Bitmeyen kavga
Tayfun MARO

300 yıldır sürüyor bu kavga. Aslında Garp meselesinin ortaya çıkışı 16. Yüzyıla kadar gider. Fakat Batılılaşma hareketlerinin, Avrupa devletleriyle siyasi ilişkilerin kurulduğu Sultan 3. Ahmet (1703-1730) döneminden sonra başladığını söylemek daha yerinde olur. Ardından, 1808’e kadar süren 3. Selim’in ıslahat hareketi. 1839 Tanzimat hareketi. 1876 1. Meşrutiyet, 1908 2. Meşrutiyet ve nihayet 1919’da, kurtuluş mücadelesine ve Modern Laik Cumhuriyet’in inşasına atılan ilk adım.

Farklı bir bakış açısından, kimi tarihçilerce 3. Roma İmparatorluğu gibi algılanan Osmanlı İmparatorluğu, sahip olduğu miras itibarıyla zaten Batılı idi…

Bu tarihsel perspektifin ötesinde, Batı kültürünün doğu Akdeniz havzasından, Anadolu’nun hemen doğusundan, üç din ve dört kitabın ortaya çıktığı topraklardan itibaren başladığı da ileri sürülüyor.

Bütün bu bilgi ve yaklaşımların ışığında, belki de şunu söylemek mümkündür; Bu topraklarda yaşayanların Batılı olmak için Avrupa’nın onayına ihtiyacı yok.

Gelin görün ki ülkenin şark cephesine bunu anlatmak hiç kolay değil. Doğulu olmak ve müslüman olmak, birbirini bütünleyen iki kimlik olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla Türkiye’de Batı karşıtlığı, islami ve Doğulu bir duruşta vücut buluyor. Üstelik bu duruşun yerli ve milli olduğuna dair bir önkabul var. Hâlbuki kadim Anadolu halklarının yüzü tarih boyunca hep batıya dönük olmuştur.

Türkiye’de ikibinli yıllar itibarıyla islamcı kadroların işbaşına gelmesi üzerine ortaya çıkan değişim ihtiyacı, Doğulu olmak ve Müslüman olmak bağlamında ele alınmıştır. İslami kimliğin Doğulu aidiyetinin kendiliğindenliği savunulmuş ve 300 yıldır baskı altında tutulduğu öne sürülen şark zihniyetinin, Batı’dan azade, yeniden kendi dinamikleriyle kendi kaderine hükmedeceği bir devrin başlayacağı ilan edilmiştir. Diplomatik ilişkiler, finansal ilişkiler, ticari ilişkiler sürsün; ancak, batı kültüründen beslenen kurum ve kuruluşlar olmasın, yapısal olarak Türkiye Doğulu olsun… Demokrasi, laisite, modernite, çağdaş kamusal alan normları, insan hakları, basın özgürlüğü, kendini ifade etme hakkı, evrensel hukuk ilkeleri, sosyal haklar ve benzeri Batı normlarına göre yapılanmış ne varsa, hepsi de yeni Türkiye’de rahatsızlık yaratıyor.

Demem o ki, Türkiye, Batı-Doğu ekseninde geriliyor. Batılı Türkiye ile Doğulu Türkiye karşı karşıya geldi. Üçyüz yıllık Batılılaşma hikâyesinin karşısına, Doğuya yönelerek İslamlaşma hikâyesi çıkarıldı. Türkiye’nin yeni yol hikâyesi… Buna yeni tarih yazımı da dahil…

Ne var ki bu yeni yol hikâyesi, seküler toplumu ikna edemedi. Türkiye’nin yarısı, kurulmakta olan otoriter yönetim sistemine karşı çıkıyor  ve peşi sıra gelecek yeni rejimde yaşamak istemiyor.

Şimdi ne olacak?

Bu derin yarılmanın bir yarısı olan islamcı cenah, nereye ve nasıl gideceğini belirlemiş durumda… Kaptan köşkünde Erdoğan var, gerisini dert etmiyorlar.

Yarılmanın öteki yarısını oluşturan seküler toplum ise henüz bu aşamaya gelmiş değil. Seküler toplum, “nasıl yapmalı”nın cevabını arıyor…

Bundan 98 yıl önce, Atatürk’ün Samsun’a çıkarak başlattığı Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen Cumhuriyet Devrimi, Doğulu şark zihniyetinin ve küresel güçlerin hedefinde…

Bütün değerleri ve kurumlarıyla Doğulu otoriter anlayış tarafından sorgulanan Cumhuriyet Devriminin, yeni bir dil kurarak, gerekiyorsa her şeyi yeniden söyleyerek, Cumhuriyet Devrimi ardılları tarafından savunulması artık bir zarurettir.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/bitmeyen-kavga/10600