Ayasofya dedik de…
Kemal ARI

Evet;

Önceki gün Ayasofya’dan söz ettik, Danıştay kararının çıkmak üzere olduğunu vurguladık; hemen bir gün sonra Danıştay’ın kararı yayınlandı ve Sayın cumhurbaşkanı da Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrini ve bütün olarak ibadete açılması kararını öngören kararnameyi imzaladı.

Hayırlı olsun!
Umarız bu konuda tartışmalar biter ve bu konu üzerinde siyaset yeniden alevlenmez…
Umarız dedik; geleneklerimizde böyle olmasını dilemek bir erdemli davranıştır; ama başka bir söz daha var: “Görünen köy, klavuz istemez!”

Şöyle soralım:

-“Ne oldu yani, Ayasofya sorunu artık çözüldü mü? Artık bu konu siyaseten kullanılmayacak mı? Toplumda bütünüyle herkesin ittifak edeceği bir sonuca ulaşılmış oldu mu?”

Biz sorunun çözülmüş olmasını ve herkesin bu konudan mutluluk duymasını, konunun siyasete alet olmamasını elbette dileriz.

Ancak şu var ki daha şimdiden bir çok sorun, kendiliğinden uç verdi:

Ne olacak?

Ayasofya artık bir cami olarak her vakit, geniş katılımlı cemaatle namaz kılıcak yer olduğuna ve müze özelliği bulunmadığına göre;

Ve dahi, geleneksel İslam anlayışından dolayı insan figürünün olduğu yerde namaz kılmak caiz gömülmediğine göre;

Ayasofya’da İsa’yı, Meryem Ana’yı ve öteki Hıristiyanlık dinine ait insan figürlerini şimdi ne yapacağız?

İstanbul Fethedildiğinde büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, bu fresklere kıyamamış ve üzerini kireçten sıva ile kapatmıştı. Sonradan yapılan çalışmalarla bu eserler yeniden gün ışığına çıkarılmıştı.

Şimdi bu görüntüler yeniden mi bir harçla kapatılacak?

Ya da öylece yerinde bırakılacak mı?

Bilmiyoruz; ama bu konuda kamuoyunda daha şimdiden tartışmalar başladı bile.

İşin başka yönleri de var:

Ayasofya’nın müze iken içinde fresklerin dışında birçok sanat eseri vardı. Bunlar ne olacak? Bir depoya mı kaldırılacak ya da her hangi bir müzeye mi yerleştirilecek?

Yoksa yerinde mi bırakılacak?

Ama bu son sorunun olumlu bir yanıtı olamaz gibi; çünkü bulundukları yerde kalacaklarsa, o zaman bütünüyle İslam inancına göre ibadete açılmış olmasının da bir anlamı kalmayacak. Bu eserler arasında nasıl namaz kılınacak ve bu da kazaya kurban gitmeyecek?

Danıştay kararı, bu yapının Fatih Sultan Mehmet’in özel mülkü ve tapulu malı olduğuna karar verdiğine ve böylece Türkiye Cumhuriyeti hukuk sisteminin dışında, Osmanlı hukuk sistemine gönderme yaptığına göre; şimdi birileri bu kararı emsal göstererek, Türkiye Cumhuriyeti’nin elindeki varlıklara sahip olmak için harekete geçerler mi?

Azınlık hukukuna göre, gayrimüslim Osmanlı tebasının malları, onlara aitti. Onlar da şimdi kendi mallarını geri istiyor düşüncesiyle bu karardan güç almaya çalışırlar mı?

Bilmiyoruz, bilemiyoruz.

Ama kimsenin iyi niyetinden emin olamayacağımıza göre, bu tehlikelerin olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni zor durumda bırakacak atakların yapılacağını göz ardı edemeyiz.

Öyle ki daha bugün, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin, bir soykırım müzesine dönüştürülmesi yönünde bir düşüncenin, Yunanistan’da yer aldığını gördük.

Bir de Ayasofya’da bu tarihi eserlerin korunması için büyük bir koruma hizmeti veriliyordu. Her yerde güvenlik sistemi vardı ve bunun için de büyük paralar ödeniyordu.

İhale verilmiş firmalar bile devredeydi.

Şimdi bu hizmetler verilmeye devam edecek mi?

Yoksa başka bir çözüm mü düşünülüyor?

Geleneksel İslam kültüründe insanlar bir camiye istedikleri gibi özgürce girerler ve namaz kılarlar.

Bir yanda güvenlik hizmetleri öte yanda da camide özgürce girip ibadetini yapacak yurttaşlarımız olacağına göre; bu çelişki nasıl giderilecek?

Diyelim koruma olmadı; camiye namaz kılmak amacı dışında sırf provokasyon yapmak için giren ve yönetimi zorda bırakmak amacıyla, duvarlarda kalmış olan fresklere ya da öteki tarihi varlıklara zarar vermeye kalkan insanlar olursa, bu durumda ne yapılacak?

Bugünkü dünya, yüz yıl öncesinin dünyası değil. En küçük bir olumsuzlukta bunu yapan psikopat ruhlu insanlar değil, Türkiye Cumhuriyeti sorumlu tutulacak ve ondan hesap sorulacaktır, bunu göz ardı edemeyiz.

Daha şimdiden sosyal medyada bu karar nedeniyle gaza gelip, büyük fetihlerden, Müslümanın küffara gazasından söz eden o kadar kendini bilmez yorumlar var ki!

Sorular bitmiyor:

İşin hem ülke içi hem de ülke dışı boyutları var.

Ortodoks inancının yaygın olduğu ülkelerin, öteki Hıristiyanlık âleminin ve hatta Unesco’nun gösterdiği tepkileri geçtim:

Ama hala ülke içinde ciddi sorunların olduğunun bilincinde olmalıyız:

Örneğin, Ayasofya’nın adının değiştirilmesi ve Ayasofya-i Kebir Camii adının verileceği ileri sürülüyor. Bu yönde bir karar alınırsa, bu gelişme tarihte hep Ayasofya olarak bilinmiş önce kilise, sonra cami, en sonunda da müze olan bir yapının tarihte yer alan önemine karşı olumsuz bir anlam yüklemeyecek mi?

1500 yıl yaşı olan çok eski bir yapıda, gereken güçlendirmeler yapılmadan yüzlerce insanın katılmasıyla yapılacak ibadet sırasında, Allah korusun, bir yer sarsıntısında ya da başka bir doğal olayda büyük bir felaketle karşılaşılırsa ne olacak?

Bu tür yapılar dünya mirası kategorisindedir; bunun üzerimize yükleyeceği sorumluluğun altından kalkabilecek miyiz?

Ve çok önemli bir konu daha:

Bugün bu ülkede birçok insan, Ayasofya Müzesi’nin ibadete açılmasını ve bu nedenle Atatürk tarafından imzalanmış 1934 tarihli bakanlar kurulu kararının iptal edilmesini, Atatürk’ün manevi mirasına karşı bir karşı duruş olarak yorumluyor.

Üstelik ilk ibadet edilecek tarih olarak da 24 Temmuz gününün seçilmiş olmasını, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının yıldönümüne denk geldiğini ileri sürerek, bunu kanıt olarak gösteriyorlar.

Bu umulan ulusal mutabakat düşüncesinin yerine ayrışmayı daha da kemikleştirecek dinamikleri yanında getirmiş midir?

Kısacası şimdiki yeni dönemde çok ciddi olumsuzluklarla karşı karşıyayız.

Çok dikkatli olmalı ve sağduyulu hareket etmeliyiz.

Benim aklım bunu söylüyor.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/ayasofya-dedik-de-/14837