Yazar, kendi çaresizliğini yazamaz
Nedim ATİLLA

20’li yaşların sonlarında ne kadar çok oturduk rakı sofrasına, “intihar edemiyorsak içelim” diye… Sonra tabii ki rakının doğal sihiriyle yaşama sevincimiz arttı ve Adalet Ağaoğlu’nu okumaya devam ettik.

Ne demişti daha sonra: Bütün bir hayat, bir kırıntıdan, tek bir sözden, bir bakıştan, elinize değiveren bir elden, bulutun şuradan şuraya ağışından ibaret. Kuşların kanat çırparak bu çatıdan kalkıp öteye konuşundan...

Ölmediysen hayatı seveceksin…. O da hayattan ve yaşama sevincinden vazgeçmedi 91 yaşını gördü ne güzel… “Hayat değişecekse, kendini değiştirebilenlerle değişecek, yenilişe ayak uyduranlarla değil” diyordu…

İlk okuduğum kitabı Bir Düğün Gecesi idi… Sonra okumuştum daha önce yazdığı “Fikrimin İnce Gülü” nü:

“Fikrine taktığı bir ince gül, tek tek kopup dağılıyor yapraklarından. Yolboyu düştü. Şimdi son kalan yaprakları. Tek tek düşüyor.”

“Yıkma beni. Bu benim kaçıncı kez serilip doğruluşum. Kaçıncı kez, tam oluyor derken yaya kalışım... Şimdi artık tam olmuşken, yapmayın bunu bana.”

Adalet Ağaoğlu’na hep sordular: “Erkek değilsiniz, Alamancı işçi değilsiniz, otomobil ehliyetiniz yok. Nasıl oldu da hepsini yaşamışsınız gibi yazabildiniz bu romanı?” (Fikrimin İnce Gülü) O da Flaubert’in “Madam Bovary benim” deyişi gibi cevap verir: “İncegül Bayram benim.”

***

20 sene falan oluyor sanıyorum. Gazetecilik yapıyorum ama çalıştığım gazetelere uygun olmadığı için yazamadıklarımı anı olarak biriktiriyorum. Necati Cumalı, Can Yücel, Cemal Süreya , Tomris Uyar anıları…  Tomris Uyar ile Pasaport’ta edilmiş bir kahvaltıdan daha değerli ne olabilirdi ki… O zaman da öyle, emin olun şimdi de…

Kitaplarına meftun olduğunuz yazarlarla tanışma, ayaküstü sohbet etme… Şansımızın yüksek olduğu bir gecede İlhan Berk ile meyhaneye gitme… Kitap fuarı günlerinde gazetedeki işten erken tüymek için neler yapmazdım ki…

İşte yine bir kitap fuarı zamanı… Şadan Gökovalı Hocam ile birlikte Kültürpark’taki bir imza gününden sonra Adalet Hanım’ı alıp yayınevinin ona uygun gördüğü kıytırık otele kadar yürümüştük. Şadan Hocam, Adalet Ağaoğlu'na “Roman Ana” derdi… Hafif bir akşam yemeği yemiştik Basmane’deki Emniyet Meyhanesi’nde… Uzun uzun konuşulmuştu o gece, hayattan, dostlardan, eski dostlardan…  En çok merak ettiğim konuyu Yazko serüvenini bir kez de onun ağzından dinleyip kafamı rahatlatmıştım. O gece “intihar edemiyorsak içelim” sözünü de eksik etmemiştik masamızdan… Bir ara şu Yazko hikayesini yazacağım…

Bir kez de Sarıyer’deki bir kafede randevulaşmış ve iki saat baş başa  konuşmuştuk. Sabah Gazetesi’nin Pazar Ekinde yayımlanmıştı söyleşi… Ne çok soru ne çok cevap…

Son röportajında Çınar Oskay’a “Yazar kendi dilini kurcalar. Tek sözcüğün üstünde bile çok düşündüm,” diyen Adalet Ağaoğlu sadece yazarak yaşadı. Kendi deyimiyle dili içti ve arkasında muazzam bir eser bırakarak gitti.

***

Adalet Hanım ve Halim Ağaoğlu Bey, bütün mal varlıklarını yoksullara bağışlamışlardı. Bir gün Adalet Hanım yayıncısını arayıp şu ricada bulunmuş: “Bu kadar uzun yaşayacağımızı düşünmemiştik. Hiç paramız yok. Bize biraz borç para gönderir misiniz?”

“Yazar, kendi çaresizliğini yazamaz”

20. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli romancılarından, romanları dışında hikâye, oyun, deneme, anı türündeki eserlerinde, Türkiye'nin farklı dönemlerini ve bu dönemlerin insan hayatlarına etkisini incelemiş usta bir yazarı kaybettik…

Tabii ki ölmedi… Şimdi onu kendi sözleriyle “Bir gün öğretmen de ölür. Ama ardından binlerce ve binlerce kişide yaşar o” diyerek uğurluyoruz. 

“Her şey için hep erken... Sonuç: Geç kalmak” demişti…



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/yazar-kendi-caresizligini-yazamaz/14848