karakterlerinde başarıyla oynadı…
Siz, biz, hepimiz…
Hep filmlerden hatırladığımız “komik adam”ın…
Yazıp, bestelediğini bilmeden dinledik o şarkıları…
***
Son filminden sonra…
Birçok Yeşilçam emekçisi gibi…
Unutuldu…
Sete çağıran olmadı, şarkılarını kapıda bekleyenler kayboldu…
Delikanlı iken aşık olduğu Diyarbakırlı Gül'e…
Bi'türlü kavuşamadığı için olsa gerek…
Hiç evlenmedi; hep yalnız yaşadı…
Birkaç dostunun gayretiyle…
Huzurevine taşınmak zorunda kaldı…
Kendisiyle ilgili gazete kupürlerini hep ceplerinde taşıdı…
Bi'de…
MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyelerinin…
Adının yazılı olduğu broşürü hiç ayırmadı yanından…
Listede adının olduğu satırı kalemle işaretlemişti…
Şeker ve tansiyon hastasıydı…
Takvimler, 23 Haziran’ı gösterirken…
Akşam saatlerinde fenalaştı…
Hastaneye kaldırdılar ama kurtaramadılar…
Mezar taşının üstündeki…
“Duyan ağlar, gören ağlar, böyle bahtı karalıya...” satırları ise…
Yıllar önce yazdığı bir şarkının sözleriydi…
***
Size…
30 Ağustos 1925'te doğan…
23 Ağustos 2002'de…
Hayata gözlerini yuman…
Araya da “77 yıl” sığdıran Yeşilçam'ın usta oyuncusu…
Sami Hazinses'in acıklı öyküsünü anlatmaya çalıştım…
Filmlerde hep “iyi kalpli insanı” oynadı…
Ağlamaklı yüzü unutulacak gibi değildi…
Dikkat ettiniz mi?
Komikken bile hüzünlüydü…
Her gece TV'lerin naftalinli kuşaklarında izlediğiniz…
Neredeyse 10 Yeşilçam filminin…
Garanti yedi tanesine terini akıtmış…
Sami Hazinses'in…
Soyadına yakıştırdığı “hazin” yaşamı…
Sorarım size...
Bugün...
“Sami Hazinses gibi yaşayan bi'tanecik dizi oyuncusu var mı?”
Nokta…
(*) hazin sesli: Acıklı, içe dokunan, üzüncü verici, dokunaklı...
Sonsöz: “Sakın acında kaybolma… Bil ki, çektiğin acı bir gün dermanın olacak… / Hz. Mevlana…"