Ancak, bunların ötesinde, okulumuzda, sınıfımızda yarış yoktu, dostluk, arkadaşlık, eşitlik vardı. Öğretmenimiz Mualla Özalp ışıklar içinde yatsın. Sınıf birincisi kimdi bilmezdik, sonuncusunu da bilmezdik, başarı sıralamasında yerimizi bilmezdik. Başarıya göre bir kast sistemi yoktu. Sınavdan sınava koşmazdık. Bu nedenle kopya çekmek gibi bir gereksinmemiz de yoktu, literatürümüzde kopya sözcüğü yoktu. Annelerimizin yaklaşık hepsi ev hanımıydı ama babalarımızın mesleğini, kimin ne kadar varsıl veya yoksul olduğunu da bilmezdik. Örneğin öğretmenimiz şimdiki birçok öğretmen gibi doktor çocuklarına ayrıcalıklı davranıp sonra babasına ücretsiz muayene olmazdı.
Domatesler mis gibi kokardı, sütçü eve gelir, açıkta süt satardı, evde kaynatılırdı o süt, hatta yoğurt filan yapılırdı. Yoğurtçu, akşamları tahan, pekmez satıcıları sokaklarda bağırarak satış yaparlardı. Sokakta top oynardık veya okulun bahçesinde. AVM’ler, fame cityler, afili oyun yerleri filan da yoktu, yazın fuar açılınca Luna Park’a gitmek özel bir keyifti. Top oynarken de şimdiki çocuklarda olduğu gibi mobbing yoktu, kimse dışlanmazdı. Herkes oyuna dahil edilirdi.
Sosyal medyayla pek aram yoktur. Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımın davetiyle facebook’a girdim ama birkaç günde bir kısa bir mesaj kontrolu dışında pek aktif bir kullanıcı değilim. Ancak, facebook’un en güzel yanı eski arkadaşları, tanıdıkları bir araya getirmek oldu. Birkaç yıl önce ilkokuldan sınıf arkadaşımız Mustafa Gülyurt’un facebook üzerinden bizleri özel çabasıyla bir araya toplaması ile 40 küsur yıl sonra bir araya geldik, Mustafa sağolsun.
Çocuklukta atılan tohumlar ne kadar yeşerse, büyüse, ağaç olsa da, hep aynı yönde büyüyor. 40 yıl önce nasıl idiysek, 40 yıl sonra da öyle bulduk kendimizi, birbirimizi... Hepimiz kopup başka yönlere gitmişiz, ancak bir ikisiyle görüşmeye devam etmişiz. Hep bir araya toplanınca neler bulduk, neler yakaladık birbirimizde… hesapsız-kitapsız, çıkarsız, kopyasız, yarışsız, kibirsiz, saf ve temiz, şefkat dolu bir arkadaşlık geri geldi… yine aramızda sınıf birincisi, hayat birincisi yok, yarış yok, çıkar yok - bir araya gelme nedenimizde çıkar yok - beklenti yok, yapaylık yok, kız erkek ayrımı yok, ego yok, hatta içten içe bir çocuk sevinci var sanki…
Yaşım ilerledikçe, tadı kaçan, çıkara, kıskançlığa, hesaba, kitaba dayanarak karşıma çıkan (hepsi olmasa bile birçoğu) arkadaşlıklardan sonra yıllar öncesinin asil, huzurlu, görgü dolu arkadaşlarımı bulmak ne güzel oldu… Bir araya geldikçe aramızdan ölümle ayrılan arkadaşlarımızı ve öğretmenimizi anıp, eski sakin, huzurlu köyümüz Alsancak’la yeni kalabalık, gürültülü, kirli, ışıltılı Alsancağı belki de hüzünle karşılaştırmaktayız. Sanırım hepimiz o eski günleri bir anlamda özlemekteyiz.
En önemlisi, fark ettim ki ben ilkokul arkadaşlarımı çok seviyorum, yıllar sonra tekrar bir araya gelmenin mutluluğunda, o egosuz, hesapsız, kitapsız çocuk yıllarıma geri gitmenin değerini hissediyorum…