Merdivanım kırk ayak, kırkına vurdum dayak
Nedim ATİLLA

Özellikle İstanbul ya da Ankara’da, güz meyvelerinden sohbet açıldı mı, ben konuyu bile isteye çekirdeksiz nara getiririm. Genellikle de aynı müstehzî tepkiyle karşılaşırım: “Yahu , çekirdeksiz nar olur mu?”

Cevabım nettir: Arkadaş, çekirdeksiz nar olmasa, “Şu İzmir’den aman,  çekirdeksiz efem de, nar gelir.” türküsü yakılır mıydı?

Hiçbir fırsatı kaçırmam. Balıklıova’nın ve Emirâlem’in o cânım çekirdeksiz narlarını, eğer mümkünse eşe dosta tattırıp İzmir farkını meyveler ve türküler üzerinden de ortaya koymaya bayılırım.

*

Muammer Ketencoğlu ne güzel özetlemiştir: İzmir ve yöresi türkülerinin, Ege'nin müzik, halk oyunu ve giysi geleneğinin temelini oluşturan Zeybek kültürünün etkisinde kaldığını; Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş sürecindeki otorite boşluğu ve toplumsal eşitsizliklerin de Zeybek kültürüne Batı Anadolu'da yaşam alanı yarattığını biliyoruz.

Cumhuriyet ile  birlikte Zeybeklik kurumu ortadan kalkmışsa da, onun yüzlerce yıllık kültürel birikiminin ürünü olan ezgi ve danslarının her vesileyle icra edildiğini; en önemlisi de o ruhun hâlâ yaşadığını da biliyoruz. Bugün Zeybek oyunları temposuna göre 'ağır, ağırca, kıvrak' olarak sınıflandırılıyor.

Ritmik yapılarının 'Aksak'; makamsal yapılarının Rast, Dügâh, Segâh olduğunu; davul, zurna, bağlama ailesi, kaval, kabak kemâne, keman, ut ve darbukanın eşlik ettiği zeybek oyunlarının çoğunun solo nitelikli olduğunu ve doğaçlama sergilendiğini söyleyebiliriz.

***

Türkülerimiz ise bambaşka bir derinliğe sahip... Her birimizin çeşitli ortamlarda, değişik vesilelerle bu güzel türkülerin hikâyelerini dinlemişliği de vardır. Ahmet Günday’dan ne çok Ege türküsü hikâyesi dinlemiştim. Şimdi kaydetmediğime üzülüyorum. Unutamadıklarımdan biri de, bir Karaburun türküsü olan 'Asmalı Mencere'... Bizim kıyı Ege’nin çapkın efelerinden biri için yakılmış. “Merdivanım kırk ayak / kırkına vurdum dayak.”

Çocukluğumda Dikili’de öğrenmiştim, sopa gibi tahta cisimlere “dayak” dendiğini... “Benden başka seversen / Kalkmaz döşeklerde yat.” Bedduanın inceliğine ve zalimliğine de dikkat isterim. Kolay değil, insanın gözü arkada kalmayacak; ama ne çare ki, o dönemlerde de gurbet hep içlerindeymiş. Askerlik desen, bitmek bilmezmiş. Öyle öyle yakılmış bu içli türküler...

***

Bütün bu çağrışımları aklıma getiren, yüreğime düşüren bir şahane koro konseridir efendim. Ege Kültür Derneği'nde çok güzel, çok samimi bir 'İzmir Türküleri' gecesi yaşadık eşle dostla. Sazlar, danslar, türküler eşliğinde.

Bildiklerime eşlik ettim, bilmediklerime içerledim. Ah birazcık kulağım, az biraz da sesim olaydı dedim.

Koristlerden Selçuk Karabat, seslendirdiği İzmir türküsünü öyle içten söyledi ki, etkilenmemek mümkün değildi. Muzaffer Sarısözen’i sevgi ve saygıyla andım…

Berrin Elmas ise bir Narlıdere semâhı söyledi ki, dinleyemediğinize yanın derim. Talip Özkan, Ahmet Günday derlemesi…  Türkülere eşlik eden, Zeybek oynayıp Semah dönen gençlerle daha da bir güzelleşti konser. Tufan Güldaş Hocamız ve hepsi birbirinden kıymetli saz ustalarına buradan selam olsun. Hepsine sevgiler…

Prof. Dr. M. Öcal Özbilgin’i ve Ege Kültür Derneği’ni kurup büyük özveri ile çalışan yönetici ve üyelerini ise ayrıca kutluyorum. Sanırım başka bir yazıdan tekrar olacak, ama Bedri Rahmi'ye söz düşüyor tam da burada: “Ne zaman bir köy türküsü duysam, / Şairliğimden utanırım. / Şairim, / Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum. /Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim, / Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.”

Var mı ötesi?.. Bu güzel etkinlikte emeği geçenleri alkışlıyorum. Hayat, sanatla çekilir hâle geliyor.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/merdivanim-kirk-ayak-kirkina-vurdum-dayak/13955