Herkesin haklı olduğu zamanlardayız
Tayfun MARO

Şehir merkezinin orta yerine monte edilmiş sipsivri bina görüntüsü… Kadifekale’den de yüksek olacakmış… En yüksek bina… Kent suçları haritasında yer almaya aday…

Gündeme oturan yeni gökdelen tartışmasında olan biteni anlamaya çalışıyorum… Belli ki çok kan dökülecek…

Derken, İzmir’in fikir hayatında önemli yeri olan iki değerli insanın karşı karşıya geldiğini gördüm; ilgim iyice arttı.

Önce Sıtkı Şükürer’in yazısını okudum. Dikey yapılaşmanın getireceği sorunları göz ardı etmiyor; fakat İzmir’in koşullarında çözüm olabileceğini söylüyor. Sahil şeridinde sıkışan şehrin, mülkiyet hakkını da koruyacak şekilde kat sayısı artırılarak nefes alabileceğini, deniz ile şehrin yeniden buluşabileceğini, söylemiş. Ben böyle anladım.

Hazin ama gerçek, şehirde bozulacak siluet falan kalmamış. Beş bin yıldır kesintisiz yaşayan, sekiz bin yıllık geçmişe sahip şehir, dün kurulmuş gibi duruyor. Üstelik berbat bir şehirleşmenin neredeyse bütün örneklerine rastlamak mümkün…

Sormazlar mı, sekiz bin yıllık şehri, yüzyılda bu hale getirmeyi nasıl becerdiniz, diye!

Diğer yazı, Feyzi Hepşenkal tarafından kaleme alınmış. Dikey yapılarla gelecek çözümün yol açacağı sorunların kent merkezinde hayatı daha da zorlaştıracağını, altyapı sorunlarının iyice büyüyeceğini, söylüyor. Şehir merkezinde dikey yapıları çözüm olarak görmüyor.

Bu arada, Engin Önen hocam da, bu 146 metre yüksekliğinde, 42 kattan oluşacak kazulete neden geçit verilmeyeceğini anlatmaya başladı…

Bana gelince, her iki görüşün de üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Elbet de gökdelen konusunda tartışan taraflar arasına girip Nasreddin Hoca edası takınmak hoş değil. Ne ki yazılanlar da yabana atılacak gibi değil.

Evet, kent merkezini beton işgalinden kurtarmakta sayısız yarar var. Mümkünse, Kemeraltı dışında kalan ne var ne yok, kamu binaları, iş merkezleri, hepsi kentin iki ucunda yaratılacak yeni cazibe merkezlerine taşınmalı…

Ancak, her halükarda, kıyı boyunca körfezi kuşatan beton setten kurtulmak için dikey mimarinin imkânlarına ihtiyaç olduğu da bir gerçek.

Zamanında yapılmayan işler, yanlış kararlar ve siyasal çıkarlar için verilen tavizler, şehri dört bir tarafından kuşatmış bulunuyor. Ne denizi denize benziyor ne kıyısı kıyıya…

Yollar denize dik planlanacağına, paralel yollarla deniz ile şehir arasında set oluşturulmuş.

Altyapı sorunları, metropol kültüründen yoksun ve öngörüsüz kadroların beceriksizliği yüzünden git gide büyüyor.

Binalarda otopark zorunluluğu paraya çevrilmiş, belediye yönetimleri sırf bu parayı almak için şehri gözden çıkarmış; şehirde arabalar mı yaşıyor, insanlar mı, belli değil…

İzmir, insanlığın ortak mirasında önemli yer tutacak tarihi zenginliğe sahip bir şehirdir;

Batı düşüncesinin temelindeki doğa felsefesi bu topraklarda doğdu.

Doğu Akdeniz’de Levant’ın 3 önemli limanından biridir.

İyon kültürünü Dünya’ya tanıtacak biricik bölgenin başkenti gibidir.

Sonuç olarak, İzmir’i boyoz, gevrek, rakı/balık, çiğdemden ibaret gören o sığlığı elimizin tersiyle itip, yitik kent kimliğini konuşabileceğimiz bir iklim yaratmak için yüzyıl daha beklemek gerekmiyor.

Bütün mesele, sorunları nasıl tarif edeceğimize ve nasıl ele alacağımıza (problematik) dair bir mutabakat sağlamak için irade oluşturmakta…

Bu anlamda, TARKEM’e de haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Nihayetinde, kaldıraç projeler ile işi bir ucundan tutmaya çalışıyor…

Hadi Kemeraltı’nın işporta çetelerinin abileri saldırıyor da, soldan gelen yıkıcı eleştiriyi anlamakta zorlanıyorum.

Bir arada konuşmak, bir arada düşünmek varken köprüleri yıkmak iyi değil.

Söyleyecek sözü olanlar henüz konuşabiliyor iken, birbirini dinlemenin zaruretinin bilincine varmak lazım.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/herkesin-hakli-oldugu-zamanlardayiz/13964