Önce insan
Neşe ÖNEN

Hayatın her alanında ve anında kişiliğimizi değiştirecek etmenlere karşı açık olmamız gerektiğine inanırım. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de hala ‘’O’’ ise hiç değişmemiş, dolayısıyla zerre kadar gelişmemiş demektir. Oysa maharet hep aynı kişilik ve karakter yapısını korumak değil, her daim benliğimize yeni özellikler katmak ve gelişime açık olmaktır. Ayı zihniyet yapısını bir ömür boyu devam ettiren insanlar katı ve çoğu zaman da sabit görüşlü olduklarından, hayatın getirdiği yeniliklerden faydalanmasını öğrenememiş kişilerdir. Böyle kişilerin tıpkı kendileri gibi ne yakın aile çevrelerine ne de  yaşadıkları topluma olumlu bir katkı sağlamaları mümkün olur.

Yaşadığımız yüzyıl bilgi toplumudur. Üstelik bilgiye erişimin inanılmaz kolaylaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bilginin pratikteki en önemli işlevi; insanların hayatta karşılaştığı sorunlara çözüm getirmesi ve insanlığı bir üst bilgi seviyesine ulaştırmasıdır. Açıkçası bilgi; önce ‘’insan’’ için vardır. Çünkü bilgiyi ancak insanlar kazanabilir ve tüm tabiat adına sadece insanlar kullanabilir. Bu anlamda bilginin nasıl elde edildiği kadar hangi amaçlarla kullanıldığı çok önemlidir. Elbette bilginin insanlığa en faydalı şekilde kullanılacağı idealize edilir. Oysa gerçek bu mudur?

Dünyadaki en önemli enformasyon kaynakları, devletlerin gizli haber alma teşkilatları ve bilgiyi elinde bulunduran bütün kurum ve otoritelerin, ellerindeki bilgiyi tüm açıklığıyla, hiç bir yönlendirme olmaksızın ve herkesle paylaştığına inanabilir miyiz? Tabii ki hayır! 21. yüzyıl bilginin dünyadaki en değerli madenler kadar kıymetli bir ‘’meta’’ haline geldiği dönemdir. Bu yeni bir olgu değil...

İnsan uygarlığının sağlıklı gelişimi bakımından, bilginin doğru bir şekilde paylaşılmasında bireylere düşen ciddi sorumluluklar vardır. Günlük yaşantımızda arkadaşlarımızla sohbet ederken ya da bir konuda fikrimizi söylerken önce ‘’insana’’ odaklanmayı öncelik haline getirebilirsek, bilginin akış seyrine olumlu bir müdahalede bulunabiliriz. Örneğin, bir trafik kazası haberini bir başkasıyla paylaşırken ‘’falanca yerdeki trafik kazasında beş kişi ölmüş, üç kişi yaralanmış’’ diyerek rakamlara dikkat çekmek yerine ‘’kazadan kurtulan yaralılar şu hastanede, onların kan ya da başka ihtiyaçları olabilir, bu insanlara nasıl ulaşılabilir’’ ya da ‘’kazaya sebep olan şey şoförün alkol almasıymış, bu konuda önleyici tedbirler daha nasıl iyi hale getirilebilir, uygulanabilir ve toplum bu konuda daha nasıl iyi eğitilebilir’’ gibi konular üzerinde konuşmaya çalışsak, ‘’önce rakam’’ yerine ‘’önce insan’’ odaklı bir konuşma yapmış oluruz. Bu türden bir konuşma, merak, araştırma ve bilgi edinme faaliyetini teşvik edici bir konuşmadır.

Bence insanın yaşama amacı olan ‘’mutluluğu yakalayabilmek’’ için insanı öncelikli alan bir hayat felsefesine her şeyden daha çok ihtiyacımız var. İnsan yalnızca diğer insanlarla paylaşarak sevgisini çoğaltabilir ve acısını hafifletebilir. Sevgi ve güven duygusunu tatmin eden bireyler hayatın her alanında daha sağlıklı ve başarılı bir yaşam profili sergilerler. Çok klasik olacak ama eğer içinizi rahatça dökebileceğiniz bir yakınınız olmadıktan sonra bütün dünya sizin olsa neye yarar? Dolayısıyla en önemlisi insan kazanmak bunun için ise ‘’önce insan’’ diyebilmek...

Sözü ünlü ozan Aşık Veysel’in insana, sevgiye ve birliğe dair şu güzel ve anlamlı sözleriyle bağlayalım:

- Cahil insan gül ise de koklama.

- Dünyaya gelmemde maksat ne idi: Bir sadık dost.

- İtimat edersen benim sözüme gel birlik kavline girelim kardaş. Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme, içip şerbetini duralım kardaş.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/once-insan/11368