İklim felaketlerinin düşündürdükleri
Filiz SEZER

Ekonomik sorunlar, siyasi çekişmeler gibi sorunlar karşısındaki mücadelemizde derimiz her geçen gün kalınlaşsa da üst üste gelen felaket haberlerine alışmak da kahır seviyesini kontrol edebilmek de mümkün olmuyor. Geçen haftaki sel felaketlerinin üzerine bu sefer de Akdeniz ve Ege’de çıkan yangınlarla kahroluyoruz.

Yitirilen canların, ağacın, yaban hayatın, çiftlik hayvanlarının, ormanın, tarım alanlarının, tek bir dalın dahi telafisi yok. Yine de ben bu satırları yazarken hiç olmazsa bir yaraya merhem olabilmek adına dayanışma kampanyaları başlatılmıştı bile. Ne de olsa ülkece bir afet karşısında yapılması gerekenler üzerine oldukça antrenmanlıyız.  

Yangınların çıkış sebebinin hemen belirlenmesi mümkün değilse de sonradan açıklanacak sebeplere ikna olur muyuz bilemiyorum. İstatistiklere göre Türkiye’deki yangınların pek çoğu -kazara ya da kasti olarak- insan kaynaklı. Bu gibi durumlarda alınacak önlemler oldukça açık, internette yapacağınız küçük bir araştırmada dahi pek çok güvenilir kurumun raporlarına ulaşmak mümkün oluyor. Genellikle en kolay çözüm seçilip insanların ormana girişi yasaklansa da yanan bazı yerlere sonradan verilen imarlar insana meselenin aslında daha derinlerde bir yerde olabileceğini düşündürtüyor.

Ancak diğer yandan öyle sebepler var ki senelerdir bas bas bağırılarak söylense de yetkili kulaklar hep sağır. İklim krizi dolayısıyla artan sıcaklık ortalamaları hem doğal afetler hem de içme suyuna erişim gibi hayati önem taşıyan pek çok soruna yol açıyor ve bu sorunların sonuçlarıyla beklediğimizden daha kısa sürede karşılaşacağımız öngörülüyor. Sıcaklık ortalamasının 3 derece artmasıyla ülkemizde yaşanacak orman yangını sayısının önemli ölçüde artması bekleniyor. Sıcaklık artışının tamamen durdurulması gibi gerçekçi olmayan bir beklenti yoksa da bu seviyenin 2 derece ve altında tutulması için küresel bazda çalışmalar yapılıyor. Bu konuyla ilgili olarak en geniş katılımlı anlaşma metni olan Paris İklim Anlaşması iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı ile ilgili olarak hazırlandı ve Birleşmiş Milletler’ e üye 197 ülkenin imzasıyla 2016 yılında yürürlüğe girdi. Sözleşmeyi imzalamayan sadece 6 ülke var ve bunlar maalesef Türkiye ile birlikte kimisiyle demokrasi düzeyi, toplumsal cinsiyet politikaları, en mutlu ülkeler vs gibi listelerde de aynı grupta olmayı başardığımız Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen.

Hemen söylemek gerekir ki bu sözleşmeyi imzalamak bir ülkeyi belirlenmiş bir karbon emisyon hedefine mecbur bırakmıyor. Ülkeler bu hedefleri kendileri belirliyor ve 5 yılda bir yapacakları bir gözden geçirme ile durumu iyileştirme niyetini ortaya koyuyorlar. Özetle ülkelere belli standartlar dayatılmıyor ama bu konuda bir politika oluşturmaları isteniyor. Bu sözleşmeyi imzalamamak da sanırım böyle bir politika oluşturulması niyetinin olmadığı anlamına geliyor.

Bugün yaşanılan iklim krizinin ve çevre felaketlerinin temelinde insanın bir zamanlar bir parçası olup uyum içinde yaşadığı doğayla ilişkisinin değişmesi yatıyor. Doğayı anlamaya çalışan Antik Yunan felsefecilerinin ardından 17.yy’dan itibaren insanın doğayla nispeten eşitlikçi olan ilişkisinin önüne aklı ve bilimi ile onu dönüştüren bir ilişki biçiminin ele alınması söz konusu oluyor. Umarım her türlü sorunun, kişisel derdin önüne geçen bir olayın yaşanmadığı bir zaman aralığı yakalamak ve doğayla ilişkimizin şekillenmesinde felsefenin de rolünü tartışmak mümkün olur. Her şeyin temelinde bulunan iktisadi nedenleri de atlamamak gerekiyor; yüzyıllardır değişen şekillerde doğanın yer altındaki ve yer üstündeki tüm kaynaklarını, toprağı, suyu, dağı, taşı sömüren ve hatta talan eden emperyalist yaklaşımlar ile çevreye, insana ve emeğe duyarsız, rant odaklı kapitalist bir düzenin küresel ölçekteki etkilerini belli ki yeniden ele almak gerekiyor.

Sadece bu yangınlar veya seller gibi afet durumları için değil, tüm çevresel sorunların çözümü için öncelikle insanın doğayla ilişkisinde hükmeden konumundan vaz geçmesi gerekiyor. Bu çok ütopik duran hedefin en azından bir bölümüne ekosistemdeki rolümüzü yeniden gözden geçiren ve sadece kar etmeye yönelik değil sürdürebilirlik üzerine odaklanan temel politikalarla ulaşmak mümkün. Bununla ilgili somut adımları talep ettikleri için marjinal ilan edilen çevrecileri dinlemenin zamanıdır belki de.

Son tahlilde ise bir şekilde önlenememiş yangınlar karşısında yapılması gerekenler ortadayken yaşanılan çaresizliğe de isyan etmeden durulmuyor. İtibar hariç her konuda yapılan tasarruflar sonucu eksik yapılan çalışmaların sonuçlarını telafi etmek mümkün olmuyor; her zaman olduğu gibi olan ya masum insanlara ya da doğaya oluyor.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/iklim-felaketlerinin-dusundurdukleri/16229