Bad-el Harab-ül Basra!
Mehmet KARABEL

Neden Arapça başlık kullandım; anlatacağım…

Ama…

Önce…

Altı ay geriye gidelim…

***

1 Haziran’a girdiğimizde…

Corona Belası ile tanışmanın üstünden üç ay geçmiş…

Yaşlılar eve kapatılmış…

Süper önlemler alınmıştı…

Günlük vaka sayısı…

İyileşen hasta sayısının altında dolaşıyordu…

Üç ayda…

Toplam vaka sayısı 160 bini geçmiş…

80 gün içinde 4 bin 461 kişi hayatını kaybetmişti…

Günlük vefat sayısı 20’nin üstüne yeni çıkmıştı…

***

O gün milat oldu…

Normale döndük; ipimizi çektik!

***

Şehirlerarası seyahat yasağı kalktı…

Kafeler, pastaneler, çay bahçeleri, yüzme havuzları…

Burun buruna oturanlarla doldu…

Meyhaneler, pavyonlar yasaktan kurtulamadı…

Esnek çalışan kamu personeli, eskiye döndü…

Kreşler, bakım evleri doldu, boşaldı…

Kızgın kumlardan serin sulara atlayanlar yüzünden…

Plajlar iğne atsan yere düşmüyordu; gece bile denize giren vardı!

Kütüphaneler açıldı…

Millet Bahçeleri bir anda moda oldu…

Gençlik Kampları modası başladı…

1.500 davetlinin birlikte yemek yediği…

Oynayıp, zıpladığı düğünler yaptık; murada erdik!

“At koşar baht kazanır” diyenler, hipodromlara hücum etti…

***

Hasret yüzünden…

Yaz uzun sürdü…

Birbirimize afiyetle Korona bulaştırdık…

Ekim ayının ortası gelip çattığında…

Korona’dan günlük can kaybı 70’e dayanmış…

Yeni hasta sayısı ise bin 700’lere fırlamıştı…

Aşırı serbest yaşam…

Bileklere takılan maske…

Hiçe sayılan mesafe…

Korona Belası’nı fena halde patlatmıştı…

***

Kasım ayının son günü yayınlanan Koronavinüs tablosu…

“Geliyorum…” diyen belanın habercisiydi…

Aralık’ın ilk gününden itibaren yeni önlemler balyoz gibi geldi…

Hafta sonu iki gün…

Yaşa – başa bakmadan artık eve kapanıyoruz…

Yeter mi acaba?

Bu soruya

İzmir Tabip Odası önceki Başkanı Opr. Dr. Suat Kaptaner

“Bu işin şakası yok…” diye cevap verirken…

Dikkatlerden kaçan “eksikleri” sıraladı:

***

Aslında bütün önlemlerin hedefi…

Test yapılmamış, hiç belirti vermeyen “taşıyıcılar” olmalıydı...

Memleket genelinde…

Bu “taşıyıcılar”ın sayısı ürkütücü; 400 binin üzerinde…

Düşünün…

Bu vatandaşlar sokakta, markette, çalışırken ofiste yanı başınızda…

Hatta…

Minibüste, metroda, tramvayda, uçakta, şehirlerarası otobüste neredeyse en çok 20 santimetre uzağınızda…

Bi’de hala maske takmama inadını sürdürüyorlarsa…

Gerisini siz düşünün…

***

Son derece hayati önlemleri…

Zamanında ve yeteri kadar alamıyorsanız…

Sadece hastanelerle ve sağlıkçılarla…

Bu belayı defetmek mümkün mü?

Sağlık kuruluşlarında bu işi çözmeye çalışmak…

Pandemiyle mücadeleyi “havuz problemi”ne çeviriyor…

Hatta çevirdi bile…

Basit hesap…

Havuza 35 litre su giriyor; siz çeşmeyi açıp…

Ancak dört litre su boşaltabiliyorsunuz…

Bu yeni hasta ile iyileşen hasta sayısı gibi…

Havuz sürekli doluyor ve doğal olarak sürekli taşıyor(!)

***

Mesaileri beş saate indirmemiz gerekirdi; yapamadık…

Hepsinden önemlisi kademelendiremedik…

Bunu yapmayınca…

İstediğin kadar uğraş toplu taşımada “bulaşı” yok edemezsin!

Şehirlerarası seyahati kısıtlayamadık…

Koronavirüs, kolayca başka kentlere gidiyor…

Toplu sınavları erteleyemiyoruz; Korona’nın en sevdiği ortam!

***

“Aşı geliyor…” haberleri vatandaşı rahatlatıyor…

Önümüzü göremiyoruz ama hayallere tutunuyoruz…

Acı da olsa…

Vatandaş gerçeği bilsin ki…

“Bak tam zamanında beni uyarıyor…” diyerek…

Devlet Baba’ya dört elle sarılsın…

Şunu unutmayın!

Maske, mesafe ve hijyen…

Hala daha “altı ay boyunca tek kurtarıcı” gibi görünüyor!

***

Türkiye’de hastanelerin dolduğunu hatırlatan…

40 yıllık İzmirli Opr. Dr. Suat Kaptaner

Son kısıtlamaların…

Ancak hastanelere yoğun başvuruyu…

Bir süre sınırlayacağını hatırlatıyor ve tavsiyelerini sıralıyor:

“Pandemi’yle mücadelede virüs’ün önünde gitmeliyiz… Pandeminin arkasından koşarsak yetişemeyiz… Önce bunu idrak etmeliyiz… Öyle bir aşamadayız ki, kışı sağ-salim atlatmak istiyorsak Pandemi’nin hep önünde koşmalıyız… Bunu başaramazsak, sürekli yatak koyacak mekanlar, salonlar bulmak, mezarlık tahsis etmek zorunda kalırız… İspanya, İtalya ve Brezilya bunu yaşadı, yaşıyor…”

***

Bitiriyoruz…

Korona Belası’yla birlikte “hayat kulvarı”nda koşarken…

O belanın önünde değil de arkasında kalırsak…

Ne kadar önlem alırsak alalım…

Bunun adı, “Bad-el Harab-ül Basra!” olur…

Türkçesi…

“Basra harap olduktan sonra neye yarar?”

Güncel karşılığı ise, “iş işten geçtikten sonra” demektir…

Moğollar…

1200’lü yıllarda Irak’taki Basra kentini yakıp, yıkmışlar…

Taş üstünde taş bırakmamışlar; çocukları bile öldürmüşler…

Kentten ayrılırken de…

O yörenin sağ kalan bir alimine sormuşlar…

“Çok mu ileri gittik?” diye…

Kellesinin garantide olduğunu anlayan alim cevap vermiş:

“Bad-el Harab-ül Basra! / İş işten geçtikten sonra ne yazar?”

Nokta…

Sonsöz: “Tedbirlere uyalım; acı reçetelere katlanmak zorunda kalmayalım… / Anonim…”



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/bad-el-harab-ul-basra/15353