Görgüsüzlüğün 'en' halleri
Tayfun MARO

Suudi Kralı seyahat ediyor; 459 ton ağırlığında eşya, araç ve değerli yük tam 27 uçakla taşınıyor. Devasa hengâme her harekete geçtiğinde anlıyoruz ki Kral Hazretleri hareket halinde... Dostluk ziyareti, alışveriş, ticaret, diplomasi; bu heyula artık ne taşıyor, neyin habercisiyse!.. 
Seçilerek veya “babam sağ olsun” diyerek iktidara gelen muktedirlerin göz kamaştıran gösterileri hiç bitmedi, biteceği de yok. Saraylar, özel uçaklar, gösterişli törenler, koruma orduları, tek adamın baba figüründen fışkıran vıcık vıcık bir popülizmle bütünlenerek zihinlere mıh gibi çakılıyor.

Başımıza getirdiklerimiz ve başımıza gelenler. Bu netameli ilişkideki sebep/sonuç bağlantısını görmezden gelerek işin içinden çıkmak pek olası değil.
Tamam, başımıza birilerini getirmeden yapamıyoruz; sosyalleşmenin henüz güdülme aşamasını geçebilmiş değiliz. Ama hiç değilse başımıza getirdiklerimizi seçerken biraz özen gösterebiliriz… Yarı cahil, kaba, küstah, kibirli, insan sevgisinden ve merhametten yoksun, rahatlıkla yalan söyleyen, pervasızca suç işleyen ve yüzü hiç kızarmayan kişileri seçmemek elimizdedir. 
Gelin görün ki bu tercihi yapmak elimizde olmakla birlikte, muhtemelen durumun vahameti bilince çıkamadığından, elimizdeki gücü fark edemiyoruz.

Bir adam kendisinin kral olduğunu söylüyor ve sağdan sola dönerken bile servet harcıyorsa, akıl sağlığından kuşku duymak gerekmez mi? 
Dökülen kanlardan beslenen iktidar sahiplerinin ruh hali normal olabilir mi? 
Ve böyle insanların ülke yönetmesi nasıl izah edilir?
Kanımca, biz yönetilenler kendi tavrımızı sorgulamadıkça bu sorunun cevabını bulmak olası değil. Çünkü onları biz seçiyoruz veya babadan oğula bizi yönetmelerine izin veriyoruz. 
Onları haklı bulmuyorum ama sorunun sadece yönetenlerden değil fakat aynı zamanda yönetilenlerden de kaynaklandığı bir gerçek. Bu kadar teslimiyet olmaz. Hele doğu toplumlarında… 

Muktedirlerin toplumlara hükmetmek için onbin yıldır çevirmedikleri dolap kalmadı. Yönetilir, hükmedilir olmak bağlamında örgütlenen toplumlar hiyerarşik yapıyla tanışınca bir daha iki yakası bir araya gelmedi. O gün bu gündür altta kalanın canı çıkıyor.
Her şey mülkiyetin keşfi ve toplumsallaşmanın mülkiyet ilişkilerine bağlanmasıyla başladı. Mülkiyet olgusu ve iktidar kavramı, yönetici zümresinin varlık nedeni olarak birbirinden hiç kopmadı.
Ve büyük insanlık onbin yıldır kendisini yönetmek için iktidara gelenlerin zulmüne katlanıyor. Zulüm bazen azalıyor bazen çoğalıyor ama hiç bitmiyor.

Derdimiz ne? Bize acı çektiren, zulüm yapan insanları neden yana yakıla sırtımızda taşıyoruz? Sırtında haç, Golgota’ya çıkan İsa’dan farkımız yok.
Edindiğimiz efendilerin çektirdiği acılardan muzdarip değil de sanki onların müptelası olmuşuz; ne onlarla ne onlarsız olabiliyoruz…
Aslında derdimiz büyük, biat kültürü içimize işlemiş, dermanı ise şimdilik yok. Ama bir gün mutlaka, insan evriminin bir aşamasında, yönetilmek adına itilip kakılmadığı toplumu inşa edecek insan ortaya çıkacaktır. Böyle de iki büklüm yaşanır mı?

27 uçak dolusu 459 ton yükle ortalıkta dolanan bir kralın veya benzeri muktedirlerin önünde eğilen bir insan türü olarak, durumumuz utanç vericidir.
Bu muktedirlere tabii ki öfke duyuyorum. Fakat onların önünde sorgusuz sualsiz diz çöken halklara duyduğum öfke çok daha büyük. 
Muktedirlere boyun eğmek, sıradan, olağan bir itaat durumu değildir. Bunu insani bulmuyorum.



Sayfa Adresi: http://www.egedesonsoz.com/yazar/gorgusuzlugun-en-halleri/10468