İnsan Doğası ve Açgözlülük
Filiz SEZER

Medyada hızlı değişen haberlere ayak uydurmak her zaman mümkün olmuyor. Elimdeki mevcut kişisel gündemimin yoğunluğundan dolayı burnumun dibinde olup bitenlere bile şöyle bir göz atımlık vakit ayırabilecek durumdayım. Hayatta kalmak için yapılması gerekenlerin ve yakın çevremi yoklamanın dışındaki vaktim bir süredir emlak sitelerinde ve hatta sokak sokak, gözüm hep apartmanlarda boş pencere arayarak gezinmekle geçiyor. Bu yüzden de emlak piyasasındaki deprem etkilerini gözlemlemek ve işi biraz da profesyonellerinden dinlemek “şansına” eriştim. ABD Başkanının bile Facebook ile gelip Twitter ile gittiği, en sansasyonel istifaların Instagram üzerinden yapıldığı bir dünyada ben gündemi emlak sitesi bildirimleri ile takip etmişim, çok mu?

Ambulansların, kurtarma ekip araçlarının ve itfaiyelerin boşalttığı sokakları, Bornova ve Bayraklı’ da artık evden eve nakliyat araçları doldurmuş durumda. Ülkenin genelinde İzmir Depremi sayfası çoktan kapatıldı ama söz konusu bölgedeki büyük boşluklar arasında kol gezen ölüm sessizliğinin ve dibine kadar hüznün soğuk esintisinin Ankara şöyle dursun, Narlıdere’den duyulması bile imkansız geliyor bana.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre ağır hasarlı (veya yıkılmış) binaların sayısı 376 iken orta hasarlı binaların sayısı 371. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ nin başlattığı #BirKiraBirYuva kampanyası hızla büyümeye devam ederken evleri orta hasar almış ailelere kadar uzanacağının müjdesi verildi. Ciddi bir katılım ile büyüyen bu tip kampanyaların geçici bir süreliğine de olsa zarar görmüş ailelere büyük destek olacağı şüphesiz ancak şimdilik her aileye bir anda ulaşmak mümkün görünmüyor. İşte bu dönemde kendi imkanları ile evlerini taşımaya çalışanların karşısına büyük bir engel çıkıyor: Ev kiraları. (Hemen burada not düşelim ve haklarını yemeyelim, emlak firmaları depremzedeler için ücretsiz hizmeti en kısa zamanda ulaştırmak için yoğun bir şekilde çalıştılar).

Peki gerçekten bir anda artan konut fiyatlarını arz-talep eğrisiyle mi açıklayacağız? Bizim daha duşa girmeye cesaret edemediğimiz ilk günlerde ev fiyatlarına yapılan zammın taleple ne ilgisi olabilir? Ya da “içinde yaşanılacak ev” gibi ikamesi olmayan hayati bir satın alma ürünü için denge noktasını etkileyen diğer unsurlar neler olacak, bunu bize hangi iktisatçı açıklayabilir?

Yolun başındakilere hayat dersleri…

Ekonomik krizlerden fırsat yaratıp hızlı büyüyen firmaların, iş insanlarının başarı hikayelerini okuruz zaman zaman, bunlar örnek alınması gereken hayat dersleridir yolun başındakiler için. Ancak böylesine doğal afetlerden fayda sağlamak açgözlülük değilse nedir?

Kendisine gerekenden fazlasına sahip olmak arzusunu, açgözlülüğü ve bencilliği insan doğasının bir parçası olduğunu iddia edenlerin aksine insanoğlu, yeryüzünde bulunduğu yüz bin yıla yaklaşan bir zaman diliminde bu özelliğini çok yakın bir zamanda gösterdi.

Mezopotamya’nın “Bereketli Hilal” denen bölgesinde tarıma dayalı, yerleşik bir düzene geçilmesinden önce gruplar halinde yaşayan insanoğlu, avcı-toplayıcı bir ekonomik düzende hayatta kalmak için birbirine destek olarak yaşıyorlardı. Tarım ürünlerinin artması ve katma değer yaratacak mal fazlasının ortaya çıkmasıyla yeni ekonomik ve siyasi ilişkiler küçük devletlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Devletlerin doğuşundan önce nispeten eşitlikçi ilişkiler ile, ortak paylaşıma dayalı bir sistemden bahsedebiliriz. Friedrich Engels bunu ilkel komünizm terimi ile adlandırıyordu.

Mutlaka avcı-toplayıcı toplumlarda da azalan kaynaklar yüzünden çıkar çatışmaları, savaşlar olmuştur ancak bu çatışmaların ortaya çıkma nedenleri ile bunlara harcanan zaman günümüz koşullarıyla kıyaslanamaz dahi.

İnsanoğlu yaşadığı doğa ile bir ilişki içindeydi her zaman. Elbette mevcut yaşam koşullarında doğayı kendi ihtiyaçlarına göre değiştirip dönüştürmekteydi ancak yaşadığı ortamı doğal bir kaynak olarak değil içinde bulunduğu çevre olarak ele alırdı. Bize sanki çok uzun zaman önce olup bitmiş bir yaşam şekli gibi görünen bu düzen, sömürgeciliğin yayıldığı 18.yy’ a kadar varlığını sürdürmüştü ki bu son birkaç yüzyıllık periyot, yeryüzünde Homo Sapiens Sapines olarak bulunduğumuz yüz bin yıla yakın bir süre zarfında oldukça kısa bir zamandır. Antropolojik araştırmaların dışında bencilliğin insanın doğasının bir parçası olduğunu gösteren bir biyolojik kanıt da yoktur (Richard Dawkins’ in Bencil Genini bir başka zaman tartışırız).

Tam burada sömürgecilik dönemlerinden, eski bir Cizvit misyonerinin Kanada’ da yaşayan Chipewyan halkı için yazdığı bir notu alıntılamak isterim: “Biz Avrupalıların pek çoğu için cehennemi ve işkenceyi bulup çıkaran iki tiran, yani ihtiras ve hırs… onların büyük ormanlarında hüküm sürmez… içlerinden hiçbiri, zenginlik elde etmek için kendini şeytana satmamıştır”

İnsan doğasını ele alan bir başka iktisatçı ise fikirleri Margareth Thatcher’ ın politikasına temel oluşturan Avusturyalı liberal ekonomist Feidrich von Hayek’ dir. Hayek, serbest pazarda rekabetçiliği savunurken, insan doğasının insanlara iyilik yapmayı seçen ilkel coşkularını eleştiriyordu. Demir Leydi’nin ölümünün yurtta ve dünyada yarattığı coşkular ise bugün pek çok kişinin onlarla aynı fikirde olmadığını göstermekte.  

Amacım ekonomik ilişkileri insanlık tarihinin başlangıcından bu yana alıp anlatmak değil, ancak insan eliyle yaratılan bu olumsuzlukların, insanlığın doğasında var olan ve bu yüzden de normal sayılması gereken bir olgu olduğu iddiasına karşı çıkmak ve bazı ekonomik sonuçları sadece iktisadi teorilerle değil yozlaşmanın sosyolojisiyle açıklama ihtiyacını ortaya koymak istememdir.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/insan-dogasi-ve-acgozluluk/15303