Kendi küçük evreninde yaşamak
Tayfun MARO

Geçtiğimiz Pazar günü, Hrant Dink’in katlinin yıldönümüydü. 2007 yılında öldürüldüğünde, hepimizin içi burkulmuştu. Devlet derinliklerine sinmiş çetelerden bir çetenin cinayeti…

Hrant Dink’in ölümünün yıldönümü nedeniyle, sol cenah, sosyal medyada duygu ve düşüncelerini dile getirdi. Yazılanları ilgiyle okudum. Çünkü cinayet üzerine yazılanlar, yorumlar ve verilen tepkilerin arka planı dikkat çekiciydi.

Belli sosyalist gruplar ve etnisite grupları, kendilerinden olmayanları, hiç ayırım yapmadan, dolaylı veya dolaysız bir dille, “katiller ve yandaşları” olarak gösteren ifadeleri sıkça kullanmışlar, amacını aşan ifadelere bolca yer vermişlerdi.

Okuduklarım beni çok gerilere, 05/Mart 1981 günü yaşadıklarıma götürdü.

O gün, Ermeni tehciri sırasında yaşanan büyük felaketin, (kimilerine göre Ermeni soykırımının) intikamını almak için diplomatik hedeflere saldıran ASALA’nın saldırısına uğramıştık. Paris Çalışma Müşavirliği’nde üç kişi görev yapıyorduk. Saldırıda Reşat Moralı ve Tecelli Arı yaşamını yitirmiş, sadece ben hayatta kalmıştım.

Üçümüzün de Anadolu toprakları üzerinde Ermeni yurttaşlarımızın başına gelenlere mazeret bulmak gibi bir derdi yoktu. Yüzleşmeye de karşı değildik.

Ama ASALA’nın saldırısına uğramıştık. Üstelik Fransız Devleti’nin “sözüm ona örtülü himayesi” fena halde sırıtıyordu.

Tıpkı öldürülen onlarca diplomat gibi onlar da bu bedeli neden ödediklerini bilmiyorlardı… Tehcir sırasında yaşanan büyük trajediye dahli neydi bu diplomatların, geride kalan yakınları da elan bilmiyor.

Ve Hrant Dink için gösterilen duyarlılığın binde biri bile gösterilmiyor, ölüm yıldönümlerinde bu insanlara…

Görev yaptıkları ülkelerde, himaye gören saldırılarla, ASALA tetikçileri tarafından yaşamlarına son verilen elçilik çalışanları, çok ucuz ve alçakça bir intikam için kullanıldılar. Tıpkı taşa sarılı tehdit mektubunun camı kırarak salonun orta yerine düşmesi gibi, elçilik binalarının ötesine berisine düştü cansız bedenleri.

Onların ölümü ile Hrant Dink’in ölümü aynı yerde buluşuyor; fakat insanlık orada değil.

Yıkılan ve kurulan her devletin yol açtığı büyük felaketleri, tarih diye okuyoruz. Cinayetler tarihine, insanlık tarihi, diyoruz.

Hazin ama gerçek, “elleri temiz devlet” olmadığını göremiyoruz. Sonradan ellerini yıkamayı beceren devletler var, beceremeyen devlet var. Ayrım bundan ibarettir.

Çağımız, yitik vicdanların beyhude gösterileriyle maluldür. Bütün zalimlere ve bütün zulümlere karşı çıkacak yürek kimsede kalmadı.

İdeolojik, etnik veya dini, her topluluk, her grup kendi katilinin haklılığına inanıyor; kendi cinayetini kutsarken, ötekinin cinayetini lanetliyor.

Araf’ta biçare bekleyişimiz ve çıkışsızlığımız, belki de bu vicdani yoksunluğun tezahürüdür.

İnsanın değerinden tasarrufun mazereti olmaz, olmamalı…

Ben ve Öteki arasında olan biten her şey, insanın değeriyle mütecanistir.

Tek boyutlu gerçeklikten beslenen küçücük evrenlerimizde, bu bilgiye inatla sırt çeviriyoruz.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/kendi-kucuk-evreninde-yasamak/14158